Cemal Kafadar bu kitapta bir araya getirdiği dört denemede, on altıncı ve on yedinci yüzyıllar Osmanlı dünyasından oldukça mütevazı dört kişiyi ele alıyor: Babasından kalan arazi üzerindeki haklarını korumak için divan-ı hümayuna başvuran Mustafa adlı Yeniçeri; İstanbul'da günce tutan Seyyid Hasan adlı derviş; ticaret için gittiği Venedik'te ölen Ayaşlı Hüseyin Çelebi; rüyalarını kaleme alarak şeyhine mektupla gönderen ve bu yolla irşad edilmeyi bekleyen Üsküplü Asiye Hatun.
Yazıların her biri ampirik malzemeye, Kafadar'ın arşivlerde ve yazma kütüphanelerinde bulduğu kaynaklara dayanıyor, ancak tarihçinin "uzak gözlüğü" saydığı yöntem, paradigma ve felsefe sorunlarıyla da uğraşıyor. Kitabın genel tematiğini "Osmanlı'da birey" olarak adlandırabiliriz. Kafadar sunuşta, derlemenin mantığını anlatırken, özgün bir tarih felsefesinin nüvesini de ortaya koyuyor: "Aile, klan, cemaat, ümmet içinde erime halinden birey olma haline geçiş, diye özetlenebilecek çizgisel bir hikâye yok. Değişik zamanlarda ve bağlamlarda, kişilerin ben-lik algısının ve ferdiyetlerini yaşama biçimlerinin değişmesidir söz konusu olan. Kendilerini aşan yapılarla kâh uyuşarak kâh didişerek iç içe yaşayan insanların gelgitli hikâyesi."
Yapı ile süreç ilişkisi, bilimsellik ile hikâye etme arasındaki bağlantı, "biz" ve "ben" olmanın ne anlamlara gelebileceği gibi birçok meseleyi ele alırken Osmanlı tarihi konusundaki ezberlerimizi bozarak, yeni baştan düşünmeye davet eden bir kitap.
Cemal Kafadar, halen Harvard Üniversitesi Ortadoğu Tarihi Bölümü'nde öğretim üyesi. Between Two Worlds: The Construction of the Ottoman State (İki Cihan Âresinde) adlı Osmanlı'nın kuruluş düzenini anlattığı 1995 tarihli bir kitabı bulunmaktadır.
Kitap 1986-1994 arasında yayınlanmış (üçünün özgün metni İngilzce’ymiş) dört makalenin toplamından oluşuyor. Bireyleri temel alan ancak bunu dönemin toplumsal bağlamına da oturtan bir anlayışla kaleme alınmış. Tarihimize dair bazı genelgeçer tezlerin aslında tartışmalı olduğu ortaya konuluyor. Makaleler hayli akademik, zengin dipnotlarıyla da bezenmiş. Doğrusu ele alınan kişilerin (bir Yeniçeri, bir tüccar, günce tutan birer derviş ve kadın) hikayelerinin daha ilginç olacağını düşünmüştüm. Buna rağmen 15 sayfalık bilgilendirici ve keyifle okunan bir giriş bölümü var ki yerine göre edebiyat ile de çok güzel bağlantılar kurmuş tarihçimiz. Sonuç itibariyle dikkate değer ancak meraklısını daha çok tatmin edecek bir kitap. Tarihimize biraz daha aşina olmak için okumalıyız bu tür kitapları diye düşünüyorum.
Çok güzeldi. Osmanlı tarihçiliğinde pek de tercih edilmeyen bir yöntemi kullanıp kişisel tarihler üzerinden bir inceleme yapıyor ve yeniçerilerin "bozulma" döneminden önce askerlik dışı işlerle uğraşmadığı, tüccar sınıfı içerisinde Müslümanların yer almadığı gibi genel geçer temel tezlere bu kişiler üzerinden karşı çıkıyor. Ancak aşırı genellemelere varmaktan da kaçınıyor. Türkiye'deki genel tarihçilik anlayışına yöneltilen soru ve eleştirilerle giriş bölümü de gerçekten sorgulatıcıydı. Bizden evvel gelene sual eyleyip de tekil kişilerin gündelik hayatlarına dair de izler bulmak ayrıca eğlenceliydi.
