“İnsanın dramı kişiseldir ama, kişiliğinden değil, toplumsallığından gelir.” Gerçeğin peşinden Türkçenin bütün imkanlarıyla doludizgin giden Kemal Tahir, bu kez “romantik bir başkaldırının soylu şövalyeleri” olarak bir tür klişe haline getirilen “eşkıyaları” konu ediniyor. Yerleşik kanılara meydan okuyan bir roman olarak Rahmet Yolları Kesti, eşkıyalığın acziyet ve ihtirasın birleşmesiyle ortaya çıkan kötücül yüzünü, hırsın cahillikle bilendiği bir kara düzenin içinde olanca gerçekliği ile ortaya koyuyor. Kemal Tahir, destan ve türkülere konu olan, son derece renkli eşkıyalık motiflerinin arkasına saklanan kaba ve kötürüm bir suçun anatomisini çıkararak toplumsal sorunları insan teklerinin dramları üzerinden okuyor.
15 Nisan 1910’da İstanbul’da doğdu. 21 Nisan 1973’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Kemal Tahir Demir. Deniz yüzbaşı olan babası, Sultan II. Abdulhamid’in yaverlerinden. Babasının görevleri nedeniyle ilk eğitimini Türkiye’nin çeşitli yerlerinde tamamladı. 1923’te İstanbul Kasımpaşa’daki Cezayirli Hasan Paşa Rüştiyesi’nde mezun oldu. Galatasaray Lisesi’nde 10’uncu sınıftayken öğrenimini yarıda bıraktı. Avukat katipliği, Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu yaptı. İstanbul’da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, röportaj yazarlığı, çevirmenlik yaptı. Yedigün, Karikatür dergilerinde sayfa sekreteri oldu. Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1938’de Nâzım Hikmet’le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde “askeri isyana teşvik” suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl hapse mahkum oldu. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde yattı. 12 yıl sonra 1950’de genel afla özgürlüğüne kavuştu.
İstanbul’a döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini görevinde bulundu. “Körduman”, “Bedri Eser”, “Samim Aşkın”, “F. M. İkinci”, “Nurettin Demir”, “Ali Gıcırlı” gibi takma isimlerle gazetelere tefrika aşk ve macera romanları, senaryolar yazdı. Fransızca çeviriler yaptı. 6-7 Eylül olayları sırasında tekrar gözaltına alındı. Harbiye Cezaevi’nde 6 ay yattı. Çıktıktan sonra 14 ay kadar Aziz Nesin‘le birlikte kurdukları Düşün Yayınevi’ni yönetti. Edebiyata şiirle başladı. İlk şiirleri 1931’de “İçtihad” dergisinde yayınlandı. Yeni Kültür, arkadaşlarıya birlikte kurdukları “Geçit”, Var, Ses dergilerinde şiirleri çıktı. İlk önemli eseri olan 4 bölümlük “Göl İnsanları” uzun öyküsü Tan gazetesinde tefrika olarak yayınlandı, 1955’te basıldı. Yine 1955’te basılan “Sağırdere” romanıyla adını duyurdu. İstanbul’u bir çerçeve gibi alıp Türklerin Osmanlılıktan Cumhuriyet’e geçişini incelediği “şehir romanları” dizisinin ilk kitabı “Esir Şehrin İnsanları” 1956’da yayınlandı. Bu kitapta Mütareke dönemi İstanbul’unu anlattı. Dizinin diğer kitabı olan “Esir Şehrin Mahpusu” 1961’de, “Hür Şehrin İnsanları” 1976’da basıldı.
