“Ya polise haber vermek ya da bir an evvel sıvışmak gerekiyordu. Sıvışmak akıllıca değildi. Ne de olsa alt kattaki gürbüz kadın bizi görmüştü. Ayrıca eve girdiğim andan beri kapılara dokunmuştum. Bir dolu yerde parmak izi bırakmıştım. Hoş, bizim polis pek bunlarla uğraşmazdı ama yine de tedbirli olmak gerekirdi.”
O sabah gazetelerin üçüncü sayfasında bir haber yer alıyordu: “Müşterisiyle anlaşamayan bir travesti kafası parçalanarak öldürüldü.” Sebep olarak nefsi müdafaa gösteriliyordu. Ancak durumun hiç de öyle olmayacağının en azından bir kişi farkındaydı.
Kahramanımız bu defa kendi kulübünde çalışan Buse’nin cinayetindeki sır perdesini aralamaya çalışıyor. Ancak perdenin arkasında bir arapsaçı ile karşılaşıyor. Keskin zekâsı ve dostlarının da yardımıyla bu cinayeti de çözmeye uğraşıyor.
Mehmet Murat Somer, Hop-Çiki-Yaya serisinin ikinci kitabı Buse Cinayeti ile siyasetten medyaya ve iş dünyasından mafyaya uzanan bir ilişkiler ağına çomak sokmaya davet ediyor bizleri.
Mehmet Murat Somer was born in Ankara in 1959. After graduating from university, he worked for a short time as an engineer, and for an extended period as a banker. Since 1994, he has been a management consultant, conducting corporate seminars on management skills and personal development. When not working out in the hammam, he writes books in the Hop-Ciki-Yaya series, of which there are now 6.
I will give it 3 stars and actually explain why. Certainly the combination of transvestites and drag queens (working girls, really) with Istanbul places this book on a shelf of its own. It deserves some attention due to the unusual characters and settings, though the descriptions of some seem highly unlikely, having grown up in Istanbul. The "girls" certainly seem to enjoy a freedom and lack of abuse that I find incredulous. As open-minded as Istanbul dwellers may be... uhm, not really. And of course, the men... the copious amount of men running after, pining after the main character seems rather unlikely, no matter how stunningly Audrey Hepburn she may be. Don't get me wrong, we are talking about an Istanbul where the transvestites were on so much demand (from the married, straight manly men, of course) that the other prostitutes were ratting them out to the police to take back the market! So I am not saying that it is unlikely that macho Turkish men would be pining after our heroine, here, but rather that they would be so readily accepting it in public when, say, someone mentions it, or they would just simply blush when their desire is found out... We're talking about a highly homophobic society here, and these men, no matter how much they like the "girls" would be enraged if such things were insinuated about them. So let's leave all that behind, and say that the book is meant to be a romp, in this respect. It's meant to be tongue-in-cheek, with a hint of wishful thinking. The main character and many of the other characters, especially the girls, are all very stereotypical. Again, let's say this is due to the fact that all of this is a bit like a drag queen show; you go for the over-the-top effect. Some characters, though again a bit too stereotypical, are done well. The nosy neighbor of Sabiha Hanim, for example, is spot on. The main character is well developed and after a while one can start to see the world through his/her eyes. The plot did not bother me as much as it seems to have bothers others. I thought it was plausible (though what happens in the end at the mosque is highly unlikely) and there were enough twists and back stabbings to last for another book. So why not, say, four stars? Several other people mentioned this and I will try to address it more thoroughly: The writing. I am waiting to get another one of Somer's books to see if the problem might have been the translation. I will read the next one in Turkish and see if the choppy feel that dominates throughout the book is due to translation. Some things in the translation were done well, though. For example, the sen/siz (the familiar you and the formal You) issue is hard to explain, but I thought the translation did a good job with it. But other times, too many times, the narration fails to flow and sometimes even gets confusing due to awkward language. I don't think translation is the only thing to be blamed here, though. I think the main problem with the narration was that it was told in first person. First person narration is very hard to do well and in many cases it is tiring and flat out annoying to read after a while. The writer could have easily focused on the main character, kept the reader and the main character in the dark just the same, with third person narration, which I think would have helped the flow. I understand that a noir detective story is usually told in first-person, but the limitations of this narrow point of view and the lack of a personal voice (due to the narrator and the main character being the same voice) cause the story to suffer. Basically, it it were written better, either a better translation and/or better narration, it would have been a four.