Kitap beş yıldır duruyordu evde. Üniversitenin ilk senesi hoca derste tavsiye etti diye alıp hiç dokunmamıştım. Müzik dinlerken kitabın başlığını aldığı türküye denk gelmesem aklıma da gelmeyecekti. Daha önce okumayıp da rafta unutulmaya terk etmek de benim ayıbım.
İlginç bir kitap, ben daha "the cheese and the worms" gibi bir eser olacağını düşünüyordum, ama şöyle tarif edeyim, bu kitap beklediğim gibi büyük-büyük-büyük-dedelerin ve ninelerin bize ulaşan yazılarını aktarmaktansa, bunların bir tarihçinin bakış açısından nasıl değerlendirildiklerini yansıtıyor. Hani trt2'de bazı filmlerden önce bir öndeğerlendirme gibi bir ufak bölüm olur ya, bu kitap da biraz bunun gibi, bu metinlerin nasıl anlaşılabileceği ya da nasıl analiz edildiklerini naklediyor.
:: İnsan kalbi, başkalarının duygularına ancak kendi tecrübeleri nispetinde açıktır” (Ahmet Hamdi Tanpınar :: bunu da çok sevdim ama geçerliliği konusunda şüpheliyim.
Hatun'un orijinal mektuplarını tercümeleri ile birlikte okumaya da bayıldım.
Rüyanın ancak yorumlandıktan sonra bir anlamı olduğu fikrini de çok sevdim.
hem bu tür bi tarih okuması daha önce yapmadığım için hem de Osmanlı döneminden günlük insanların kişisel metinlerini okuyacağımı düşündüğümden bu kitap için çok heyecanlıydım. Tarih okuması olarak gayet keyif aldım, kurgudışı bir kitabı böyle edebi bir dille sunabilmek büyük bir başarı. Ancak, tarihe ilgisi olmayan birinin kolay okuyabileceği bir kitap değil bence, fazla akademik, çok fazla dipnot ve günümüz türkçesine çevirilmeyen osmanlıca çok fazla kısım var.
Ben kişisel metinlere daha çok yer verilir sanmıştım ama kitap metinlerden yola çıkarak o dönemin sosyal yapısına ışık tutan bir taraftan yazılmış. Kişisel metinlerle, aslında Osmanlı dönemi kişisel arşivlerin sanıldığı kadar nadir olmadığı, ticaret kültürünün zannedildiği gibi gayrimüslimlerin tekelinde olmadığı, tarikatlar ve kadınların yeri gibi bilgilerle sadece benim bilmediğim değil yaygın kanılara da ışık tutan bir kitap.
Son olarak metinlerin aslının ingilizce tercümeden gelmesi, kaynakların çoğunun batılı araştırmacılardan olması dikkatimi çekti.
Ben en çok Üsküplü Asiye Hanım ve Venedik'te bir Tüccar kısımlarını sevdim. Kitabın Giriş bölümü bile başlı başına okunmaya değer. Tarihe ilginiz varsa, az biraz akademik okumaya aşinaysanız bence bu kitaba bir şans verebilirsiniz.
sosyal bilimlerde dilin iyi kullanıldığı, akademik bi aktarım dahi olsa edebi bi ton yakalanan eserler muazzam kafa açıcı oluyor. cemal kafadar da öyle bir isim. tek tek bireylerin hikayelerinden osmanlı askeri düzeni, dış ticareti, tarikatları üzerine önemli fikirler sunuyor.
