Paperback. 13,50 / 21,00 cm. In Turkish. 87 p. "Ilk gelenlerimiz, yazbasinda görünürlerdi. Yikik kilisenin yamaciindaki gelincikler yeni bittignide, gecenin ayazi tamtamina kirilmadan, gemi haftanin iki günü ugrarken, kiyida, kisin getirip biraktigi yosunlar, çerçöp, geçen yazdan kalma deniz yagi siseleri, unutulmus hasirlar hala dururken -kum kamyonu, Haziran'a hazirlik, temiz bir kum örtüsü serpmemis daha kumsala. Lokantalarla kir kahvelerini kimlerin isletecegi bile belli degil, pansiyonlarin, otellerin fiyatlari kararlastirilmamis. Belediye'nin kiraya verdigi tek göz dükkanlar açilmamis. Kiyi yaza hazir degilken daha." -Ölen Otelin Müsterileri Yaza Yolculuk'ta ögretilen basmakalip deger yargilarinin yeniden gözden geçirilmesi, kisinin kendine ve yasadigi yere dönüs yolculuklari yaz mevsiminin araciligiyla anlatiliyor. 1987 Sait Faik Öykü Ödülü'nü kazanan kitap, yazarin iç yolculugunun, iç hesaplasmalarinin en güzel örneklerinden biri olma özelligini de tasiyor.
Türk öykü yazarı ve çevirmen. İngiliz Kız Ortaokulu'nda, şimdiki adı Robert Kolej olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde eğitim gördü (1961). İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirdi (1963).
Papirüs dergisi kurucularından olan Uyar’ın deneme, eleştiri ve kitap tanıtma yazıları Yeni Dergi, Soyut, Varlık gibi dönemin belli başlı dergilerinde yayımlandı. On öykü derlemesinden Yürekte Bukağı ile 1979, Yaza Yolculuk ile 1986 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. 60’ı aşkın çevirisi kitaplaşan Uyar’ın günlükleri, “Gündökümü” genel başlığı altında, yayımlandı. Yürekte Bukağı ve Yaza Yolculuk öykü kitapları ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı aldı.
Tomris Uyar, şair Turgut Uyar ile evlidir ve Hayri Turgut Uyar isimli, İTÜ'de öğretim görevlisi bir oğulları vardır. 2003 yılında kanser nedeniyle vefat eden yazarın kabri Zincirlikuyu Mezarlığı'ndadır.
Yazarımızın diğer yazarlara benzemeyen bir anlatımı olduğu gibi kişiliği yaşama bakış tarzı ve değişik bir yaşam felsefesi olması ve bunu yazılarına yansıtması gözden kaçırmak zor. Gözümden kaçmayan diğer şey ise İngiliz klasik edebiyatının kadın yazarlarına olan hayranlığını bir şekilde benimsemiş olması yazılarında bunu yansıtması. Yazarın kesinlikle alkışlara aç olan diğer yazarlara göre oldukça farklı olduğunu öz güvenini ; hayatı daha basit bir şekilde ele alması ve eserlerine bunu yansıtmasını görüyoruz.
Edebiyatın sımsıcak, kırmadan dökmeden yapılabileceğini bir defa daha anladım sanırım. Harika yaz öykülerinin bir araya geldiği kısa ve etkili bir kitaptır efendim.
İtiraf etmekten utanıyorum ama Tomris Uyar'ın okuduğum ilk kitabı. Bu gecikmeye de hayıflandım doğrusu. Berrak ve akıcı bir Türkçeyle, duygu dolu melankolik öyküler. Hüzünlü, kaybeden kahramanlar. Daha fazlasını da okumak lazım.
Tomris Uyar belki benim için en sevdiğim öykü yazarı değil; fakat muazzam bir iç hesaplaşma ve bir iç yolculuk yazarı. Müthiş bir iç tahlil ustalığı, kalp, kalp, kalp❤️
Neden yazdığını anlayamadığım, kişisel gözüken öyküler de var, çok beğendiğim, neden hepsi böyle değil dediğim öyküler de. ‘Bol Buzlu Bir Aşk Lütfen!’, ‘Yaz Şarabı’, ‘Kedibalı’, ‘Ölen Otelin Müşterileri’ ödülü almasına yetecek güzellikte, özellikle ‘Yaz Şarabı’ öykücünün kontrolünde olmayan karakteri ile günümüzde sıkça denenen radikal konulara ilham vermişe benziyor.
Sait Faik ya da Yaşar Kemal öyküleri gibi bir anda çarpan, beni hemen etkileyen bir kitap olmadı. Daha kapalı, okumayı bitirdikten sonra aklınızda döndürüp durduğunuz metinler bunlar, diye düşünüyorum.