Sen git o kadar hızlı arabadan atla, sonra en önemli adamın korumasını döv! sonra eve git duşunu al yat, ne kolun çıksın ne bir yerin kırılsın. Baş karakterin doğa üstü güçleri var sanırım. Bir de ayrıntıya boğulduk yine. Bir de önüne geleni küçük görmesi, sinir etti beni.
Serini aslında ilk kitabı ancak ikinci olarak basıldığı için ben de ikinci sırada okumuş bulundum. Ne yazık ki Peygamber Cinayetleri'ndeki oldu bitti final burada da var. Üstelik bazı sahneler gerçekten fazla kurgusal olmuş. Ancak Burçak'ın dünyası(Goodreads yorumlarından öğrendim, yoksa iki kitapta da adı geçmiyor aslında) beni içine almış olacak ki, ikinci kitabın konusu neymiş bakayım derken bitiriverdim. Bakalım diğer kitaplarda beni neler bekliyor
"Aynur, kısa ve yaşlı olana durumu anlatıyordu, ben ise yakışıklı ve çapkın olanla süzüşüyordum. Boy, bos, ağız, burun, bakışlar, eller, yani kısaca fevkaladeydi. Sert bir çenesi, çok şey vaat eden bir burnu vardı. Yazlık kısa kollu ve açık yakalı gömleğinden göğüs kılları gözüküyordu.. Yutkundukça yukarı aşağı hareket eden kocaman bir ademelması vardı. İri elleri temiz ve bakımlıydı. Üniformasız olsa o iş kesindi, ama üniforma sevmem, hele polis üniforması olursa hiç sevmem. Yani, tabii Yunuslar istisna teşkil ediyor, o ayrı mesele. Motosiklet üzerinde, biri önde, diğeri arkadan ona sarılmış. Ay!"
Çok tuhaf ve farklı bir kitaptı, ama aslında hoşuma gitti. Yazarın tarzı çok eğlenceli ve rahatti, kitabı her açtığım kere ona kolayca dalabilirdim. Hem de şimdiye kadar buna benzer bir konuda hiçbir kitap okumayıp biraz endişeliydim, fakat okumak için zor bir kitap değildi. Diğer kitapları bulabilirsem memnuniyetle okurum.
Το συγκεκριμένο βιβλίο μου θύμισε λίγο ταινίες του Αλμοδοβάρ. Ήταν αρκετά ιδιαίτερο και διαφορετικό. Μια εξερεύνηση στον κόσμο των τραβεστί της Κωνσταντινούπολης, με άφθονο χιούμορ, με ερωτικά σκάνδαλα πολιτικών προσώπων, με εκβιασμούς, μαφία, απόπειρες απαγωγής και δολοφονίες. Ήθελε όμως περισσότερη δουλειά η πλοκή του, γιατί ήταν αρκετά υποτονική και έκανε μικρές κοιλιές. Μου άρεσε πολύ ο ανώνυμος αφηγητής με την διπλή ζωή του. Την ημέρα προγραμματιστής υπολογιστών, την νύχτα ιδιοκτήτρια gay bar. Η περιγραφή του τον έκανε αρκετά ρεαλιστικό και ανθρώπινο. Θα διαβάσω σίγουρα και το επόμενο.
Serinin ikinci kitabı olan Buse Cinayetleri’ni ilk kitaba göre daha çok sevsem de ilk kitaptaki polisiyenin basitliği ve finalin aceleye getirilmesi bu romanda da var. Yan karakterler ve atmosfer yine çok eğlenceli. Burçak ilginç bir karakter. Umarım daha da derinlemesine tanırız ilerleyen kitaplarda.
