Zenîme'ydi adı. Zaman zaman kederli, derin yeislere kapılmış bulurdum onu, zaman zaman neşeyle taşmış kırıp geçirirdi gülmekten insanı. Güzelliği silinmemişti büsbütün. Lokma gözlü, uzun boylu, incecik, düzgün vücutluydu; kadınsı çizgileri yerindeydi hâlâ. Tuhaf kostümlerle dolaşırdı evin içinde. Hayatının herkese kapadığı bir noktası bir gizi, gerçek bir acısı olmalıydı bence, ama yine de dolu dolu yaşamış, dünyanın her bir yerinde sevgilileri olmuş; gözü arkada kalmamış, güçlü bir kadına benziyordu. Zenîme Hanım'ın oturma odası ya da salonu sanki orta yerde ulu bir çınar varmış da onun tüm yaprakları sonbaharın gelişiyle kuruyup dökülmüş gibi yerlere serilmiş yazılı yapraklarla doluydu. Kâğıtlar da kimbilir ne uzun süre orada öylece kalmışsa onlar da sararmış solmuştular.
Bir gün "Al götür onları artık gözüm görmesin!" dedi, ikramda bulunurcasına bana! Zenîme Hanım, ad falan koymamıştı kitabına. Cüce adını ben koydum. Zenîme'ydi adı...
Leylâ Erbil is one of the leading female contemporary writers of Turkey, author of four novels and three collections of short stories, a book of essays and a biographical text about one of the best woman writers in the Turkish language, Tezel Özlü, who died in her early forties. Educated in Istanbul, she has also worked as a translator. In the 1960s she was involved in the activities of the Turkish Labor Party, which was the most influential socialist party at the time. Her stories are usually based on emotional and sociological conflicts of individuals and the society. Whether it is a love story or the story of a family or about the political and social developments of society, she usually presents contradictory states and situations and motivates the reader to deepen his/her thought about the matter. One of the author's main principles is that her works are not to be nominated for any of the literary contests or for any organizations that distribute awards. The author’s latest novel "The Three Headed Dragon" (Üç Başlı Ejderha) has been published in 2006. Other Books:
Novels Tuhaf Bir Erkek 2013 (A Strange Man) Kalan 2011 (Rest) Üç Başlı Ejderha 2005 (The Three Headed Dragon) Cüce 2001 (Dwarf) Mektup Aşkları 1988 (Love’s Letters) Karanlığın Günü 1985 (Darkness of the Day) Tuhaf Bir Kadın 1971 (A Strange Woman)
Short Stories Eski Sevgili 1977 (Old Sweetheart) Gecede 1968 (In the Night) Hallaç 1959 (The Wool Fluffer)
Leyla Erbil gerçekten de edebiyatın tuhaf kadını. Okurken Sartre “Bulantı” geldi aklıma sıklıkla ki zaten göndermeler de mevcut. Kişinin entelektüel birikimleri arttıkça, okur olarak geliştikçe tekrar tekrar okuyabileceği ve kuvvetle muhtemel daha başka kavrayışlarının olacağı bir kitap “Cüce”(kim bilir bu okumamda %30’u kadarını kavrayabildiğim mi🙈).
Benim boyumu aşan bir edebiyatı var Leyla Erbil’in. Metnin tam olarak hakkını verdiğimi söyleyemem. Roman okuma gibi değil de bir resmi inceleyerek ne anlatmayı amaçladığını keşfetme yolculuğu oldu benim için bu okuma…Kitabı okumadan önce ne okursanız okuyun spoiler olmaz. Zira “Neyi nasıl söylediği” (öz-biçem) alışılagelmişin çok dışında…
Metin şu şekilde; Zenime Hanım, babasının işi dolayısı ile dünyanın büyük bölümünü gezmiş, Amerika’da akademisyenlik yapmış, bir kez evlenip boşanmış ve yaşayıp yaşamadığını bilmediği bir oğlu olan, “hiçlik” adında bir felsefik roman yazmış bir yazar. Leyla Erbil, önce Zenime Hanım’ı bize tanıtıyor, sonra da onun yazdığı karmakarışık notlardan oluşan sayfaları toparlayıp roman halinde bize sunuyor. Zenime Hanım’ın pek çok konudan (solculuk, din, işkence, aydın kadın, geleneksel türk kadını, günümüz yazarlığına dair eleştirileri) bahsettiği, imgesel ve katmanlı anlatımı yoğun sayfalarını okuyoruz. Zenime’nin kendisi ile yüzleşme (aynada gördükleri) satırları özellikle çok etkileyici. Ek bilgi; Zenime “hiç bir şeye bağlı olmayan, köksüz, sonsuz” anlamına geliyormuş.