Cemal Kafadar tarih dersinde bize öğretilen bir genelleme cümlesini alıyor, bu tamamen yanlıştır; doğrusu benim dediğimdir demiyor ama bu ifade doğru olmayabilir, belgelerde böyle olmadığına dair de bilgiler var, ileride yapılacak araştırmalarla da bu ifade çürütülebilir, ben şimdilik bunları buldum diyor. Tarihe biraz tek tek birey baZında bakmayı seviyor onların günlük hayatta ne yaptığını da merak ediyor. Üstelik Karacaoğlan’dan Edip Cansever’e uzanan edebiyat alıntılarıyla beni benden alıyor.
Uzun zamandır okuduğum en ufuk açıcı kitaplardan biri. Pek çok genel geçer algının eleştirisi niteliğinde dört adet makaleden oluşuyor. Osmanlı tarihi okumalarında böyle bir perspektife kimsenin alışık olmadığı düşünülürse oldukça orijinal bir eser. Yazarın nefis üslubu ve adeta bilge yetkinliği de cabası. Muhakkak tavsiye ediyorum.
Çok iyi. Alanının ustası bir araştırmacı yazarın çeşitli vakaları eline alıp o vakaların içindeki düğümleri çözdüğü, bir taraftan da bu vakalar mesleğinin/alanının içinde nereye oturur, nasıl sorunlarla temas kurar, neleri çözer, nelerin çözülemezliğini ortaya koyar, bunları soruşturduğu metinler.....................
Kültür tarihi, osmanli-türk tarihinde üzerinde yeterince calismamis bir alan. Kitap bu durumu degistirme cabasinin bir ürünü. Bireyler üzerinden osmanlida toplum ve kültür tahlilleri yapiliyor. Bu acidan klasik tarih kitaplarindan farkli. Kitap 4 farkli makaleden olusturulmus, bendeniz icin fazla akademik ve spesifik olsa da bahsettigim sebeplerden dolayi ilgincti. 4 makalenin kahramanlari yeniceri, dervis, tüccar ve hatun. Sunulan argümanlar kisaca söyle:
Yeniceri: Bir yeniceri tarafindan yazilmis bir dilekce üzerinden yenicerilerin sadece savasla degil ticaret veya tarimla da ugrasabildikleri, bu durumun pek de yadirganmadigi anlatiliyor. Yeniceri nizaminin bozulmasinin sebebinin yenicerilerin ticarete katilmasi olmadigi savunuluyor.
Dervis: Bir dervis günlügünden bir tarikatin sosyal hayatina dair gözlemler iceriyor. Günlük gibi, seyahatname gibi kaynaklarin yeterince arastirilmadigindan bahsediliyor. Bu konuda uzman olmasam da osmanlida okuma yazma orani düsüklügünden ve kurumsallasma eksikliginden dolayi bu kaynaklarin niceligi hakkinda cok supheliyim.
Tüccar: Müslümanlarin ticarete katilmadigi iddiasi venedik kaynaklari ve tüccarin vasiyeti kullanilarak cürütülüyor. Bu alginin niye olustugu veya müslümanlarin ticaretten neden elini etini cektigi ise makalenin konulari arasinda degil.
Hatun: Bir kadinin seyhine rüyalarini anlattigi mektuplar inceleniyor. Kadinlarin ve cocuklarin tarihteki eksikligini ve konunun daha yeni arastirilmaya baslandigini söylüyor.
Kisacasi yazar, tarihi daha iyi anlamak ve yorumlamak icin bireysel (saray harici) kaynaklarin daha cok incelenmesi gerektigini 4 somut örnekle göstermis. Tarihle yakindan ilgilenenlere tavsiye ederim.