Despite the fact that I never read murder mysteries or spy thrillers, I picked this one up because the stylish cover illustration promised something a bit more exotic. I was expecting a cross-pollination of "The Avengers," "To Wong Foo…" and that madcap international caper film, "Topkapi," but what I got was a pretty standard whodunnit with a fairly engaging heroine and an ending that, unfortunately, I had figured out by page eight.
Not that the book is entirely devoid of charm. The steamy Istanbul locales brought to mind the atmosphere of a Bollywood film, the secondary characters are colorful, the writing style is brisk, and, of course the alluring drag queen protagonist is able to throw shade with the best of them. But none of those things entirely outweighed the fact that this is still pretty formulaic stuff.
I probably would not read other books in the series, although I enjoyed this well enough for what it is - a literary palate cleanser.
Önce bir travesti öldürülüyor, sonra üst kat komşusu. Birbiriyle bağlantılı mı değil mi? Kahramanımız olayı çözerken çok ayrıntıya takılıyor, kendini çok övüyor, çok duş alıyor. Ortaya bir politikacı karışınca kitap biraz hız kazanıyor. İlk okuduğum hikaye kadar beğendim diyemem, bir de bir kaç kez sekste hiç gerekmediği halde rahatsız edici ayrıntı kullanılmış. Burçak Veral bu kitapta ilkindeki gibi cool ve gerektiği yerde erkek, gerektiği yerde trans olabilen bir çizgide değil. Lüzumsuz çıkıntıları olan bir tip. Belki de bu kitap diğerinden önce yazıldığı için yazar karakteri yavaş yavaş oturtabilmiş.
Kitabı dinlemeye başlayalı o kadar çok olmamış ve hatta bitirmeme daha varken, karakterden sürekli Buse ya da Fevzi diye bahsedilmesi çok tekrarlanmaya ve sıkıcı olmaya başladı. Biz Buse karakterini Fevzi olarak görmüyoruz ki sürekli o ismi bilelim, kadın Buse işte, Buse olarak da bu kitapta bir karakter. Neden bu ikilik?
Kıtabin beni merak ettiren tarafı zaten en baştan belliymiş. Çözülmeye çalışılan cinayetin hikayesinden çok karakterin egoist tavırlarını, prensiplerini, cinsiyetcilige varan yargilarini dinlemekten sıkıldım, hatta karaktere gıcık oldum. Gerçi bilerek kendini cok begemnis bir karakter cizildigi belli olsa da hikaye ne yazık ki Burcak'in (adi buymus) detayları asil konudan daha ağır basıyor. Yine de, kitap hem temsiliyet hem de Türk queer edebiyatı acisindan onemli bir kapi açıyor, o sebeple 2.5 yıldız
İlk kitaba göre fena değildi.. Ama polisiye gibi değildi yani her şey herkes ortadaydı. Pek bir gizem yoktu. Daha çok travestilerin hayatı üzerineydi. Kitabı merak edip okuma(dinleme) nedenim karakterin adıydı. Her ne kadar bu kitapta adından bahsedilmese de baş karakter BURÇAK adında bir travesti :D Gülsem mi üzülsem mi bilemedim.. Gülmeyi tercih ettim :D Eğlenceliydi.. diyaloglar falan :)))
ya aslında 2 puanlık bi kitap değil daha fazlasını hak ediyor kesinlikle ama bir aya yakın süredir dinlediğimden ve çok uzun aralar verdiğimden açıkçası pek takip edemedim. sonunu falan da kesinlikle anlamadım dinlerken telefonda oyun oynadığım için. ama yine de lgbti temsili açısından başarılı buluyorum ve serinin diğer kitaplarını da dinlemeyi planlıyorum.