Kemal Tahirİlk kitaplarında daha çok köy ve köylü sorunlarına eğildi. Daha sonra Türk tarihinin ve özellikle yakın tarihin olaylarını ele aldı. “Devlet Ana“da, kuruluş sürecindeki Osmanlı toplumu ve yönetim sistemini, “Kurt Kanunu”da Atatürk’e karşı düzenlenmek istenen İzmir suikastini, “Rahmet Yolları Kesti” ve “Yedi Çınar Yaylası”nda ağalık kurumu ve eşkıyalık olgusunu inceledi. “Yorgun Savaşçı”da Anadolu’daki başsız, öndersiz ulusal güçlerin birleşip Ulusal Kurtuluş Savaşı’na başlamasına kadar geçen dönemi anlattı. “Bozkırdaki Çekirdek”te de köy enstitüleri üzerinde durdu. Kemal Tahir’in düşüncelerindeki çıkış noktası Marksist görüş ile Türkiye gerçeği arasındaki bağlantı sorunuydu. Siyasi eylemlere de katılmış bir yazar olarak, Türkiye’de kendi algıladığı siyasal, sosyal, kültürel yapı ile Marksist görüşün sunduğu çözüm arasında bir çelişki görüyordu. Türk toplum yaşamına uymadığına inandığı Batılılaşmaya ilişkin yargısı da bu Marksist çözümü yetersiz bulmasına bağlıydı. Çünkü Marksizim, “Türkiye’de 2’nci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin siyasal ve kültürel uygulamalarını bir ticaret burjuvazisi devriminin sonucu” olarak değerlendiriyordu. Kemal Tahir ise böyle bir sınıfın varlığından kuşkuluydu. Böylece hem Marksist görüşün, hem de Batılılaşmanın ürünü olan Cumhuriyet dönemi resmi tarih görüşünün aşılması düşüncelerini belirleyen temel nokta oldu.
“Devlet Ana”da Osmanlı toplumunun kölecilik ve feodalizmden çok farklı ve insancıl bir temel üzerine kurulduğunu anlatmayı amaçladı. Diğer romanlarında da “Türk insanı ve Türkiye özeli” olgusunu ortaya çıkarmaya çalıştı. Toplumsal gerçekçi çizgide sürdürdüğü yazarlık yaşamında eserlerinde yalın bir dil kullandı. Diyaloglarla zengileştirdi, karizmatik karakterler yarattı. En üretken romancılarımızdan biri oldu.
“Asıl n’olduysa Yüksek Olukluyu öldüren Maraz Ali’ye olmuş, oğlan adamlıktan çıkmış, tabanlarına basamadığından hoplaya hoplaya bir hoş yürümekte, yürümek ne haddine, sürüklenmekte sarı yılan gibi… Fazladan büsbütün imanı gevresin diye iki omzuna dört tüfek yüklemişler, boynuna bir de yamalı kıl torba asmışlar. Dördüncü tüfek, Yüksek Olukluların ‘Adil’i vuran silah’ diye jandarmalara teslim ettikleri gayet eski bir çakmaklı… O kadar uzun ki, kundağı yerde sürünmekte. Torbada kapçıklar, atılmamış mermiler, İskender Ağa’nın iki yüzlü kama bıçağı, bir de kendisinin parçalanan lüveri var.
Ali oğlan bu haliyle insandan başka bir yaratık olmuş çıkmış, âdem giyimleri giydirilmiş Çingen maymununa dönmüş.
Seyircilerle beraber eşkıyaların yanı sıra yürüyen yumurta toplamaya gelmiş iki Ankara tüccarından kara lenger şapkalısı, mahpusların işiteceklerini umursamadan konuştu:
‘İki kişiyi öldüren herhal, şu öndeki kara kazık!’
‘Belli! Herifin suratında hiç nur var mı? Baksana domuz suratı…’
‘Arkaları sıra yürüyen, itleri mi ne?’
‘Burası nasıl memleket ki, bu pisi de eşkıya niyetine tutup demire vurmuşlar.’
‘Sungurlu eşkıyası da Çakırcalı gibi olacak değil ya, işte elverir.’
‘Peki, bil bakalım! Bunalr, neden gezdirirler bunu yanlarında?’
‘Bilmeyecek ne var! Köroğlu hesabı… Dağ başıdır. Bunlara da bir Ayvaz gerek…’
‘Ayvaz’ın işi?’
‘İnce hizmet, efendi, gayetle zor bir hizmet…’
‘Kitabın Ayvazı, bir dünya güzeliymiş. Zülüflü bir güzel… Hani bunun zülüfleri?’
‘Sen, bunun zülüflerini Çorum Cezaevi’nde görmelisin. Bu oğlan, mahpus damında açlıktan gemini geveleyen çok Müslümanın duasını alır.’
Güldüler, iç çeker gibisine… Yalandılar.”(s.342)
This entire review has been hidden because of spoilers.