Kitap okurken bayağı zorlandım gittikçe ağırlaşan bir dili var yeniçeri oldukça kısa tutulmuş anlaşılan daha önce yayınlanmış ve bu yüzden Orjinal metin yok ama ticaretle uğraşmaları istenmeyen yeniçerilerin de İstanbul’da ticaretle uğraştığı konusuna değinilmiş.. Amaç genel bilgi vermek sanırım daha sonra yine kısa tutulan bir derviş günlüğü (!) var. Batının bireyselciliğinin yanında doğunun kişileri kaybeden bireyci olmayan felsefesi üzerine güzel yorumlar var ancak yazar sadece kısaca değiniyor bence.. diğer kişilerde de olduğu gibi Osmanlı’da bu konuların bakir alanlar olduğunu sık sık vurguluyor. Osmanlı türkleri ticaret yaparlar mıydı özellikle de başka ülkelere? 3ncü konu venedik’te yaşayan ve orada ölen bir tüccarın notlarından bir bölüm ve oldukça ilginç.. Bu bölümde yazar daha teferruatlara giriyor özellikle Ankara ve iç Anadoludan batıya ithal edilen kof denilen kumaşlar ve diğerleri... Bu bölümü okurken bir yandan Google’da (!) sürekli tarih çalışmak gerekiyor
Ancak sanırım yazarın en çok üzerinde durmak istediği son bölümde asiye hanım ... hiç görüşmediği belirtilen bir şeyh ile rüyalarını Mektup yazarak anlatan ve yorumlanmasını isteyen tarikat mensubu bir hatun.. İşin ilginç tarafı bu mektupları yayınlayan da o hatun değil başka biri.. teferruatlardan yazar o kadar çok yorum çıkartıyor ki insan şaşkınlık içinde kalıyor tabi cemal kafadar hoca bu işin ustası ve bu bölümün sonuna da asıl metnin latin harfleriyle orijinalini vermiş. Bu metinleri çözmek ve anlamak için sadece o zamanki dili bilmek yetmiyor aynı zamanda o zamanki ruh halini tahmin etmek çözmek gerekiyor gerçekten zor bir kitap bence daha ziyade Osmanlı kütüphanesi ile haşır neşir olmuş insanların daha zevk alacağı türde bir eser.. açıkçası ben zorlandım.
Tarihe meraklı herkes için ufuk açıcı bir kitap. Sadece giriş bölümü dahi insana bambaşka perspektifler kazandırıyor. Bazı bölümleri "sıkı, yoğun ve derin bir roman parçası" gibiydi. O kısımlarda roman okur, film izler gibi heyecanlı ve meraklı bir şekilde sayfaları değiştirdim. "Venedik'te Bir Ölüm" makalesindeki şu cümleleri ise uzun süre düşüneceğim sanırım:
"Ölünün taksiratını affettirmek için sadakası dağıtıldı (Venedikli fakirlere mi?) ve allaturchesca dualar okundu. Merhumun tabutu bir gondola konuldu. Yeğenine usulüne uygun bir İslami cenaze tertip etmek için olanca ihtimamı gösteren Hace Ahmed Bin Kasab ve Müslüman tüccar cemaati de beş gondola bindiler. Kafile, Hace Hızır bin İlyas oğlu Ayaşlı sof tüccarı Hüseyin Çelebi'nin gömüldüğü meçhul mezara doğru Venedik'in sazlı lagunalarından yola çıktı" Nisan 1575
cemal hoca'nın bu kitaptaki tarzı benim tarih anlayışımı yansıtıyor bir bakıma. büyük olaylardan çok görünüşte küçük insanların hikayesini anlatıyor. resmi tarih zaten bunun tam tersini anlatarak soğuk bir duvar gibi karşınıza çıkıyor. mesela resmi tarih bir savaşı en fazla kaç sayfada anlatır? iki yada üç. bir çanakkale savaşı'nın iki sayfalık hakkı var resmiyete kalırsak. fakat orada bir yığın insanın hikayesi var. rumeli'yi ne kadar okuttular bize? balkan savaşı'nda kaybettik dediler ve bıraktılar. tarih, tamamen insani yönden yaklaşılması gereken bir şey. buna bilim bile diyemiyorum. ibn-i haldun'un tarzı da böyle. onu da seviyorum. bu kitap devletleri değil de insanları dinlemek için hoş bir kitaptır. tasarımı ile, ismi ile.