bakmayın martta başladım okumaya ve 3 gün önce bitirdim ama aslında bir günde okunacak kadar kısa ve akıcı bir kitap. benim eşşekliğim telefondu bilgisayardı laklaktı derken salladım. fakat her elime aldığımda da rahatça yeniden içine daldım. 2000lerde geçen kitapları seviyorum, polisiyeye de gitgide ısınıyorum, hele ki bu kitap gibi, ya da remzi ünal polisiyeleri gibi kendini çok ciddiye almıyorsa ama dil olarak da yalın ve yetkin ise... mehmet ablamız da bizi dünyasına sokarken bir şeyleri gözümüze sokmamış, dozunda tatlı tatlı dünyasını kurmuş, hikayesini anlatmış. merak ve gizem çok sürükleyici olmasa da, baş karakterimiz olayın gizemini çözmekte çok da aktif ve becerikli olmasa da, hem kendini sevdiriyor hem de sonraki maceralar için de umut veriyor. adı üstünde hop çiki yaya, dünyası gayet renkli, rahat ve eğlenceli... sona'dan aldım, okuyunca erol ve selen'e bıraktım; siz de kovalamasanız da bir yerde denk gelirseniz bi dalın çıkın.
Buse isimli travestinin öldürülmesi ile başlıyor maceramız. Bu kez kahramanımız travesti, şantaj çetesi, mafya, siyaset, iş dünyası vs ortasında kalıyor. Zorlu ve kapsamlı bir soruşturma olsa da polisiyeden ziyade dedikodu ve deneme yanılma ile işler yürüyor. Keyifli bir okuma oldu.
Hiç bilmediğim dünyalara başarıyla götürdü beni yazarın dili. Anlatım ve light polisiye olması da tatlı olmuş bence. Daha okurum bu yazarı. Anladığım kadarıyla kitapları çok dile de çevrilmiş, lgbt sıkıntılarını da böyle güzel dile getirmesine çok sevindim. Türk bir yazarin lgbt kitaplarinin dünyada okunmasina da ne kadar sevindigimi anlatamam! Keske yazar olsaydim :)
Kitabi okuyali 2 gün oluyor ve ben baska kitaplara basladim ama hala etkisindeyim, gercekten cok tesekkur ediyorum Mehmet (ya da Murat) Bey'e..
İlk kitaba göre bu kitabı vasat buldum, belki işin içinde birçok kişi olduğundan olabilir ama olayın son 20 sayfada birden , kendiliğinden çözülmesi beklediğimi vermedi açıkçası.Ama M.Murat Somer oldukça eğlenceli bir yazar ve kesinlikle okuru kendine çekmeyi çok iyi biliyor.Karakterin ise sağlamlığı ve kendi karakteri ise transların dünyasına daha farklı bakmamı sağlamıyor değil.
Hop-Çiki-Yaya serisinin ikinci kitabı olan Buse Cinayeti'ni, dinleyip de beğenmediğim kitaplardan sonra biraz daha "bilindik sulara" dönme isteğim sonucu dinledim. İlk kitapla aynı kişi seslendirdiği için hiçbir yabancılık çekmedim (Ahmet Ümit'te farklı kişiler olduğu için Başkomser Nevzat'ta uyum sorunu yaşamıştım). Bu yüzden bana kalırsa seri kitapları hep aynı kişi seslendirmeli.