Metni daha iyi kavrayabilmek için, Şamanizm’deki “siyah cüce” nin Jung yorumlamasını okumak (ben kitabı bitirdikten sonra araştırdım) ve varoluşçuluk felsefesine dair ilgili ve bilgili olmak şart. Bu konulara ilgi duymayan kişilerin kitabı okumasını tavsiye etmem.
Şöyle bir bilgi okudum; “Şamanizm’de “siyah cüce”; şeytandır, cindir, karanlık yanımızdır, komplekslerimizdir, anlam veremediğimiz sıkıntılarımızdır, travmamızdır, ruhumuzun hastalıklı olan kısmıdır, negatif enerjidir”
Cüce kitabı ile ilgili bir inceleme yazısında okuduğum şu cümle de sanırım Zenime’ nin siyah cücesini net açıklıyor. “Uğruna sıkıntı çekip hayatını harcadığı şeylerin artık geçerliliğinin kalmadığını, aksine reddettiği şeylerin tek geçerli değerler haline geldiğini görmek ağırlaşmış ruhunun taşıyamadığı bir yüktür artık”…
Leyla Erbil edebiyatımızın herhalde yeterince değeri bilinememiş bir üstadı. Cüce adlı bu novellasında da döktürmüş yine. Birçok kitabında incelikle işlediği toplum/aydın eleştirisi yine keskin bir şekilde varlık gösteriyor. Ama müthiş bir üslupla yapıyor buna, şablonlara düşmüyor. “Yaralı doğar bütün insanlar, anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce” diyor. “… çünkü kimse içinden çıktığı çirkeften leke almadan gezinemez bu gezegende…” diye çarpıyor yazarımız. Kitabın post modern bir kurgusu var, alegoriler, göndermeler, kapalı metinler de bolca. Kolay okunan bir eser değil yani, hacmine aldanmamak lazım. Özel baskıdaki Mustafa Horasan desenleri de kitabın atmosferine ayrı bir katkı sağlıyor.
Leyla Erbil’in yine delilik sınırında bir novellası. Edebiyatın tuhaf kadını olarak geçen Leyla Erbil bunun hakkını veriyor anlaması biraz zor. Ek bilgi kitaptan “Em” kadın sesi anlamına geliyormuş. Hatce abla, onun oğlu, yazar, Zenime Hanım ve bir süs bulutu. Kitap bitince kitabı biraz daha anlıyorsunuz. Ama tam değil. Leyla Erbil kitabı yazarken Zenime’de kendini de anlatıyormuş ama bunu neden başka bir karakter üstüne yapıyor bir soru işareti. Ayna metaforu var kitapta, yazar belki de Zenime Hanım üzerinden kendini yansıtıyor bize. Ne çok ne az ama biraz bir şeyler. Kitabın özeti ruha, hiçliğe, aynaya, bulantıya metaforlar ve yalnızlık.
“Kafamı kurcalayan birçok şey vardı anlattıklarında ama değildi dönüp soru sorulacak birisi. Ne anlattıysa o kadar kendisi”
“Aslında sen, insanda bulunan değerli yanların onların varlığını keşfeden başka insanlar olmadan bir değer olmayacaklarına da inanmaktasın. Senin onlarda onların sende buldukları. Ama nerede onlar şimdi: tümü de yitip gitti. Sendeki değerlere tanıklık edecek olanları yitirdin bir bir sana tanıklık edecek en yakın dostlarını. Korkun bu senin. Sen ne çok yaşadın. Bittin sen artık. Öl. Öl.” S21 // kabanın - köpeğinin ötenazi isteği.
“İstememektesin seçkinliği; değil tepelemek için başkalarını ama kendin için olmalısın kendin tartılıp biçilmeden”
Unutturuş oyunu kurmuş bir yazara ne dersiniz? Ya da “hiç yazar” olmak isteyen biri. Hakların “hiç halk” olanları gibi ve “aitsiz kimlik” Pessoa vurgusu da burdan geliyor belki de, kendi isim anlamı hiçlik olan Pessoa.
“Allah’ın varlığına inanmıyorum ama inanmışlar gibi yaşamak rahatlatıyor beni.”