Kocaman mikrotarihsel bir inceleme niteliğinde. Memleketimizde pek tercih edilmeyen bu türü çok güzel kotardığını düşünüyorum. Yeri geldiğinde yerleşik kabulleri sorguluyor, farklı disiplinlerden de çekinmeden faydalanıyor; "entelektüel" bir çalışma olduğu aşikar. Hocanın verdiği referanslar ve yorumlardan yola çıkarak farklı mecralara yelken açmak mümkün. Alıntı yaptığı veya gönderme yaptığı kitaplardan da yeni bir okuma listesi çıkardım.
Tarihçiliğin ne yönde gitmesi gerektiğini; öncelikle sorgulama akabinde araştırma neticesinde de çıkarımlar yapma metodlarını çok iyi gosteren bir kitap. Tarihçilik nedir tanımını kitaptan gayet güzel anladım (bunu anlatan kitabın kendisi değil yazım tekniğidir). İçerisindeki konular çok mu enteresan? Tartışılır. Ama tarihteki ufak detaylardan neler çıkarımlanabilir çok iyi gösteren olaylar. Cemal Kafadar'ı tanıdğım için sevindim.
Osmanlı tarihi açısından kafa açıcı bir kitap. Dili ve yaklaşımı akademik, hatta 4 makalenin toplamı bu nedenle okunması zor diyebilirim.
Diğer konu bilindik Osmanlı tarihini eleştirirken yerine bir öneride bulunmaması. Yani örneğin Osmanlı'nın çöküşü diye birşeyin olmadığını (tarihi böyle sınıflandıramayacağımızı) söylerken öneri getirmemesi.
Çok değerli ve sıradışı bir çalışma olmuş. Ülkemizdeki akademisyenlerimizle ilgili bir kere daha deriiiiin derin düşünmeme sebep oldu. Bir de bu kadar değerli bir bilim insanının arama motorumuzda -kitap satan firmalar hariç- yalnızca İngilizce linklerde yer alması gerçeğini düşündürdü tabi...
Fertlerin hayatı üzerinden tarihin hakikatlerine erişme gayreti kıymetli, yine de itidalli yapılması gereken bir iş. Cemal Kafadar uzun zamandır hakikat addolunan yeniçerilerin eskiden ticarete bulaşmadığı ve beynelmilel ticaretle meşgul olan tüccarlar arasında müslümanların pek bulunmadığı gibi iddialara tezat teşkil eden misalleri bulmuş. Yine de bilhassa yeniçeri hususunda -olması gerektiği gibi- mutedil davranıp “inhitat” devri öncesinde ve sonrasında ticaretle meşguliyet seviyesinin farkının ne olduğu kestirmek güç, diyor. Müslümanların beynelmilel ticaretle meşgul olması hususunda ise çok daha fazla misal bulmuş ve ikna edici bir hikaye anlatıyor.
Derviş ve hatun hikayeleri revizyonist bir bakışla anlatılmıyor. Belki kabul görmüş olanın yahut araştırılmamış olanın öğrenilmesi ve tafsilatı için fertlerin hikayelerine müracaat ediliyor. Kanaatimce Kafadar’ın, Seyyid Hasan’ın hikayesinden yaptığı iktibaslar doyurucu değil. Merhum hakkında çok daha güzel bir makale yazılabilir, hatta Sohbetname’si neşredilebilir. Asiye Hatun makalesi, merhumenin mektuplarını da okuma imkanı sunmasıyla, fevkalade doyurucu ama Kafadar’ın Asiye Hatun’a ve temsil ettiği zihniyete ne kadar uzaktan baktığını, onu anlamaktan ne kadar aciz olduğunu görmemek mümkün değil. Enfüsilikten uzak durmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, insanın kendi zihin dünyasından müstakil düşünmesi maalesef mümkün değil.
Ayrıca, devrik cümle kurma hastalığıyla bu kitap da malul. Nisbeten az olduğu için okuma kolaylığına ve anlaşılırlığa çok tesir etmiyor, yine de bazen cümleyi anlaşılmaz hale getirip tekrar okumaya mecbur ediyor.