Hop-Çiki-Yaya nedir peki? Homojondergi'de yayımlanan bir yazıda şöyle açıklanıyor:
Yazarımız bir röportajda bunu şu şekilde açıklıyor; 1950 İstanbul kız kolejleri spor karşılaşmalarında "hop çiki yaya nümayiş çok yaşa" gibi bir şey dermiş. 1950 sonrası Nişantaşı kadınlarıysa davranışlarında ayıplanan bir durum karşısında "Ay, çok ayıp." yerine “Hop çiki yayalık yapma” demeye başlamış. O dönemler eşcinsel yerine queer denir, eşcinsel-gay kelimeleri kullanılmazmış. 1960’larda ‘hop çiki yaya’ plaklarda alt başlık olarak kullanılmaya başlanmış. "Şarolo" yani eşcinsel olarak kullanılmış. Sonuç olarak, Hop Çiki Yaya diyerek hem geçmiş kuşağa saygı hem de eşcinsel karşılığın gündeme girmesi için seri ismi olarak seçilmiş…
Önce konusu:
Ortada iki cinayet: Buse ve öldürülen yaşlı komşu kadın; bir şantaj çetesi, adı bile duyanı ürperten Süreyya Eronat, sansürcü gazeteciler, kendilerince gizlemelerine gerek olan ilişkiler yaşamış bir dolu iyi-kötü ünlü adam vardı. Hepsinin üstünde, gözümü korkutma konusunda elinden geleni yapan Sofya vardı. Her şeye bulaşan, yaptıklarının artık sosyal dedikodu merakını aştığına inandığım Hasan ayrı bir meseleydi. Zekâsı ve azmiyle, vahşice işlenen seri cinayetlerin üstesinden gelen kahramanımız, eğitimli, kültürlü, sanattan anlayan, yaşamdan zevk almayı bilen, tutkulu, bakımlı, atletik yapılı, gerektiğinde 'aslan gibi delikanlı' bir travesti…
Birinci kitapla benzer şekilde, adını bilmediğimiz protagonistin (sonraki kitaplarda açıklanıyor) bir arkadaşının öldürülmesi ile başlıyor kitap. Asıl adı Fevzi olan Buse, zamanında önemsiz ama şimdi çok önemli bir kişiyle ilişki yaşamış ve bu anları da kameraya almıştır. Kokain çekip de ortalıkta ötmeye başlayınca Buse öldürülmüş ve kahramanımız da olayı aydınlatmak için araştırmaya başlamıştır.
Aslen bir dedektif kitabı olsa da bu konuda biraz zayıf kalıyor maalesef. Protagonist sanki kaybolan bir eşyayı arar gibi katili arıyor ve kitabın konusunda yazdığının aksine özel bir yetenek de sergilemiyor. Benzetmek gerekirse Remzi Ünal'ın bir iki gömlek altında olarak yorumlamak mümkün. Kitabı dedektif değil de sosyoloji kitabı gibi görürseniz daha çok zevk alırsınız, yoksa bir Kızıl Nehirler beklentisinde olmamanızda fayda var.
Kitap +18 yine. Travesti ve eş cinsel merkezli olduğu için değil, bu kişilerin hayatlarında yaşadığı zorluklar, maruz kaldıkları iğrençlikler ve bazı cinsel fantezilerin yer alması sebebiyle böyle düşünüyorum. Kitabı doğrudan "çerezlik" olarak yanlış olacaktır çünkü yukarıda dediğim gibi sosyolojik yönü çok kuvvetli bir seri. Açık görüşlü birisi olmama rağmen benim bile sınırlarımı genişletmemi sağladı. Bunu da bir kazanım olarak görüyorum.
Malum, ülkede eş cinsel görünce kafasına taş yağacağını zannedenler olduğu için öyle herkese tavsiye edemiyorum. Konusu ilginizi çektiyse, biraz daha konfor alanından çıkıp rahatsız olmak isterseniz, okumanızda fayda görüyorum.
Başkahramanı kendini beğenmiş, cinsiyetçi ve tahammül eşiği düşük biri olan; polisiyeden çok, bir travestinin hayatından kesitler şeklinde ilerleyen bir kitap bu bence. Burçak sempatik bir kişi değil, keskin önyargıları var. Kendini çok zeki zannediyor ama okurken bir çok kişinin şıp diye çözdüğüne inandığım mevzuya geç uyanması ve başka bazı olaylardaki tavırları, kendisinin fevkalade ortalama bir zekaya sahip olduğunu ıspatlıyor. Spoiler vermek istemediğim için bu konuda ayrıntıya girmeyeceğim, kitabı okuyanlar nelerden bahsettiğimi anlayacaklardır.