Bambaşka bir kitap. Okuyup anlaşılması bekleniyor mu, yoksa sadece siz okurken, o bilinçaltınıza mı akıyor bilmiyorum. Bir daha okusam, ilk okuduklarımı hatırlar mıyım, yoksa yepyeniliğine tekrar mı şaşarım. Leyla Erbil'in başyapıtı bence. Anlatılmaz, anlaşılmaz, okunur ve onun kendisini size açmasını umut etmekten başka yapacak birşey yok.
Leyla Erbil, Zenîme Hanım'ın hikâyesini anlatır bize Cüce'de, "terk etmeyip seven"lerden oluşan kalabalıklar arasında yalnız kalmayı tercih eden bir kadın. "Leyla, yazın adamı değil, kadınıyım ben anlayacaksın tümünü okuduğunda." diye kendini azarlattırdığı Zenîme'sinin kaleydoskopik bir portresini sunar Erbil. Zenîme hanım başlı başına bir romandır haddizâtında: Erguvan rengi elbiseleri içinde Portugalya imparatoriçesi edasıyla salınan, yüzünde Coly pudrası, boynunda Cuir de Russie parfümü ile Amerika'larda üç kuşağa "İslam'da Hümanizma" dersi veren ama ülkesinde Madımak'tan yükselen dumanları görünce kendinden utanan bir asılsız kimliktir o.
Erbil kendini bir yaratıcı yazar anlatıcı olarak konumlar Cüce'de ki, anlatabilsin bu daktilosu ağzı açık bekleyen kadının hikâyesini. Bunu yaparken dili de biçimi de, hem anlatısal hem görsel olarak, eğip büker. Zenîme Hanım'ın sesi Calibri, iç dünyası Handwriting, Erbîl'in kendisi Times New Roman puntosunda biçimlendirilir, bir de üstüne Mustafa Horasan'ın resimleri eklenince Cüce bir biçim-bükücü metaromana dönüşür. Erbil metaromanının eklemini göstergeler ile kurar: Ev ve bahçe, güvenli alan ve geçiş yeridir. Dışarıda roman boyu bir sis vardır; "dinlene dinlene ilerleyen", "beyaz-mavi-mor duman bukleleri"nden oluşan, büyük harfle stilize edilmiş SİS, bilinmezliktir. Sisin ortasından bir Cüce çıkar, Velázquez'in Nedimeler'inin Menipo'su, ataerkin kibrinin, medyanın baskısının simgesi; Zenîme'ye o cinsel organlaştırılan gür kara saçlarını örttüren korkunun ta kendisidir. Ve elbette ayna, Zenîme'nin temel derdi kimlik ve yabancılaşmanın temsilidir.
Son tahlilde Cüce, kişisel bir roman deneyimidir. Erbil, "kendi eziyetine katlanabilecek" okurlar ya da Zenîme hanımın deyimiyle "kollayacağı birkaç kişi"yi arar. İçinden çıktığı çirkeften leke almadan gezemeyen, bekleyişin süslü imparatorluğundan, kadın olmanın ürperik ağırlığından aldığı nefes ile üflemektedir yaratısına. Batılının Bulantı'sına benzemeyen Doğulu bir yarıktır Cüce. Karıncaların, ezan seslerinin ve parasızlığın ortasında hoşnutluk dolu sırıtmaların yakıp kavurduğu bir yürek yarığı.
Yer yer taşarak yer yer durularak akan şiirselliği ile muhteşem bir Leyla Erbil metni. Çok kolay bir metin değil. Hem sindire sindire hem de o akıcı coşkunluğa kapılarak okumalı, göndermelerin salınımda dengede kalınmalı. Kitap türlü edebi metinlerden, yazarlardan kalkıp ünlü tablolara, ressamlara uzanan yolculuklara çıkıyor kafasına estiğince. Bu da onu müthiş özgür kılıyor. Ara sıra yazarın politik duyarlılığıyla uğradığı duraklar da menzilin bir parçası olarak sunuluyor metinde. ‘Yalnız’ çıkılan bu yolculukta hiçlik, varoluş, bulantı, ruh, ayna, istenç kavramları eşlik ediyor okuyana. “aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana” diyor ya yazar hani, Zenime’nin aynasında hiçlikle varoluş arasında hepimiz kendimizi bulabiliriz kanımca.
Başlarken her ne kadar sıradan bir Türk kitabı beklemiş olsam da ilerledikçe içine çeken ama dışarıda da tutan bir kitap.Yolculuk sırasında kitap okumayı sevenlere uygun değil. Sakin bir ortamda ama asla hareket etmeden
Saçma sapan bir kitap. Devrik cümlelerle edebiyat yapıldığını sanmak ? Mesela sapan saçma , görmüyordu gözleri kör, kör dünyanın rahmini anlatmayacağım şimdi.. sonra daha neler neler, inan canım çıktı aşkım ya.