Hikayelerin hepsi ayrı güzeldi. Fakat "Son Sanrı" hikayesinden çok hoşlanmadığımı söyleyebilirim. Anlayamadım belki de. Son olarak, Kedibalı hikayesi favorim diyebilirim. Orada anlatılan kişi ile kullanılan yazım tekniğinin uyumu harikaydı bence.
Benim için, Tomris Uyar'ın külliyatına girişte iyi bir başlangıç ve yazarın diğer metinlerini de merak ettiren bir kitap oldu.
:((( sanırım Goodreads'te en az yıldızı ben verdim.
Ben pek keyif alamadım öykülerden. İçine giremedim öykülerin. Amacının, mesajının ne olduğunu da anlayamadım. Belki dili hitap etmedi, kendimden birşeyler bulamadım ya da başka bir sebebi var ama sevemedim çünkü anlayamadım Tomris Uyar'ı.
Tomris Uyar'dan okuduğum ilk kitap Yaz'a Yolculuk. Bazı öyküleri okurken çok zorlandım,birçok yeri 2-3 kez okudum. İlk Tomris Uyar kitabım olduğu için biraz hayal kırıklığına uğradım ama daha sonra bir kez daha okumak istiyorum belki kafamda yerine oturmayan şeyler ikinci kez okuduğumda yerine oturur...
Tomris Uyar'ın bir solukta bitirebileceğiniz en güzel kitabı. Ara sıra ama çok gitmek istediğiniz sahil kasabası gibi bir öykü kitabı. Ölen otelin müşterileri isimli öykü kitaptaki en güzel, en harika öyküdür.
“Bitişik masalardaki gençler gülüşmeyi sürdürüyorlar. Alt kattaki işadamları birer viski daha söylüyorlar. Birdenbire hepsi, bir kentle birlikte büyüyen, açılan artık onu kendi bedeninden sayan, araştırmaya hiç kalkışmayan kentliler olmakta birleştiler. Bu, onların, Avrupa’nın ortak geçmişi. O yüzden de hiçbiri karşısında yükselen, aydınlanan, özel sesini kazanan metni çözümlemeye kalkışmıyor.”
Seviyorum Tomris Uyar’ın öykücülüğünü. Bu okuduğum ikinci kitabı oldu. Karakterlerinin öyküler arasında dolaşması, her şeyi bilen okura anlatır gibi konuya ortadan dalıp hiçbir şey bilmezken bize tüm duyguları, karakterleri, mekanları sezdirmesi müthiş geliyor bana. 1987’de Sait Faik Öykü Armağanı kazanan bu yaza yolculuktaki öyküler de gençliğe, sağlıklı, güzel günlere duyulan özlemin satırlara yansıması gibi adeta. En sevdiğim öyküler Son Sanrı, Küçük Kötülükler ve Bol Buzlu Bir Aşk Lütfen! oldu ama zaten minicik bir kitap bence tüm öyküleri okuyun.
“Kule, loş bir ışıkta, bakanların seyrine katlanıyordu. Dimdik. Gözyaşartıcı görkemini gözler önüne sermekten utanmayacak kadar sabırlıydı. Ama geçit vermiyordu. Gizemli, acılı bir metin oluyordu yükseldikçe. Burcunda durup saldırı ya da savunma komutu verilebilecek bir hasar değildi. Yoksul, dindar kalklara şaşırtmaca vermede kullanılan barok bir baskı aracı, bir kilise de değildi. Kişiye hangi suçla suçlandığını bir türlü söylemeyen, ulaşılmaz bir şato da değildi. Bürolar barındıran bir gökdelen de değildi. Kapkara bir gecenin ucunda görünen bir masal ışığıydı. Yükseltisi, bir o kadar derinlikten serpiliyordu, çağlardır tortulanmış koyu bir acıdan besleniyordu. Korodaki mezzosoprano ses, ağıtıyla besliyordu onu. Başka seslerle içiçe geçerek, kendi başına sarmallar çizerek doruğa ulaşıyordu.”
birilerinin yürürken birilerinin durduğu, birilerinin anlatıp birilerinin sustuğu, zamanın geçip giderken üzerimize ihtimallerini bıraktığı, omuzlara en çok deniz tuzunun yakıştığı ve duyguların sahnede olmaktan imtina etmediği hikâyeler.
teşekkürler Tomris, suyun ışımaları senin için. -yaz sonu, Ağustos'21.