Trans bireylerin ne zorluklar yaşadığına zaman zaman değinen Burçak, bunu yaparken cinsiyetçi bir dil kullanıyor ne yazık ki. Herkese bir kulp takıyor. "Kadın dediğin bu kadar pasaklı olmaz" tarzında cümleler falan. Erkeklerin pis olma hakkı var da biz mi bilmiyoruz? Burçak'ın hayata ve insanlara karşı kini var gibi. Türlü badireler atlatmış insanların böyle davranması sık rastlanan bir şey ama bu zorlukların bir kısmını kendisine yaşatan eski akıl hocası Sofya'yla olan saygı - nefret ilişkisi de ilginç. Kısmi Stockholm sendromu sanırım.
İşin polisiye kısmı kolay çözülüyor. Zaten işlenen mesele, çok klasik bir mevzu. Önemli kişilere şantaj yapan bir çete var ve Burçak bir anda kendini olayların içinde buluyor. Başta belirttiğim gibi, Burçak bazı kısımlarda "Pes" dedirtti gerçekten. Nasıl anlayamadı bazı şeyleri, hayret ettim. Onun dışında, bilgisayar ve karate bilgisini gerektiği anlarda konuşturması iyiydi.
Kitabı okumak çok kolay, üslup sade ve akıcı. Sanat eserlerinden bahsedilmesi hoşuma gitti. Burçak'tan hoşlanmasam da ait olduğu camiayı ilgi çekici bir şekilde anlatıyor. Seriye devam edeceğim.
Not: Peruklu Cinayetler'i okuduğumu daha sonra hatırladım. O daha eğlenceli ve iyiydi.
Yazarın, yazdığı ilk Hop-Çiki-Yaya olmasına rağmen önce Peygamber Cinayetleri'nin yayınlandığını, aslında normalde onun serinin ikinci kitabı olduğunu bir söyleşisinde okuduğum için Buse Cinayetleri ile daldım bu dünyaya.
Dili ile ilgili çok bir şey söyleyemeyeceğim, birinci tekil şahıs anlatıları öyle aman aman sevmediğim için objektif olamıyorum ama akıcılık ve kurgu beni sardı sarmaladı. Tatilin son günü başlayıp, eve döndüğüm aşırı hasta halimle elimden bırakamadım.
Bence bu seriyi İstanbul'un bir alt kültürü olarak okumak lazım. Polisiye işin süslemesi, sürükleyicilik faktörü. Dolayısıyla ikincil baktığım şey. Birincil olan trans/travesti dünyası ise anladığım kadarıyla çok iyi resmedilmiş. Sonunu tahmin edememek iyi bir polisiye işaretiyse, o da bence başarılı olmuş.
Ana karakteri sevmekle birlikte, bazı yan karakterleri daha çok sevdim gibi hissediyorum. Ama ana karakterin beni en çok eğlendiren kişi olduğunu da unutmamak gerek, sonuçta her şeyi onun mizahi gözünden, yorumundan okuyuyoruz.
A Turkish drag queen hunts for a killer among those at her club.
Our heroine is a computer guy by day, drag queen at night. When performer Buse is found dead, and it looks like blackmail, our hero is on the case. Fully dressed, most often like Audrey Hepburn.
The story relies heavily on this unnamed protagonist's efforts to be gorgeous at all times, and almost all of her thoughts focus on herself. She shows a little sympathy for the dead but damn. It gets tiresome.
I think too much of an effort was made to highlight the drag queen humor and too little in the development of a plot. Good effort, interesting setting, but I just didn't like her. Among other things, she struggled with whether to call Buse by her chosen name or by her birth name, usually referring to her as Buse/Fevzi. Just call her what she wanted to be called. Is it that hard?
Hop Çiki-Yaya serisinin ikinci kitabı. LGBT yazını için bence kazanım. Bu serinin bütünüyle İngilizceye de çevrildiğini düşünürsek bence okunuyor kitaplar. Kullanılan dil, akıcılık ve kurgu oldukça iyi.