Grek tragedyalarında kahraman kadere, tanrılara karşı çıkan kişi, Türk kültüründe ağalığa isyan eden, hükümete meydan okuyan, adaletsizliğe karşı baş kaldırıp dağa çıkan, yiğitliği ve cesaretiyle nam salan eşkıya… Kemal Tahir bu romanı bizdeki bu eşkıyalık merakının, kahramanlık mitinin gerçek yüzünü anlatmak amacıyla yazmış belli ki. Fakat kitabın en çok sevdiğim tarafı yapılan eleştirinin eşkıyalıktan çok bir ideoloji olarak eşkıyalığın, hatta daha da ileri gidersek “yiğitlik söylemi”nin neye hizmet ettiğine ışık tutması.
Romanın daha en başında, kitaptaki belki de tek sağduyulu kişi olan Bektaş Emmi’nin ağzından eşkıyalık somut iktidar ilişkileri içine, toplumsal bağlama yerleştiriyor. Eşkıyalık iktidar boşluğundan kaynaklanır: “Eşkıya devri hükümetin hasta olduğu sıradır. Aslında hükümet kısmı bir vakit ölmez, arada bir hastalanır. İnsan gibi canım! Hükümeti sıtma tuttuğu zaman eşkıya başkaldırır. Sulfata yutup yahut ki bir zorlu dedeye sıtmasını bağlatıp dirildi mi hükümat, bu kez marazlanmak eşkıya sürüsüne düşer”.
Romanda bir ağalık sistemi eleştirisi yok. Bir eşkıya eskisini ve onun iki fukara arkadaşını silahlı soyguna sürükleyen planın sahibi kasabanın çerçisi, “iki yıl önce köyün birinciye gelen zenginlerinden Şükrü Ağanın kocalı kızını baştan çıkarıp resmen alan” Çerçi Süleyman bir tüccar. Ve kurduğu planın amacı çerçilik işinde kendisiyle rekabet etmeye kalkışan nüfuzlu Alevi dedesinden intikam almak.
Yiğitlik söylemi ticari kapitalizmin toplumsal ilişkiler üzerinde ağırlığını duyurmadığı bir devrin söylemi, paraya kıymet vermemeye, şiddet rejiminin devletin egemenliğinden kısa süreliğine de olsa kurtulabildiği bir devre duyulan özleme dayanıyor:
“Eskiden mavzer tüfeği hüküm yürütürdü. Şimdi, oyasına tükürdüğüm bankanot paranın fermanı okunuyor. Kötü cüzdan, Alaman çıplağından, Osmanlı mavzerinden daha zorlu... Böyle bir iş nasıl olur? Lakin bizim rahmetli Kürt Hamo evliya gibi bir Kürttü, Süleyman Ağa, “Gün gelecek para denilen mülevves, cihan pehlivanlarının sırtını yere getirecek,» derdi. Kürt haklıymış canım, Kürdün lafı büyük! Bugün fukara oldun mu çamurla birsin. Kur’andan okusan, «Hele rezil, şu akıllı gibi bir laf mı?»derler. Fukaralık maskaralık..."
Köylünün ağzında dolaşan soyut eşkıyalık ideolojisinin, yiğitlik söyleminin, “eski güzel günlere” duyulan özlem nasıl çıkar ilişkileri ağına takılıp madara olduğunu, basit ve acıklı bir suç hikâyesi üzerinden, bir eşkıyalık paradisi üzerinden ustalıkla anlatıyor Kemal Tahir. Her zaman olduğu gibi diyalog yazma konusunda o kadar usta, gerçek insanları konuştururken o kadar rahat ki “yazar” sesiyle konuşması gereken yerlerde de kahramanların ağzından konuşmayı bırakamıyor.
Türkçede artık eskimeye yüz tutan "ismiyle müsemma" deyişini çok severim. Bir kitaba ad koymak, bu adı kitabın içeriğine uydurmak pek güçtür. Kimi zaman da öyle başarılı adlar koyulur ki kitaplara; ad, kitabın dahi önüne geçer. "Rahmet Yollar Kesti" işte bu soy bir ad. Okuyunca hak vereceksiniz.