Yaz mevsiminde okunabilecek en güzel şeylerin başında öyküler geliyor bence. Şöyle denizde güzel bir serinlemenin ardından şezlonga uzanıp, şemsiye altında kurumayı beklerken; şanslıysan bir ufak esintiyle birlikte sayfa sayfa okuyabileceğin güzel öyküler bütünü. Hele bir de bu öyküler Tomris Uyar’ın kaleminden çıktıysa… Daha ne olsun 🌸
“Sıcak bir yazın son günleri. Moda iskelesine vapurlar daha seyrek uğruyor artık. Çarşı esnafı lambalarını gittikçe daha erken saatlerde yakıyor. Akşam inerken sebzelere serpilen su, yıkanmış taşların buğusuna karışıyor. Her yer deniz. Yakında kış gelecek. Oysa yaz dendi mi hep o adada keskin akasya kokusu, Boğaz’da denizli ıhlamur kokusu, arnavut ciğeri, rakı, balık kokusu. Ev hiç bir şey kokmuyor. Ev yalnızlık demek, kış demek.”
bu kitapta da ilk üç öyküyü ben pek anlayamadım. hikaye, karakterler çok tanıdık. tam sevdiğim bir yerlere gidiyor diyecekken kopup gittim sanki. yazarın tercihi de bu olabilir. ilk bölümden sonraki öykülerin hepsini çok sevdim. bol buzlu bir aşk lütfen, yaz şarabı, kedi balı ve son olarak final öykü favorilerim.
Kısa hikayelerden oluşan bir kitap..ben dağınık buldum..ama kitap dedikodu yapar modda ilerliyor..ilgimi çeken tek şey anlatım tarzı oldu.. hikâyelerin içine giremedim malesef..
Bu kadar kisa ve ismi bu kadar sevimli bir kitaptan beklemedigim olcude etkilendim. Tomris Uyar’in cok duru ve ozlu bir Turkcesi var, okurken cok etkileniyorum. Oykuler cok kisisel ama hep de icimden bir seyler buluyorum, bulamadiklarim ise gerek atmosferi gerek Turkcesiyle bana ayri bir keyif veriyor. Bazi “ciddi” konularin ve yogun sanrilarin bu kadar yormadan ve baska bir Goodreads kullanicisinin tabiriyle “kirip dokmeden” islenilmesi de ayrica etkileyici. Tekrar tekrar okuyacagim, bana cok tuhaf (?) seyler hissetirdi bu oykuler...
Bir okuyucu olarak, Yaza Yolculuk bir rituel, bir yaz ritüeli benim için. Hiçbir yazı aynı kişi olarak geçirmediğim bu dört yazda, her okuyuşta farklı bir tat aldığım öykülerle dolu. Bir de Türk Edebiyatında bu türün anlamını bilerek ve tadını alarak okuduğum ilk öykü kitabı olduğu için hep diğer okumalarımda bir kıyas sebebi.
Kitabın ilk bölümünün üç hikayesi genel olarak yazarın sesinin (ya da anlatıcınuın demek daha mı doğru olur?) belli olduğu öykülerdir. 'Gülümsemeyi Unutma' ve 'Son Sanrı', bazen bir öyküden çok, bir anıyı yazarmış gibi gelir bana. Son öykü Kalenin Bedenleri, zaten aslında Tomris Uyar'ın bir arkadaşının hayatındaki bir fotoğraf karesinden ilhamını aldığı için bu his bu öyküde zaten güçleniyor her zaman benim için. Diğer kısımlarda da yazar (bu sefer anlatıcı değildir ama, kendi karakterlerinden bahseder ve kurgulama 'planlarından') kendini belli eder ama bu hikayeler genellikle karakterden ve olaylardan çok izlenimler hakkındadır.
İkinci bölümün öykülerinde genellikle bir 'olayları dışardan izleme' durumu vardır, en azından ben de uyandırdığı izlenim bu yönde. 'Asıl' karakterler, yaşamının akışını biraz da bıkkınlıkla düzeltmeye, telafi etmeye çalışırken bir yanda da yeni düzenlerinde artık beklenilmeyeni yaparlar. 'Yaz Şarabı', benim en sevdiğim öykülerdendir, aynı şekilde 'Küçük Kötülükler' de şekil, konu ve anlatımıyla hem okunması zevkli hem de yazım konusunda ciddi fikirler verebilir.