Serinin ikinci kitabını, birinci kitaba göre daha zayıf bulmakla beraber sayfalar birbirini ardına gidiveriyor. Bu kitapta mantık hatası demeyelim ama en zayıf akıllının bile anlayabileceği basit durumu zehir hafiye kulüp patronu anlatıcımız nasıl anlamaz?
Bir de “de” bağlacı olarak yazılan yerde “-de” eki olması gerekiyordu. Bu kez “a” ları inceltip “e” olarak söyleyen Gönül üslubuna benzer bir durumdan değil bayağı editörden geçmiş bir hataydı.
Genel olarak Mehmet Murat Somer’in dilini beğeniyorum. Zevkle de okuyorum. Tavsiye ederim.
kitap serisini ilk çıktığı zamanlarda almışım. okumaya başlamak için 15-20 yıl kadar geçmesi gerekmiş. :) kronolojik olarak okumaya başlamaya karar verdim. peygamber cinayetleri ardından buse cinayeti'ni bitirdim. ilk kitap senaryo okur gibiydi. sadece birbirine bağlı olayları, detaylarına, neden/nasıllarına girmeden, hızlı hızlı anlatmış yazar. ne karakterleri genel olarak detaylandırmaya ne de olayların birbirleriyle olan bağlantılarını ısıta ısıta ortaya koymaya özen göstermişti. buse cinayeti'nde bu 'acemilik' biraz daha törpülenmiş gibi görünüyor. bakalım kronolojide sonradan gelenlerde durum ne olacak?
Although this book has an original setting, I did not enjoy the story at all. There were way too many secondary characters that were involved in the story but not really. The main character was kind of investigating the murder of their friend, but also seemed to not really be that focused on it. And the worst of all was the reveal of the murderer, which didn't really happen it is just implied. I am still not sure who killed the victim or why they did it. I would give this book only one star but I have to appreciate the originality of making a transvestite your main character and the setting being in a drag club in Istanbul.
I enjoyed the quirkiness of the main character & the uniqueness of a mystery coupled with the fun, campy drag culture (especially since it was set in conservative Turkey). The ending wasn't great, but I'm betting the series will get better as it continues. If it had continued on as it did in the beginning, I would have loved it more. However, this was the first book for the author so I'm going to cut him a little slack. I'm hoping he'll hit his stride with the next in the series & it'll be even better. Onto book #2!
This was a slog and I sometimes had to wonder if I was really reading a mystery novel. Once I got halfway through, saw that it was supposed to be hilarious. I hadn't seen anything that looked like a joke....
And it didn't really feel like she was investigating anything really. There didn't seem to be all that much stakes and I couldn't work out why someone who was being paid to be a white hat hacker wasn't using those skills to investigate this stuff.
This unusual novel is set in relatively modern times in Istanbul. The main character is a drag-queen club owner as well as a detective. The other characters are also dancers and party goers at the club. One of them is murdered and the narrator (lead character) is hot on the case.
The book was translated from Turkish by Kenneth J. Dakan. It is a witty novel with a variety of twists and turns. The attitudes and behaviors of the trans/drag culture are both fascinating and sometimes confusing.
Έξυπνη ιστορία, το βιβλίο είναι μια κατηγορία από μόνο του. Μια τραβεστί στην Κωνσταντινούπολη στην προσπάθειά της να εξιχνιάσει τον φόνο μιας άλλης τραβεστί! Η μαφία της Κωνσταντινούπολης, η λογοκρισία στον τύπο, συντηρητικά κόμματα, ο κόσμος των τραβεστί. Σίγουρα η πλοκή θα έπρεπε να δουλευτεί περισσότερο, βέβαια το βιβλίο εστιάζει στην νύχτα της Κωνσταντινούπολης και ιδιαίτερα στον κόσμο των τραβεστί.
I know this is supposed to be an over-the-top coquettish romp through a murder mystery, but because the suicide rate for transgender people stands at 41% and the life expectancy of transgender people is 30-32 years, it was hard to enjoy the wit and fashion fun. Death at a young age feels all too real for this community.