Bahar Eriş, modern zamanların Sylvia Plath’ı olan Zeynep’in hikâyesini içe işleyen bir duyarlılıkla kaleme alıyor. Okuru kimi zaman eğlenceli, kimi zaman hüzünlü ama ne olursa olsun umutlu bir yolculuğa çıkarıyor. İnsan ruhunun küçük kusurlarını ince bir mizahla işlerken, arka planda kendisiyle yüzleşen, kendisini yeniden inşa eden bir kadının zaman içindeki dönüşümünü büyüleyici bir kameradan yansıtıyor. Zeynep, insanın farklı kimliklerini bulmasının yollarını ararken, acıyı, melankoliyi, içimizde taşıdığımız ve sonra birbirimize aktardığımız üzüntüleri, adım adım yol alarak, kabuk değiştirerek, kendimizi gerçekleştirme çabasıyla dönüştürebileceğimizi gösteriyor. Güneş ışığından örülmüş bir eldivenle yaşama dokunulabilir mi? Dokunulur, evet. Bahar Eriş, ilk romanındaki her cümlesiyle bunu yapıyor.
Bahar Eriş'i uzun zamandır instagramda takip ettiğimden ve gönderilerindeki diline aşina olduğumdan olsa gerek, kitabı okurken karakterin o olduğunu hayal ederek okudum. Yazarla kitaptaki karakter aynı kişi gibi. Bu başlarda heyecanlı olsa da sonradan biraz sıkıcı hale geldi. Çok klişe bir hikaye, Türk filmi tadında, aslında okuması bu yüzden kolay ve keyifli aslında. Ama kitaptaki kelime oyunları ve yer yer kişisel gelişim kitabına dönüşen kısımları kitabı okuma zevkini azalttı. Yazarın ilk kitabı olduğunu bilerek ve Bahar Eriş'i çok sevdiğimden 3 ⭐️⭐️⭐️
zeynep, başından sonuna kocaman sarılmak istediğim biri oldu. korkularımız, hayata bakışımız o kadar benzer ki. içindeki insanları siyah beyaz olarak ayırma isteği, kırılıp üzülme korkusundan geldiğinden hep o gökkuşağı renklerinden kaçışı olsun, insanlara ne kadar yakınlaşırsa o kadar kırılacağı korkusu olsun... hele aşk. toplumun baskılarına, kadınlara yüklediği sorumluluklar listesine bir savaş tekniği olarak baktığı evlenmeyeceğim nidaları. kocaman sarılmak istedim kendisine. zeynep'in kişisel gelişimi ise ne kadar güzeldi bir yandan da. tam olarak o bahsettiği murakami'nin, o kum fırtınasının içinden geçeceksin ve nasıl geçtiğini anlamayacaksın, nasıl hayatta kaldığını hiç anlayamayacaksın alıntısının zihninde dönüşleri. öyle değil mi hayat? içinden geçtiğimiz kum fırtınalarına şimdi olduğumuz yerden bakıyoruz, ben mesela diyorum ki ben nasıl geçtim bundan, nasıl hala ayakta durabiliyorum? zeynep de öyle bir acıda kavruldu ama kendi yolunu o geçmişindeki korkulara bağlayarak durdurmadan çizmeyi başardı. hayatın içinden birini okumak isterseniz kesinlikle tavsiye ederim.
zeynep has been someone i wanna hug tightly from beginning to end. our fears, our outlook on life..so similar. her tendency to see people in black and white, her avoidance of rainbow colors, all stemming from a fear of being hurt and broken. the more she gets close to people, the more she fears being hurt. and love, especially. her cry of “i won’t get married” as a form of resistance against societal pressure and the list of responsibilities imposed on women - it’s her way of fighting. i truly wanted to embrace her. and then, zeynep’s personal growth was something so beautiful in itself. it was exactly like that murakami quote she mentions: “you’ll go through the storm, and you won’t even know how you made it through, how you survived.” isn’t that how life is? we now look back at the sandstorms we once walked through and ask ourselves, “how did i make it through that? how am i still standing?” zeynep burned in pain, too but she managed to draw her own path, never stopping, even when that path was tied to fears from her past. if you wanna read about someone who truly comes from the heart of life, i would definitely recommend this book.
Sonunu bildiğin bir Türk filmini izlemek gibiydi. Baştan aşağı klişe, ama çok akıcı, çok tatlı, çok naif… “Bence sen tutkuyu kötü kişisel gelişim kitaplarından okumuşsun. Tutku öyle çişin gelir gibi kendiliğinden gelmiyor zaten. Tutku dediğin şey merak ve ilgiyle başlar, uzun süre odaklanarak çalışınca gelir. Sırf para için çalışınca bir noktadan sonra ileri gidemiyormuş insanlar.” “Hayat, içinden antepfıstıklarını seçip yiyebileceğim bir çerez kasesi değildi. O güne dek bütün fıstıkları toplamış, ağzımın lezzeti yerindeyken bir kere bile neden ben diye sorma zahmetine girmemiştim. Şimdi fıstığın kabuğu dişimi kırdı diye sızlanıyordum. Kabuk da fıstığın parçasıydı oysa. Ben kabuğu hesap etmemiştim.”