Üçüncü bölümün hikayeleri ise bir değişime direnmeden çok artık değişimin vuku bulduğu, genellikle bir yılmışlığın, mahmurluğun sindiği hikayelerdir. 'Kedibalı', burda kişisel bir yılmışlık ve çökmüşlük ile var olurken -ki konu olarak enfestir ele alınan şey- Ölen Otelin Müşterileri yazın mahmurluğu biraz da bıkkınlığını çok güzel resmeder. Düzbeyaz Bir Çağrı, burada eski bir ideali artık yüceltmeye bir çalışmayan, artık o döneme ait olmadığının farkında, 'yaşayıp giden'ler hakkındadır, bir bitmişlik vardır. Kitabı zaten bu hikaye bitirir.
Belli başlı yerlerinde birkaç kere okumayı gerektiren yerler var Yaza Yolculukta, bazı kelime tercihleri mesela özellikle ilk bölümün öykülerinde çok ilginç, çoğu zaman gerekli ama. O yeniden okunması gereken yerler genellikle öykülerden daha 'eğitici' bile denebilir.
1987 yılının Sait Faik Öykü Ödülü kazananı olan bu kitap benim Tomris Uyar’dan okuduğum ilk eserdir. Yazarı önemli, ödülü önemli, mevsimi tutuyor. Kitabın beni kirpikleriyle “gel, gel” yaparak çağırması boşuna değil. *** Davete icabet ettiğime de hiç pişman değilim. Yaz mevsiminin, bitişinin, başlangıcının, aylarının ve sıcağının bir araya getirdiği türlü insanlık halleri, türlü ilişkilenme biçimleri, pek çok şehir, pek çok ülke, bazı adamlar ve en çok da kadınlardan oluşan yazlık bir evren sunuyor Tomris Hanımefendi önümüze. Onunla bu mevsimde bu seyahate çıkmak çok iyi bir fikir. *** Tek uyarım: kafanız çok dalgınken okumamaya ilişkin olacaktır. Üslup bir parça kapalı, kendinizi biraz vermenizi gerektiriyor. Benim ilk Tomris Uyar deneyimim, tüm eserleri böyle midir, yazarın klasik üslubu bu mudur bilemem, lakin bu kitaptaki öyküler okurun işbirliğini bir kadar gerektiriyor. Bu mütevazi emeği sakınmazsanız, Tomris Uyar da öykücülüğünü kırmızı halıda önünüze serecektir. Siz kendisine bir adım gidin, bakın karşılığı ne biçim cömert olacak! *** Ben Tomris Hanım ile başka başka yolculuklara çıkarım. Sizi de çağıralım mı? *** Sevgiler kıymetli ahali!
..."nasılsın?" diyorlardı. "iyiyim" yanıtının geleceğini bilerek, neredeyse, "lütfen, başka bir şey söyleme"yi bekleyerek. s. 58
duvarlarla odalar çok dar, sokaklar çok geniş. ... açıklığa çıkınca -özgürlüğe demiyorum- bedenini yadırgamaya başlıyorsun, ellerin eski ellerin değil, nereye koyacağını bilemiyorsun. s. 80
Kitap, 9 öyküden oluşuyor. Öykülerin başkahramanı "Yaz", ama öykülerde yazın o heyecanı, neşesi pek mevcut değil. Sanırım okuyan herkes az buçuk kendinden birşeyler bulacaktır. Bol buzlu bir aşk lütfen ve düzbeyaz bir çağrı hikayelerini de oldukça beğendim.
Biliyor musun Tomris, aynı öyküyü görüyoruz biz seninle. Aynı güneşe bakıyor, aynı ortak sanrıyı yaşıyoruz. Aynı yazın yolcusuyuz. Satırlarında mahmurluk, saçımızda gün ışığı. Bundandır sana adınla hitabım, bundandır Yaza Yolculuk'a yakıştırdığım iki satırım. Sözlerimi cam şişe içinde maviliklere saldığım bir aşk mektubu farz et.
Gülümsemeyi unutma dedin ya, unutmadım. Buruk bir yaz gülümsemesi. Bazen çiğ bir nostalji lazım bize. Saksılı pencere kenarları, ılımış kalmış bir bardak bira, saatsiz Temmuz'lar. Öykülerin arası yollar yaptın ya Tomris, şehirlerin-şehirlerimiz arası da o yollarla dolu. İpekten ve basmadan, biraz ondan biraz bundan dolanık kumaşlar ile bağladım onları. Akdeniz ve İstanbul. Her yer deniz. Yer gök yaz. Biz bir sarkaç, bir yanımız eve dönmek istemez, diğer yanımız yağmura hasret. Boğazın kokusunu aldılar ya Tomris, Ege'den imbikledim ama, ortak sanrımızın şerefine bavulumda. İçimi dirilten bir esinti esti şimdi, senin o kendinden emin gülümsemenle aynı notada. Sabaha direnen şehir insanlarına bir doz Vivaldi. Reçetelerin emin ellerde.