"Ama dünyayı böyle mutsuz da kabul edemiyorsun. Karıncalar karıncalar... "
Dikkat!!! Kitap sizi çarpabilir diğer Leyla Erbil kitapları gibi. Sizi buruşmuş bir kağıt gibi bir köseye fırlatıp tek bir sözcükle yerden kaldırır eliyle düzeltip tekrar buruşturur. Hep böyle bir etki bırakıyor Leyla Erbil üzerimde. Yoruluyor muyum yoksa merak mı ediyorum tüm duygularımı karman çorman ediyor. Cüce de öyle bir kitap. Siz Leyla Erbil' in ne dediğini anlamadan o sizi bir daha şaşırtır. Dünyaya baktığı pencere o kadar farklı ki bu yüzden her kitabı ayrı bir biçimde çıkıyor karşımıza. Neruda okurken de buna benzer şeyler hissediyorum ama Neruda daha öngörülebilir kalıyor Leyla Erbil'in yanında...
"Kim çoğaltıyor ölümü..."
Leyla Erbil okumaya yeni başlıyorsanız bu eseri pek uygun olmayabilir daha çok ikinci üçüncü sıralara koyulabilir okumak için.
Çarpıcı ve yorucu bir eser ama zaten yazarı okumaya başlayınca bunu göze almış oluyorsunuz. Keyifli okumalar...
Sanki ruhumu okuyor hınzır. Hiç hoşlanmam ruhumun da okunmasından.
"Ah, işte o gür saçların ki (öteki kadınlara örttürdüler üzerini sımsıkı korku kefenleriyle; korkunç birer cinsel organdan başka bir şey olmadığına ikrar getirttikleri bedenleriyle birlikte)" (syf.16)
"...İngilizcede I am, Zimmer'de ama-maya diye geçen, Hinducsda ah-am, Asya'da es-em, Mısırcada t-ama (kitap), Vedalarda aum, Kuran'da en'am olan, insanı doğuran, tüm harflerin hecelerin sözcüklerin içinde barındırdığı ilk canlı nesneyi kitaba çeviren Ben'i; T'ama, Amen, amentü... 'M' ile titreşen saf sesini ilk doğanın..." (syf.17)
"...belki de yinelemektesin ısrarla her vakit söyleyip yazdığını: yaralı doğar bütün insanlar, anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce..." (syf.22)
"Bu Pessoa modası da nereden çıktı şimdi, çoğalma değil azalmaydı sendeki ama göze almış görünüyordun tüm sonuçları, güç katıcı bir yanını sezmiştin bu silinişin; arasan da kendini arada sırada aynada, biliyordun bir daha bulamayacağını o yüzü!" (syf.60)
"Akorsuz iki kalp taşıyan tek bir insan" cümlesiyle bağlandım ben bu kitaba..... <3 "Yüzyıllardır çektiği acılardan artık kurtulmak bile istemeyen bir halk" cümlesini yazalıysa ne değişmiş, ne değişmemiş, bir düşündüm... "Bana, bilimin ve insan istencinin insanları mutlu etmeye yetmeyeceğinden, herkesin bir inanca gereksinimi olduğundan söz etti. "Allah'ın varlığına inanmıyorum ama inanmışlar gibi yaşamak rahatlatıyor beni," dedi." cümlesinde ise, sadece onaylayabildim.... Cüce; insanda iri yarı hisler bırakan bir kitap.
Bu kitabı oylamayacağım. Şiirsel, kulağımda lezzeti kaldı ama beni aşan bir eser. Alt anlamlarını çözemedim bir türlü. Kitaba ait araştırmalar sonrası tekrar okumak belki...