Kemal Tahir'in sözünü sakınmayan, olanı olduğu gibi gösteren, hoşa gitmeyecek korkusuyla birtakım kişileri ve olayları idealize etmeyen gerçekçi tarzını çok seviyorum. Okuduğumuz bunca romanda kent insanın türlü rezilliklerine pek şaşmayız da; yıllarca kafamızda yarattığımız saf, masum, dostâne, cömert, dürüst köylü imgesini zedeleyecek satırlara şaşarız. Hâlbuki insan her yerde insan değil midir?
Kemal Tahir, bu ezberi bozuyor, yerle bir ediyor. Saflıkla, bozulmamışlıkla özdeşleştirdiğimiz taşrada ve taşra insanında anlattığı kepazeliklerini gördükçe sarsılacaksınız. Bütün bu olaylar elbette Kemal Tahir'in düşgücüyle epey süslenmiştir ama kökünde, özünde hapishane yıllarında koğuşta diğer mahkûmlardan dinlediklerinin olduğunu tahmin etmek hiç güç olmasa gerek.
Bir İstanbul çocuğu olan Kemal Tahir, köylünün gözünde para, kadın, din vb kavramların ne ifade ettiğini bu denli iyi kavrayabilmesini, kuşkusuz kurduğu bu mahpushane dostluklarına borçlu. Aksi hâlde bir İstanbul çocuğu bunca halk deyişine, söyleyişine ve sözdağarcığına nasıl böylesine hâkim olabilirdi?
Romanın biçemiyle ilgili de söyleyecek birkaç sözüm var. Rahmet Yolları Kesti'nin karmaşık kurgusunu tümüyle anlamak güç. Bir kere, romanın kilit kişilerinden Çerçi Süleyman, öylesine karmaşık, öylesine şeytanî bir tasarı kuruyor ki, "şeytan bile yanında yedi kere zemzemle yunmuş kalıyor". Kitapta, genel olarak olay anlatımı ve sahne betimlemesi yok denecek denli az. 343 sayfa boyunca tümüyle kişilerarası konuşmalar sıralanıyor desem yalan olmaz. Tabii tiyatro metni gibi her sözün öncesinde söyleyenin adı yazmadığı için, bazan ikiden fazla kişinin bulunduğu sahnelerde kim ne söylüyor izini sürmekte güçlük çektim. Ama dikkatli bir okumayla üstesinden gelinemeyecek bir durum değil.
Anlattığı hikâye kadar, çektiği Anadolu fotoğrafıyla da etkiledi beni Rahmet Yolları Kesti. Edebiyatımızda, hatta arkadaş ortamı konuşmalarımızda bile pek işlenmeyen, dokunmaktan çekinilen pek çok konuya değinmiş Kemal Tahir. Namus kavramı, köylünün cinselliği, Alevilik, Alevi-Sünni ilişkileri, köylünün kadına -hiç de olumlu olmayan bakış ve yaklaşımı- ve köylünün devlete bağlılığı ve güveni gibi pek çok tabunun üstüne örttüğümüz örtüyü aralamış. Bu bakımdan, bir roman kadar; sosyolojik ve folklorik bir kaynak eser gözüyle de bakarak okudum.
Kemal Tahir mutlaka okunmalı. Edebî birikiminize pek güvenmiyorsanız birkaç yıl bekleyebilirsiniz ama sonuçta muhakkak okuyun. Okutun.
Kemal Tahir deyince müthiş bir gerçekçilik hatıra gelir. Şöyleki: bu romanda özellikle görüldüğü üzere bir tane dahi iyi karakterin olmaması gibi. Ya da özellikle bu romanın vurgusu olan: onca Uzun İskender, Kuru Zeynel, Katır Adil efsanesine karşın bu eşkiyaların aslında ne tiynette insanlar olduklarını okuyucunun yüzüne çarpar. Uzun İskender basiretsizdir, her denilene inanır, Katır Adil korkaktır gibi. Aralarında tek cesur olan, onca mihnete yüksünmeyen, dişe dokunur eşkiyalığı yapan Maraz Ali olmasına rağmen halk tarafından onun bir gözcü-yancı çocuk olarak görülmesi de "Yiğit nam için yaşar"a bir göndermedir bence.
