“1925’te Meslek dergisinde 35 hikâyesi çıktı ise de sanat hayatına, “Ayaşlı ve Kiracıları” bir yana, 1946’ya kadar uzun bir ara verdi. Bu tarihten sonra yayımladığı hikâyelerle sevilen, aranan bir hikâyeci oldu. Hayattan aldığı konuları konuşur gibi, temiz bir dille, sadelik, içtenlik ve rahatlıkla edebiyatsız, oyunsuz yazdı. Esendal’ın, kahramanlarına sevgi ve şefkatle eğilen, onları gündelik yaşayışları içinde en yapmacıksız, rahat ve karakteristik taraflarından görmesini bilen, renkli-canlı aktaran bir hikâyeci olduğunu gösterir.” (Behçet Necatigil)
“Yalınlık, açıklık, kısalık gerçek yazın adamlarının ulaşmak istedikleri bir düzeydir. Ama herkes bunu yapamaz, az sözle, az tanımlamayla, az ‘edebiyat’la, daha doğrusu ‘edebiyat yapmamak’la başarılı olunacağını bilemez, düşünemez. Esendal’ın öykülerinin başarısı, kalıcı yanı ölümsüz güzelliği, onun da Çehov gibi, ‘Denizin rengi mavidir’ diyebilecek kadar süslerden uzak bir dille yazmasıydı. Bugün bile bu öyküleri, içinde yaşarmışçasına okuyor, o olayların içinde imişiz gibi okuyorsak, yazarın gerçek ‘edebiyat’ın temel niteliklerini bilmesinden, başarıyla kullanmasındandır.” (Oktay Akbal)
Diplomat and politician Esendal, who served as ambassador in Tehran, Baku and Kabul, as a member of the Grand National Assembly of Turkey for four terms, and as Secretary General of the CHP between 1941 and 1945, was also a well-known literary figure. Although he was only seriously engaged in literature for nine years of his life (1923-1926, 1946-1952), he became an important figure in Turkish short story writing. He is the representative of situation storytelling in Turkish literature. His best known work is the novel Ayaşlı ile Kiracıları (Ayaşlı and the Tenants) published in 1934.
Çok sevdim. Bir tarihçi açısından 1920-1940 arası İç Anadolu taşrası ve Ankara şehrinin gündelik yaşantısı ile ilgili enfes materyal içeriyor. Bu dönemde taşrada düğünler nasıl olurdu? Kasabada bir düğünün kına eğlentisinde taşra bürokratları rakıyı fazla kaçırınca ne olur? Sokak sokak Ankara çarşısı, Cebeci... Tıpkı Victor Hugo'nun Sefiller'inde 1870ler Paris'inde sokak sokak gezdirmesi gibi, fakat elbette çok daha kısa... 1920ler Ankarası'nda sinema eğlencesi nasıl yaşanırdı? Kimler sinemaya nasıl giderdi? Gösterimden önce neler izlenir yaşanırdı?
Esendal'ın belki de yegane kusuru bu dönemde CHP'nin genel sekreterliğini de yapmış bir milletvekili ve bürokrat olarak tek parti rejiminin İstanbul önyargılarını kuvvetle taşımasında. Öykülerinde anlattığı İstanbul atıl imparatorluğun, savaş zenginliğinin, o dönemde hiç istenmeyen ve küfür gibi söylenen "kozmopolitliğin" merkezi.
Batı edebiyatının kolonyalist romancıları gibi, Esendal'a göre de coğrafya insanları iyileştirme ya da dejenere etme özelliğine sahip. İstanbul'un dejenere ve şımarık orta-üst sınıfı Ankara'nın yerli ve milli, Cumhuriyet mefkuresinin yeşerdiği mütevazı topraklara yerleştiklerinde hal yola geliyorlar, ahlakları düzeliyor.
Öykülerin dönemin cinsiyetçi klişelerini elbette yansıttığı da bir gerçek. Buna göre kadın dediğin, çok vıdı vıdıyla kocanın başının etini yememeli, ona saygıda kusur etmemeli, çalış derse çalışmalı, çalışma derse çalışmamalı, çilekeş ve fedakar olmalı vs. Bunun dışında kalan bütün kadınlık durumları bir şekilde dejenere, olması gereken standarttan sapma.
Fakat ben bu öykü kitabını edebi değerinden ziyade, sağladığı tarihsel malzeme açısından beğendim. Kitap, Esendal'ın hepsi de tasvir yönü kuvvetli diğer eserleri gibi, hem zihniyet tarihi hem maddi tarih yazımı açısından lokum gibi malzeme sunuyor tarihçilere.
Arka kapaktaki şu ifadeye tamamen katılıyorum: Memduh Şevket Esendal sakin huzur veren diliyle insanı önce "Bunda anlatacak ne var ki ?" diye şaşırtan ama okuduktan sonra "Aslında anlatılması gereken tam da buymuş " dedirten öyküleriyle, yaşanmıyormuş gibi yaşanan anları yakalamaktaki ustalığıyla öykücülüğümüzün temel direklerinden biri.
Memduh Şevket'i Türk yazınının en önemli adlarından biri olarak görüyorum. En önemlisi demiyorsam, yüzeysel ve aceleci davranmak istemediğimden.
Mendil Altında, örneğin Otlakçı ölçüsünde vurucu bir yapıt değil, çok iyi öyküler olduğu gibi, sönük öyküler de içeriyor. Ancak Memduh Şevket'i değerli kılan dili ve biçemi kitabın her yerine sinmiş. Bu yüzden çok iyi.
Kendisini neden bunca sevdiğimi ve biçeminin bana neden böylesine uygun olduğunu hala saptayabilmiş değilim, sanıyorum saptamanın bana bir yararı da yok.