Hangi yıl olduğunun ne önemi var, mevsimlerden yaz dedin ya Tomris, o an ben de senin bir karakterindim. Kaleminden aktım, işyeri uğultusundan uzağa, tertemiz bir akşama. Bari birileri bilsin o satırların kıymetini diye. Bugünü bir başkası yaşasa diye yalvardığımız nice günlerin hatrına. Bir kadeh sana, bir kadeh bana.
Bana bir öykü armağan ettin Tomris, beni de koydun içine. Çatı katında kahvaltı, bir dilim tulum peyniri, taze ekmek, sıcak bir çay. Üstüne kahve, elbette. Güneş, tuz ve rüya. Bana bir yaz armağan ettin Tomris, ucu İstanbul'a çıkan bir rüya. Tertemiz akşamların hatrına derin bir nefes. İyi ki uğradım bu yaz sana. Elimde dokuz öykün, direnmek gerek sabahlara.
Teşekkür ederim Tomris. Tuz kokan mevsimin en güzel düşü bu. Bu papatyalar senin. Yaz rüyamızın hatrına, tak saçlarına.
Yazarin okudugum ilk kitabi. Kendisi edebiyatimizda oyku yazari olarak unlenmis ve hic romani yokmus. Ya oyku ya duzyazi yazmis. Bu kitabiyla da 1987 Sait Faik Hikaye Armagani'ni kazanmis.
Icinde 9 adet oyku var ve her bir oykusu bulmaca gibi. Olaylar genelde ortadan basliyor ve birkac sayfa sonra oykuyu kimin agzindan okudugunuzu ve bu kisinin ne is yaptigini anliyorsunuz. Kitapta otobiyografik ogeler de varmis. Adindan anlasilacagi gibi genelde yaz zamaninda gecen oykuler bunlar ancak yine de karamsar bir hava sezdim ben oykulerde.
Basrolunde hem kadin hem erkeklerin betimlendigi oykuler bunlar ancak toplumun kanayan yaralarina parmak basmis, kadin haklari, '80 devrimine kadar yasananlar, zengin ailelerde buyuse de yine de mutlu olamayan insanlar, kadinlara toplum tarafindan yasatilan baski ve kadinlarin kendi kendilerini bulma cabalari vb. Ancak yine de herseyi ustu ortulu anlatmis yani ne anlayacaginiz biraz da sizin bakis aciniza bagli.
Yazar kolej mezunu ve iyi okullarda daha dogrusu toplumun genelde zengin kesiminin gidebildigi okullarda okumus. Sanirim o sebeple genel olarak tasvir ettigi insanlar zengin, gezmeyi seven, Avrupa gormus insanlar.
Ben en cok Kedibali ve Yaz Sarabi oykulerini begendim. Ozellikle Kedibali'nin son sayfasinin yazim teknigi cok guzeldi.
Ben Tomris hanimin diger oykulerini de okuyacagim.
Tomris Uyar'ın çok orijinal olduğunu düşünüyorum. Ama iç seslerini dinlerken ve yazılarını okurken neden bilmiyorum bazen zorlanıyorum. Bazı şeyler daha kolay ifade edilebilirmiş gibi geliyor. Mesela kıstırılmış... kelimesi atılabilir. Neden bilmiyorum 'düzeltme ve düzenleme' yapasım geliyor. Bir yandan da atmosferi çok güzel anlatıyor, ruh halini bir psikolog kadar güzel sunuyor. Özlemleri, siyaseti, karmaşayı, düş kırıklıklarını ve bir yandan dostları, eğlenceleri, tespitleri, üzüntüleri... bulanıklığın içinde net. Kadınsı olduğundan belki de birçok söylediğinde kendime dair bir şeyler de buluyorum. Bir yandan da o zamanki siyasi hayatta hem varlıksız hem de bu kadar burjuva olunması garip bir ikilem gibi gelse de sanırım günümüz entelektüellerine de hitap eden bir durum bu. Dediğim gibi tespitlerine hastayım, ama üslup derseniz belki de en sevdiğim yazar diyemem. Leyla Erbil'in üslubuna hayranım, Ayla Mutlu da bilinçaltı ile gerçekleri harmanlar ama daha sade yazar. Bilmiyorum kararsızım. Biraz daha Tomris Uyar okuyacağım, belki de onun dehasını keşfedemedim. Ne bileyim akıcılıkta sıkıntılarım var, o yüzden işte beş yıldız veremedim. Belki de benim algım yavaştır, kim bilir?