Kemal Tahir romanlarında anafikir vesaire aranmaz. Okunur, o sayfalara kapılınır ve anlatılan anlanır. Ama yazılma amacıyla ilgili ne anladığımızı söylemek gerekirse: Kuvayi Milliye çeteciliğine çok dokunmadan çeteciliğin, eşkiyalığın kahramanlık veya yiğitlik olmadığını; bunların namının yapay olup kulaktan kulağa büyüğüdünü anlatan bir eserdir. Gerçek ile namın örtüşmediği gözlenir. Esasen bunun da sebebi olarak kitabın girişinde yapılan alıntı net olarak açıklayıcıdır: "Ahlak düzeni sağlam olmayan ve soyguncularıyla başak çıkamayan bir toplum -ruhunda artakalmış barbarlık duygusunun da baskısıyla- soyguncularına karşı hayranlık duyar."
Marksist söyleme göre nasıl ki polis-asker gibi baskı unsurları sermayenin zor kullanım araçları ise tıpkı onun gibi eşkiyalar da ağaların feodal güç sahiplerinin ellerinde paranın kuvvetiyle ele aldıkları ve köylü üzerinde kullandıkları bir baskı unsurudur.
Bütün bu ciddi konuları bir tarafa bırakırsak roman en klasik şekilde bir Kemal Tahir üslubuna sahip. Kendisi de yazarken çok eğlenmiş olmalı. İskender, Zeynel ve Adil'in ya da Kavat İbrahim, Çerçi Süleyman ve İstidacı Bilal'in kendi aralarında konuşmaları esnasındaki birbirlerine yaptıkları ağır şakalar beni okurken çokça güldürdü. Kaldı ki komik olanlar dışındaki diyaloglar da Kemal Tahir'e has kelimeler ve terkiplerle süslü harika anlatım.
Ben Kemal Tahir'i Türk edebiyatının Quentin Tarantino'su şeklinde vasfediyorum naçizane. İkisinde de kör göze parmak misali kendilerine has motifler görülür her işlerinde. İkisi de belli konuları abartmayı çok severler. Ve anlatamadığım ama sezdiğim, farkettiğim daha bir çok benzerlik.
Rahmet Yolları Kesti Kemal Tahir’in eşkıya karşıtı romanı. Genelde ağalık düzenine karşı duran, adaletsizliğe başkaldıran “iyi” eşkıyalar okumaya alışmışken bu kitaptaki eşkıya grubu bunun tam tersi. Zaten kendisi de toplumda aydınların bile eşkıyalığa bakış açısının bu yönde olduğunu tespit ettiği için yazdığını söylüyor bu eseri.
Muhtar Arif Ağanın kızını kaçırmak isteyen Uzun İskender’in ve yanındaki bir grup eşkıya eskisinin macerasını okuyoruz. Uzun İskender’i de bu işin içine Dede Kasım’la çıkarları çatışmaya başlayan Çerçi Süleyman sürüklüyor. Bu macera sırasında hem biz hem de 16’sındaki Maraz Ali eşkıyalığın bütün inceliklerini (!) öğreniyoruz.
Bunun yanında Kemal Tahir’in diğer eserlerinde de olduğu gibi halkın kadına, din adamlarına bakış açısı, parayla ve güçle ilişkileri de kitapta yer alıyor. Alevi-Sünni köylülerin birbirlerine karşı önyargılarına da romanda yer vermiş.
Kemal Tahir’in birkaç kitabını okuyanların alışık olduğu gibi; yok denecek kadar az betimleme bolca diyalog bu eserde de karşımıza çıkıyor. Ve yazarın karakter oluşturmadaki yeteneği o kadar muhteşem ki sanki her karakter ete kemiğe bürünmüş, karşınızda ve siz okudukça sinirleniyorsunuz.