Leyla Erbil'in Türk edebiyatının neden büyük yazarları, usta dil işçileri arasında yer aldığını gösteren çok güzel bir metin; her yazar, kendince klasik eserlerini ortaya koyduktan sonra bir noktada okuru bırakıp bir de kendisi için yazmak, kendisini anlatmak ister; cüce, böyle bir yapıt olmuş. biçimsel açıdan post modernizmin türk edebiyatına sızdığı dönemlerden cesur bir deneme; önce yazarın kısa bir bölümle okura seslenmesi, ardından asıl karakterin ağzından yine bize seslenmesi; metin, farklı bölümlerle öyle güzel örülmüş ki, nerde başladı, nerede bitti, burada ne anlatılmak isteniyor derken kitap bitiyor; leyla erbil, tüm bilgi birikimini ustaca yansıtmış metne; az yazarda görülen kişiler, olaylar, kavramlar üzerinden psikolojik çözümlemeler; aynı zamanda kapalı ve sembolik de bir içerik, üzerinde vakit harcamak isteyen okura saatler süren bir çözümleme öneriyor; kaliteli bir yazarın, kaliteli bir okura çağrısı olmuş; iyi edebiyat örneği okumak isteyenler için çok iyi bir örnek; kimi yerlerdeki şairane anlatım da enfes. aklınızı yormak istiyorsanız alın okuyun, pişman olmayacaksınız.
Ne okuduğumu anlamadan, kelimelerin su gibi kulağımdan akıp gittiği geride sadece naif bir tat bırakan özgün eser ve yazar. Şiir okuyor gibi ahenkle okunan bir düz yazı. Türüne ne isim vermek gerektiğinden emin değilim. Yazarın da böyle bir çabası olduğunu sanmıyorum. Kendine özgü cümle yapısı, imla kuralları ve noktalama işaretleri mevcut. Tüm eserlerini okuyup yazarı derinlemesine tanıdıktan sonra tekrar okuduğumda bu eseri daha iyi anlayabileceğimi düşünüyorum. Çünkü ilk sefer de ve ilk eser olarak çok anlaşılabilir bir çalışma değildi benim için. Özellikle sesli okuma yaparken keyif aldığımı söyleyebilirim. Ayrıca toplumsal ve dinsel konulardaki dönemine göre iddialı söylemleri vurucu ve şaşırtıcıydı. Mustafa horasan çizimleriyle ilgili de eleştiri yazıları okuyup daha derinlere girebilmek isterdim. Ancak soya sosuyla yapılmıs bu çağdaş eserler için de Leyla Erbil'i anlamak için de yeterli donanıma sahip olmadığımı düşünüyorum. Anadilinden bu eseri okuyabildiğim için kendimi ve toplumumuzu şanslı görüyorum.
İntihar eden komşu Zenîme’nin bıraktığı notlarının izinden kişiliğini anlamaya çalışmak…Yazarın kendi görüşlerini başkası üzerinden anlatması, bilinçdışındaki bastırılmış olguları ortaya koyması, hiçlik, değer duyguları ve metaforlar… İlginç kurmaca bir novella.
“O sana bakıyordu bomboş sen de ona; aynaydın da sen artık o sadece yansıtıyordu senin aynalığını sana. Saçmanın bulanmanın doruğundaydın ! ”
Yıllar evvel Hallaç’ı okuduğumda da pek beğenmediğimi anımsıyorum. Beğenmemiş ve fakat adını da koyamamıştım neyi sevmediğimin.
Söylemeyi becerebildiği için söylemekle dolu bir kitap. Bir çeşit edebiyat pornosu. Üstelik içine alır cinsten de değil, aksine dışlayıcı ve yorucu. Sürekli bir ritme eşlik etmeye mecbur ediyor dili ve bu mecbur edişin karşılığını hiçbir zaman vermiyor.
Bir yazar olarak edebi eleştiriler ağır mı geliyor? Küfür ve hakaretlere katlanamıyor musunuz? Sırf şekilcilikle yazınsal bir avant-garde anlatı kurmanın salaklığını üstlenmek istemiyor musunuz? Esere dair her kötü sözden kaçabilecek bir manevra alanı mı arıyorsunuz. Kolayı var. Romanınızı, onun içindeki karaktere yazdırın. Win-win.
Büyük bir beklentiyle elime aldığım fakat bir türlü içine girmeyi başaramadığım kitap. Soyut yazımları sevdiğim halde, bu kitabı bitirmek zor oldu. Belki de beklentilerim sebebiyle böyle oldu bilemiyorum.
İlginç üslubuyla akıp giden bir metin. Metne eşlik eden desenler de öyle. Ne yazık ki dahi anlamına gelen -de eklerinin bitişik yazılması gibi bazı basit yazım kuralı ihlallerini içeriyor; İş Bankası Kültür Yayınları için olumsuz bir puan.
ikinci yarı çok zorlayınca yarım bıraktığım bir kitap oldu. başta çok sevmiştim halbuki, gayet de güzel akıyordu ama ikinci yarıdan sonda bir türlü olduramadım. şuan ihtiyaç duyduğum türden bir okuma deneyimi değildi.