Müthiş zengin düşünülmüş bir kitap. Hacmi içeriğinin yoğunluğunu asla yansıtmıyor. İçerik olarak akademik ve tarihçilerin ilgi alanına giren bir kitap olmakla birlikte ortalama bir Türk okuru bu kitaptan haberdar olmalı. Kitabın ismi, enfes girişi, örgüsü ve yazarının alanına olan hakimiyeti hayranlık verici. Dipnotları bile merakla okuyor insan. "Nedir bu dünyanın hali? Nedir bu insanların çekisi? sorularının peşinde gitmek isterseniz tarihle ilgilenmeğe başlamışsınız demektir" diyor Cemal Kafadar ve tam da bam teline dokunup buyur ediyor insanı. Girişten sonuca kadar şuur dolu ve müthiş şuurlu bir Türkçe kullanımı ile bu kitap için daha fazla birşey diyemeyerek anlatılmaz yaşanır diyorum.
Son zamanlarda tarihçi olmayan kişilerin konuştukları ve hatta üzerine kitap yazdıkları, türlü genellemelerle bir dönemin tarihini basit kodlar ve algoritmalarla formülize etmeye çalıştıkları konularda Cemal Kafadar bugüne kadar karşılaşmadığım bir yorum getirmiş. Tarihi gerçekten yaşamış insanların tuttukları kayıtlardan anlatmaya çalışmış. Bireysel tarihçiliğin pek de gerilere gitmediği ülkemizde bu çalışmayı değerli buldum. Kitabın önsözünün kısa bir manifesto tadında yazılması okuma hevesimi artırdı. Yaşama sevincine ve insana odaklı Karac'oğlan'ın dizelerinin türkülerde ve bu gibi eserlerde anlsm kazanmaya devam edeceğine inanıyorum.
Keşke kitaplığımda yıllarca tozlanmasına izin vermeseydim diye iç geçirtmiştir.Cemal Kafadar bu kitabında sadece bir tarih çalışması sunmamış aynı zamanda şahıs edebiyatı üzerine inceleme yapmıştır. Kendisinin tarihe bakışı ve yorumu ise okuru farklılığı ile çekiyor. Giriş kısmı ise ayrı bir haz ve şevk verdi.
Çalışmalarını dikkatle takibe almaya başlayacağım.
Üsküplü Asiye Hatun'un mektuplarının olduğu bölümü sevemedim. Çabaladım ama zorla da olmuyor biliyorsunuz. Ama diğer kısımları ilgiyle okudum. Hiç bilmediğim şeyler öğrendim hatta bir iki tane bilgiyi hayretle karşıladım. Açıkçası Üsküplü Asiye Hatun'a kadar olan bölümü keyifle okudum. Cemal Kafadar, bir akademisyen olarak gayet akıcı eserler üretiyor.
Tarih sevenlerin hoşuna gidecek bir kitap. Osmanlı Tarihi’ni dört farklı kahramanın hayatına bir büyüteçle bakarak bize sunuyor. Bu da olabildiğine farklı hayatları olan yeniçeri, derviş, tüccar ve tasavvuf ehli bi hatun karakterlerinin penceresinden o dönemi soluyabilme imkanı sunuyor bize. Beğendim:)
Çok değerli bir hocadan, çok dikkat çeken bir eser olmuş. Tarih öğrencilerine ders verici nitelikte ufak önerilerini çok beğendim. Tarihte yer edinmiş her bir insanın ne kadar değerli olduğunu anlatmış Cemal Kafadar bizlere. Çok güzeldi.
detaylı betimlemeleriyle okuması kolay ve akademik olarak bana bir şeyler katan bi kitaptı. Sıradan insanların gündelik hayatını inceleyerek tarihe bi göz atmış oldum, güzeldi. tarih gidenlerle değil kalanlarla alakalıdır cidden.
Geçmişe açılan 4 pencere ve 4 değişik Osmanlı portresi. İsteyen tarih metodu ve hiç işlenmeyen insan hayatları olarak okuyabilir, isteyen 4 farklı kısa hikaye.