Okurken insanı düşündüren ve aynı zamanda tebessüm ettiren, yer yer hüzünlendiren bir kitap. Karakter ile bağ kurarken duygu akışı yaşanabilen, gençler için tavsiyeleri okurken kendi tecrübelerimle yüzleştiğim sıcacık bir kitap.
Kitaplarda yazarın sesini duymak yerine karakterin sesini duymak bana daha çok keyif veriyor. Gel gör ki Güneşin İki Yüzünde yazarla karakter o kadar benzeşiyor ki sesleri ayırt etmek mümkün olmuyor. Yazarı da, karakteri de çok sevdiğim ve beğendiğim için aslında şikayetim yok. İnsanın kendi yaşadıklarından/hissettiklerinden yola çıkarak yazması olağan ama asıl farkı yaratan bilmediğin, tanımadığın, aynı fikirde olmadığın bir karakteri yaşatabilmek gibi geliyor. Belki mesleği gereği -ya da sonucu- didaktik havadan uzaklaşamıyor. Bahar Eriş'i çok beğeniyorum, çok saygı duyuyorum ve çok değerli buluyorum. Ne yazsa okurum hem de büyük bir keyifle. Diğer taraftan bir gün başkasının ayakkabısını giyerek yazacağı ve amacını/özünü en derine belli belirsiz yerleştireceği romanını dört gözle bekliyorum.
Bahar Eriş'in kendi alanı ile ilgili yaptığı yayınları keyifle takip ediyorum, ilk kez bir kitabını okudum, çok sevdim! Kelimeleri dans edercesine rahatlıkla kullanması, günlük hayatın içine eklediği enstantaneler, esprili dili muhteşem. Türkiye'de bir kadın olmayı ele alırken, bir yandan da içimizi çok yakan bir olaya selam gönderiyor, hatırlatıyor, bir haber olarak kalan olaya içinden bakmaya çağırıyor bizi. Başlarda okurken sesli güldüğüm, sonlarda ağladığım, hızla akan bir roman oldu. İyi ki fuara gidip imzamı da almışım. Gönülden tavsiye.
Güzel kitap, güzel vakit geçirtiyor ama aklımda ne kaldı, bana ne kattı desem 1-2 cümle şle ile anlatamam, kadın erkek ilişkileri, sen plan kurarken yaradanın gülmesine örnekler… Elinde olan güzelliklerin farkında olmak…
Oldukça steril bir kurgu. Sanki her diyalog bir mesaj iletmek için programlanmış gibi. Kişisel gelişim kitaplarına yaklaşmış, fazla didaktikleşip ders veren bir tona bürünmüş. Evet akıcı ve kolay okunur, ama o "sızıntı" dediğin şeyden yoksun. Yaratıcı değil, içten değil; klişe.
Bahar Hanım severek takip ettiğim eğitimci bir yazar. Bir çok kişisel gelişim kitabının yanısıra bu kurgu kitabını da okudum. Akıcı ve güzel ilerleyen bir hikaye. Sadece yıllar önce izlediğin bir filmi tekrar izliyormuş hissi uyandırdı.
Çok eğlenceli, çok komik, çok samimi, çok kadın bir roman. Herkesin yaşadığı ama dillendiremediği duyguları çok güzel anlatmış ve tiye almış. Çok ince noktaları olan çok tatlı bir roman.
Bahar Eriş’in IGdeki kısa postlarını ve diğer kitaplarını sevdiğim için kurgu kitabını da okumak istedim, kah yüzümde gülümseme ile kah duygulanarak okudum. 3.5/5
Asi bir genc kizin aski bulmasi, Anne olmasi, egitimsiz ama bilge annanesi ile muhtesem iliskisi ve kayip, yas, hayata tutunma. Insan olmaya, insan yetistirmeye dair muhtesem bir kisa roman
Bahar Eriş paylaşımlarını sosyal medyada zaten takip ettiğim, üslubunun inceliğini ve açıklama tarzını sevdiğim biri. Birkaç hafta önce yakın bir arkadaşımda kitabını gördüğümde okumak için sabırsızlandım açıkçası.
Geçen haftalarda okudum ve bitirdim. Çok sade, anlaşılır bir dille yazılmış çok hafif okunabilir diyeceğim oldukça sürükleyici bir kitap açıkçası, sevdim mi evet sevdim ama beklentimin biraz aşağısında kaldı diyebilirim. Kitabın atmosferi gayet tanıdık, bizim toplumun yansımalarını çok güzel dile getiriyor. Ama gerçekliğinden biraz şüpheliyim, biraz toz pembe kalmış bence. Tamam baş kahramanımızın eşi ölüyor ama yaşadığı yas sürecini biraz daha detaylı okumak isterdim ben. Kitap kötü değil ama daha detaylı olmasını dilerdim. Dediğim gibi hafif bir eser, okurken rahatsız duygularınızı dürtmüyor. Yazarın kendisi gibi naif bir kitap.
EZİN ÖZDEMİR 15.03.2023
This entire review has been hidden because of spoilers.