Bir Kemal Tahir romanının tüm hasletlerine vakıf: Akıcı, harbi, seksist. Ama konu olarak çok atipik: Yaşar Kemal'in İnce Memedde yarattığı eşkıya ethosunu delik deşik ediyor. O Anadolu irfanının ardında kuma getirilmeye çalışılan ufacık ergen kızlar, arkadaşını satan eski eşkıyalar, Alevi Sünni çatışması, kasabalarda iktidar mücadeleleri... Bana Clint Eastwood un Unforgivenını anımsatan ama sonu o derece vurucu olmayan bir eser. Kesinlikle sıkılmazsınız ama bir Esir Şehir Üçlemesi, bir Kurt Kanunu etkisi yapmıyor tabi
Bazı kitaplar vardır, son sayfayı çevirdiğinizde devamı varmış gibi hissedersiniz. Rahmet Yolları Kesti de o kitaplardan biri. Maraz Ali'nin hikayesinin bitmediğini, devam ettiğini düşündüm ama ne çare ki öykünün devamı okura bırakılmış.
Dönem köylüsünün cehaletini, para sahibi olanların entrikalarını ve bu entrikaları gerçekleştirmek için fakir köylüyü nasıl kullandığını anlamak için nefis bir eser.
Kalem kuvvetli dil kıvrak! Peki ne der bu dil bu kalem, neyi anlatır? Kalemi de dili de övemeyeceğim kadar kötü bir hikaye. Toplumsal gerçeklik şık bir tanımlama ama bence heyhat boş... Düzeni korumak, var olan sistemi korumak adına insanı karala! Olmamış olmaz da! İnsan ne kahramanlardan ne de eşkiyalardan bir şey öğrenip de aydınlanmalı. Açık ve net HAYIR!
İlk okuduğum Kemal Tahir kitabıdır ve bende ister istemez Yaşar Kemal gibi mi olmaya çalışmış acaba hissine sebep oldu. Ancak Yaşar Kemal'in o tasvirleri, o betimlemeleri vs hiç biri yok. Kitabın neredeyse tamamı karşılıklı konuşma halinde. Hatta bazen o kadar çok kişi konuşunca bunu kim diyor diye karıştırdığım zamanlar oldu.
Kitabın meselesi yine bildik ağalar, eşkıyalar, fukara halk arasında baskın ağanın çakallıkla kendisine en sadık olanları bile satarak -ki bu sadık kesim ufak çocuk bile olsa mühim değil elbette ağamız var olsun sağ olsun- toprak, mal, mülk peşinde hain planlar yapmasını ve sonuçlarını okuyoruz. Planları elbette başta okur olarak bilmiyoruz.
Kitabın dilinde bana tuhaf gelen bir iki nokta vardı. Yaşar Kemal okuduysanız bilirsiniz kırsal kesim adamı ana, bacı meselesi üzerine şaka yollu bile olsa laf etmez çünkü bu adam öldürme sebebidir. Ama bu kitapta herkes karısını satmaktan, yok efendim kavatlıktan, pezevenklikten daha bilimum ahlaksız şeylerden karılarını, ana ve bacılarını katarak bahsediyorlar. Kaldı ki zaten karısını satarak para kazanan biri de var. Bu tarz bir şey Osmaniye taraflarında olsa -ki olmaz demiyorum kesin olur- ama öyle ulu orta konuşulmaz. Konuşanı vururlar. Tuhaf geldi. Buraların adamları normalde mi böyle yoksa Kemal Tahir kinaye mi yapmış bilmiyorum.
Romanın birçok kısmında konuşmalardan tam olarak kafam şişti. Ve bana kalırsa bu uzun uzun konuşmalar ilerleyişi de çok yavaşlattığı için bir miktar sıkıcı bir roman olmuş.
Ne bekleyeceğimi bilmeden başladım, şaşırarak okuyup eski romanlar için bir kez daha minnetle doldum. Ne bir kıytırık duygululuk, ne bir mıymıntılık... Zargana gibi esnek ama dikine uzanan bir hikâye hattı, neredeyse görsel bir temsil izliyormuşçasına gerçekçi bir atmosfer tasviri, bir an dinmeyen, hatta her hızlanışında daha da köpürüp taşan coşkun bir dil motoru ve Türkiye tarihinin, Türkiye toplumun bir kesitini, o kesitin meselelerini mükemmelen kerteriz almış tematik bir istikamet. Siyaseten doğruculuğa meyledip de kendi kendini hadım etmemiş, kanlı canlı, vahşi bir roman.