Yine de, kitabın başında yer alan söyleşideki şu sözlerinin okur olarak yazınsal anlayışıma birebir uyduğunu belirtmekte yarar var:
"Öyle tam doğru olmayan bir şey söyleyeyim: Ben, insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım... İnsanları yuğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoşlanmam. Zaten tam bir refah içinde, huzur içinde yaşayamıyoruz... Bir de karanlık, kötü şeylerden bahsederse bize, onları okursak... Bu, insanları bir havana koyup ezmeye benzer... Halbuki insanların içinde bir umut olmalı. Yaşama umudu, neşe vermeli insana okudukları... Bu söylediklerim tam doğru değildir. İnsan bazen yeis veren şeyleri de terennüm eder, böyle şeyleri de arzular."
“Anlattıklarını çok çocukça, çok tatlı anlatıyor. Sanki onun tanıdıklarını herkes tanıyormuş, onun sevdiklerini herkes seviyormuş gibi konuşuyor.”
Bugüne kadar hiç Memduh Şevket Esendal okumamış olmanın pişmanlığı ile tanıtıyorum size bu öykü kitabını. Okuması çok keyifliydi. Öykülerinin her birinde Esendal’ın kalemi birbirinden ince ve naif. Her bir öyküsünde dönemin hem siyasi havasını, hem bulunduğu sosyolojik yapıp hem de sınıflar arası çatışmayı görüyoruz. Esendal’ın İttihat ve Terakkici yapısının etkilerine ise öykülerinin her birinde rastlayabiliyorsunuz. Ancak şunu söylemeliyim ki çok iyi bir gözlemci imiş kendisi. Karakterlerin her biri dönemindeki farklı sınıfa, mesleğe mensup kişilerin bakışını yansıtıyor. Üstelik öykülerin samimiliği ise sizi hemen içine çekiveriyor. Öykülerin en güzel yanı ise size çok iyi bir kent hissiyatı bırakıyor olması. Yer yer bazı öykülerinde çok iyi bir İstanbul anlatısı da mevcut. Geriye ise o naif cümleler kaldı: “Sonra pencereye yaklaştı, boş sokağa baktı. Boş sokaklar her zaman insana hüzün verir. Sinirleri çelikten sanılan bu kadın orada sessizce ağladı.”
“Birbirimizi sevip rahatça yaşama ve geçinmenin yollarını bilmediğimiz be kırk yıldan kalma kötü göreneklere yapışıp kaldığımız için, dar bir kapıdan nasıl geçilebileceğini bilmeyip de itişip kakışan, birbirini incirip azarlayan kimseler gibi hiçbir iş görmeden yorulup duruyoruz.” Celile - 1942
“Kızın okuduğu ve bitirdiği lise de para kazanmak için açılmış okullardan biriydi. Çocuklara orada ne terbiye verildi, bilmem. Belki de bu okul terbiye işiyle hiç uğraşmadı. Yalnızca okuttu ve bu mahallelerde oturan zengin, türedi, biraz da snop ailelerin çocuklarını bir araya topladı. Burada çocuklar birbirlerinden görerek terbiye aldılar” Kızımız - 1942
“Bir suç yaparsam, babamın susuşundan korkar, beni kızdırsa da anamın yürekte üzüntü bırakmayan söylenişlerini arar ve sanırım ki anamı daha çok severdim” Ana Baba -1932
Sait Faik Abasıyanık gibi durum öyküsü yazmasıyla bildiğimiz bir isimdir Memduh Şevket Esendal. Kendisiyle tanıştığım ilk kitap beni edebi açıdan fazlasıyla doyurdu. Türk edebiyatında öykü okumayı seviyorsanız kesinlikle tavsiye ederim, ayrıca yalın ve özgün dili sayesinde öyküler su gibi akıp gidiyor. Özellikle, SAİDE ve CELİLE adlı iki öyküsünü beğendim. İyi okumalar dilerim...
Dönemin insanlarını incelemek ve hayatlarına göz atmak için çok güzel bir kitap. Fakat her hikaye aynı akıcılıkta değil. Özellikle ilk kısımlar beni baya yordu okurken.
Okumaktan, yazmaktan hoslandigin tarz ne diye sorsalar vereceğim cevabı bundan 1 asır evvel Memduh Şevket Esendal vermistir. Ruh Şad olsun.... " Ben, insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım. İnsanları yuğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoşlanmam. Zaten tam bir refah içinde, huzur içinde yaşayamıyoruz. Bir de karanlık, kötü şeylerden bahsederse bize, onları okursak... Bu, insanları bir havana koyup ezmeye benzer... Halbuki insanların içinde bir umut olmalı... Yaşama umudu, neşe vermeli insanlara okudukları...'
Memduh Şevket Esendal okumalarında bu eseri de aylar önce tamamladım fakat yazarın öykülerinde yer alan avare tipler gibi oyalanıp durdum da bir türlü yazmaya fırsat bulamadım.
Ankara'nın ve taşranın kesitlerini, basmakalıp fikirlerini, kentleşme ve yenileşme çabalarını kah güldüren kah düşündüren bir şekilde bizlere aktarıyor yazar her zamanki samimi üslubuyla.
Sıkı kurulan öyküler yanında geçiştirilen öyküler de yer alıyor kitapta. Bir "Otlakçı" kadar nitelikli öyküler sunmasa da tek bir öykü var ki bütün kitabı okutmaya yetiyor: Haşmet Gülkokan.
İmkan olsa da ülkeye üç beş tane Haşmet Gülkokan gibi neşeli insan salsak bu suratı mahkeme duvarı gibi olan tipleri düzeltsek!