Simdiye kadar okuduklarim icinde en eglenceli en komik Kemal Tahir kitabi diyebilirim. Hem sürükleyici, elinden birakamiyor insan; hem de eglenceli, kahkaha atarak okuyorsun.
kemal tahir'den müthiş bir toplumsal gerçeklik romanı daha. eşkiya ve halk arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor. eşkiyaya olan hayranlığın çaresizlikten, cahillikten, devletin zayıflığından kaynaklı olduğunu muazzam bir yağmur atmosferinde aktarıyor. mutlaka okunmalı.
Rahmet Yolları Kesti, Kemal Tahir’in eşkıyalık temasını ele aldığı bir roman. Olaylar, Milli Mücadele sonrasındaki erken Cumhuriyet döneminde Çorum civarında geçiyor ve devletin yeni yeni otorite kurmaya çalıştığı bir geçiş dönemini işaret ediyor.
Yazar bu romanda eşkıyayı romantize etmiyor. Yaşar Kemal’in romanlarında sıkça gördüğümüz, halktan yana ve vicdanlı “iyi eşkıya” tipinden farklı olarak, burada eşkıyalar daha sert, çıkarcı ve zaman zaman acımasız. Yazar, eşkıyalığı bir kahramanlık hikâyesi değil, adaletsiz ve bozuk bir düzenin sonucu ortaya çıkan toplumsal bir sorun olarak ele alıyor.
Kemal Tahir’in üslubu yine çok belirgin. Neredeyse hiç betimleme yapmadan, büyük ölçüde diyaloglar üzerinden ilerleyen bir anlatı kuruyor. Anadolu insanının dili ve zihniyeti konuşmalar aracılığıyla doğrudan okura geçiyor.
Kemal Tahir’in diyalog gücünü ve toplumsal bakışını seven okurlar için etkileyici bir okuma.
Kemal Tahir, favori yazarım. Ben üstadın bilhassa Çorum köylerinde geçen, kötü köylülerle, zalim, yalancılarla dolu kitaplarını seviyorum. Hele bu kitabın bazı yerlerinde öyle bir keyif aldım ki. Yazarın o insanları konuşturması, anlatım gücü bana edebi zevkin doruklarını yaşattı. Diyaloglar… Özellikle Kasım Dede’nin huzurunda, her şeyin başladığı o anın gerilimi o kadar kuvvetliydi ki, masamın başında ben de hissettim oradaymışım gibi. Bu kitabın İnce Memed’in bir antitezi gibi görülüp sadece bununla anılması büyük haksızlık. İkisi de çok kuvvetli, tek solukta okunan yapıtlar. Tabii İnce Memed için uzun bir tek soluk gerekli. Çerçi Süleyman, Kuru Zeynel, İstidacı Bilal, Katır Adil, Uzun İskender Ağa, Maraz Ali… O kadar kuvvetli karakter var ki bu kitapta, okumayan çok şey kaybeder bu büyük yazarı ve harika kitabını.
"Yiğitlik hak vergisidir, yaşa bakmaz ve de bir vakit battal olmaz."
Kitap benim gözümde Kemal Tahir'in yerini hem çok yetenekli bir romancı olarak hem de her şeyden evvel gerçekçi bir marksist olarak sağlamlaştırdı. İnce Memed'e bir cevap olarak değerlendirilse de roman aslında bütün bir kahraman eşkiya (Robin Hood'undan Köroğlu'suna kadar) anlatısını karşısına alıyor. Somut bir iktisat ve devlet tahlili sonrası eşkiyalığın kaynağına iniyor.
Bu "resmi" yorumu yaptıktan sonra ekleyeyim, çok komik bir roman. Yani Kemal Tahir'in diyaloglarını sevenler her romanını gülerek okuyordur ama burada karakterlerin kendi aralarındaki sohbeti inanılmaz keyifli okunuyor.
Tavsiye ederim. Ediyorum. İnce Memed de çok güzel onu da okuyun ama o destan, bu gerçek. "Nesi gerçek bu da kurmaca?" demeyin, Hemingway (a.s.) buyuruyor, iyi romanların özelliği budur, gerçekten daha gerçek hissettirirler diyor.
Hiçte haddime değil böyle ustalar hakkında inceleme yapmak. Ama burda duygumuzu, heyecanımızı paylaşmamak olmazdı. İnce Memed den sonra okumaya karar verdim kitabı ve şimdi nasip oldu. Beklentim büyüktü, karşıladıda. Fazlasıyla akıcı, bir çırpıda okuyabileceğiniz kitaplardan. Bazı yorumlara baktığımda okuduğum, İnce Memed e karşılık olarak yazıldığı, tamamen bir birinini karşısına alan iki eser olarak görmedim ben. Kötü orda da kötü burda da. Aksine Anadolu'da eşkıyalık kavramına bakarken resmin tamamının görülmesi açısından ikisininde kesinlikle okunması gerektiğini düşünüyorum. İyi okumalar, sağlıcakla kalın.
“Dahası, bir adamın kendisi kötü olmakla malı diğerine helal sayılmaz. Mal Allah vergisidir. Aman, dokunmayacaksın. Herif hınzır olur da mirasçılarından biri ya ermiş evliyaysa?”
“Küfredince rahatlayıp gülümsedi. “Sahi ulan! Şu küfrün canını seveyim. Dünyada bir iyi şey var: küfür… Ona günah demişler. Halbuki küfür gibi zorlu şey yok… Eskiler ne demiş? ‘Küfür yiğit kısmının yürek yelpazesidir. Küfrü sırasında bir güzel eder de ferahlar.’ Bu laf debdebeli n’olacaksa… Bunlar Kuran lafı gibi bir laflar…”
“Beğenip de yapmaktan korktuklarını, ‘Bir ucundan biz de yapışalım,’ demeden başkasında seyretmek biraz kalleşlik ama kolay…”
Bu romanın, Yaşar Kemal ‘in ince Mehmed’ine karşı bir nazire olarak yazıldığı söyleniyor. Köyün zalim ağasına karşı gelen eşkiya yerine, kürk hile ile birbirini kandıran köylü ve eşkiyayı anlatıyor. Roman fazla didaktik, bu bölümleri bazen sıkıcı derecede uzatılıyor. Köylüyü aşırı çıkarcı, birbirinin kurdu olarak gösteriyor. Neredeyse olumlu bir karakter yok gibi.
Türkiyenin ruhunu yansıtan büyük müesser Kemal Tahir’in, eşkiya ve soygun düzeni çerçevesinde Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında köylülerin hâlet-i ruhiyesini mukayese eden akıcı romanı.
“Ne oldu, ne bitti. Rahmet yolları kesti ama neden kesti? Alevilerin dedesinin yüzü suyu hürmetine mi? Yoksa eşkıyalığın bitmesi niyetiyle mi? Tövbe haşa Allah karışmaz böyle işlere. Bir Maraz Ali eşkıyalık zagonuna uygun davrandı, onun da sonu farklı olmadı.”
This entire review has been hidden because of spoilers.
Anadolu’daki eşkıyalık, köy yaşamı ve devlet otoritesi arasındaki gerilimleri işleyen bir roman. "Dağdaki haydutları" ve onların toplum tarafından nasıl algılandığını, köylünün eşkıyaya duyduğu hem korkuyu hem de hayranlığı anlatıyor Tahir. Andre Maurois’ten yaptığı şu alıntı kitabın tonunu belirliyor: “Ahlak düzeni sağlam olmayan ve soyguncularıyla başa çıkamayan bir toplum, soyguncularına karşı hayranlık duyar.”.
Roman, Kulveren köylülerinden Bektaş Emmi ile Çerçi Süleyman’ın hizmetkârı Maraz Ali’nin diyaloğu üzerinden açılır. Bu konuşmalarda eşkıya türküleri, köyler arası kavgalar, savaş anıları ve “yiğitlik” üzerine halk anlatıları iç içe geçer. Özellikle Maraz Ali’nin hayali -silah edinmek, nam salmak, “dağ padişahı” olmak- Anadolu taşrasında eşkıyalığın bir tür toplumsal “erkeklik miti”ne dönüşmüş halini gösterir.
Tahir, tarihsel arka planı (Kurtuluş Savaşı, asker kaçaklığı, aflarla birlikte dağa çıkanlar) romanın dokusuna yedirerek bireysel hikâyelerle toplumsal yapıyı aynı anda gözler önüne seriyor.