Kendi çağının tiryakisi olan yazar daha ötesini, yani geleceği, bugünün içinde saklı geleceği rahatlıkla kurgulayabilir, der Canetti.
“Kendi çağının tiryakisi” olmak, kişinin, başkalarının, çağdaşlarının deneyimlerini içselleştirmeye çalışması mıdır? Ya da benliğinin sınırlarını başkalarını da tümüyle kapsayabilecek biçimde genişletebilmesi mi? İnsan, gerçekten, benliğinin sınırlarını nereye kadar genişletebilir? Bedeninin sınırlarına dek mi? Böyleyse şayet, kurulması ya da yıkılması gereken ilk şey bedene dair bilgi ve söylemlerimiz olmalı… Kişi, kendinde tüm insanlığı ve başkalarını ancak böyle kavrayabilir, temsil edebilir belki de. Ve has sanat işte bundan ibarettir.
Aslı Tohumcu, bana göre, bunu yapabilen ender yazarlarımızdan biri!
Bazı kitaplar bize içinde yaşadığımız bu dünyanın ne menem bir cehennem olduğunu hatırlatır, sarsar bizi… Tıpkı 1984’te, Cesur Yeni Dünya’da olduğu gibi… Bazılarıysa korunaklı bir biçimde yaşadığımız ve dört başı mamur sandığımız bu dünyaya “cehennemi” taşırlar; süslenmiş, kılık değiştirmiş, estetize edilmiş insan gerçekliğinin üzerindeki perdeyi sıyırıverirler bir anda.
1974 yılında Leverkusen’de doğdu, Bursa’da büyüdü. Bir süre İngiliz dili ve edebiyatı okudu. Değişik yayınevlerinde editörlük, TRT 2′de muhabirlik yaptı. Kürşad Oğuz’la birlikte Vatan Kitap ve Akşam Kitap’ı çıkardı. İlk öykülerinde gündelik hayattaki şiddeti anlattı. O öyküler 2003′te “Abis” adı altında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı.
İkinci kitabı “Yok Bana Sensiz Hayat”ta ölüp giden bir yakını (C.N.) için romantik ve fantastik bir ağıt yaktı. Bu kısa roman 2006′da Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basıldı. Almanca, Bulgarca, Arnavutça ve Arapça’ya çevrildi.
2007 yılının büyük bir kısmını konuk yazar olarak Den Haag’da (Hollanda) geçirdi ve orada yayınlanan Ad/Haagsche Courant adlı bir gazete için, Den Haag’da yaşayan Türklerin hayat hikayelerini yazdı. Bu gazete yazıları ertesi yıl “Over Welk Turkije Heeft U Het?” (Hangi Türkiye’den Bahsediyorsun?) adıyla Hollandaca basıldı.
Türkiye’de kadına yönelik şiddete dair öyküleri “Şeytan Geçti”, Mart 2010′da İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.
Son romanı “Taş Uykusu”nda bir belediye otobüsünde birlikte yolculuk etmek zorunda kalan insanların zihninden geçenleri okumaya ve günümüz Türkiye’sinin şiddet yüklü yüzünü anlatmaya çalıştı. Taş Uykusu Aralık 2010′da Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından basıldı.
"o sinsi vesvesenin şerri" isimli hikaye için dört yıldız veriyorum. Anlatım dili her öyküde aynı etkileyicilikte değil. Ayrıca sondaki hikayeler başa konulsa daha iyi olurdu. Bunlar benim ufak takıntılarım tabii. Kadınların çektiklerini dürüstçe anlatabilen ve seslerini başarıyla verebilen çok fazla yazar yok. Bu açıdan değerli bulduğum bir edebiyat eseri oldu. Bir de yazmasam olmaz diyeceğim bir husus var: Türkiye'de beyazlar ve azınlık grubu karşıtlığı yok, yurt dışından ithal edilen sosyolojik çıkarımlara ihtiyacımız da yok. Kendi çatışmalarımız bize yeter de artar bile.
Bu kitap hakkında hiçbir fikrim yoktu, tesadüfen Storytel'de görüp dinlemeye başladım. Bu kadar beğeneceğimi de sanmıyordum, hemen yazarın diğer kitaplarına da girişeceğim. En beğendiğim öyküler ise Kurt Gözler ile Bir Performans Sanatı Olarak Cinayet oldu.
Kitabı okuyanları lanetleneyerek başlıyor Aslı Tohumcu hikayelere. Huzur bırakmasın, zihninizden çıkmasın diyor. Lanet tuttu mu bilinmez ama öykülerin fazlasıyla cesur ve çarpıcı olduğunu söyleyebilirim. Kadın öykücülerin kadınlar ve Türkiye’de kadın olmak üzerine yazdığı hikayeleri okumak her zaman ilgimi çekmiştir. Tohumcu da bu beklentimi fazlasıyla karşıladı. Kitabın özünde bu topraklarda her gün karşılaştığımız türden hikayeler, gazetelerin üçüncü sayfalarında rastlandığımız haberleri aratmayacak kadınlar var: ezilen, yıpratılmış, arka plana atılmış, yoksullaştırılmış, cahil bırakılmış kadınlar. Hikayeler gerçekten vurucu yerden yakalıyor insanı ama üsluptan mı tarzdan mı bilemedim yeterince etkileyemiyor. Bir şeyler eksik kalmış, tam anlamıyla o duyguya sokamıyor insanı. Anlatımda bir soğukluk, donukluk var. Bu sebeple tam anlamıyla içselleştiremedim nedense. Ancak türü sevenlerin okuması gereken, pişman etmeyecek kısacık bir eser.
Kadinlar ve kadinlara yapilan siddetin degisik bir dille anlatildigi acitan,insani derinden etkileyen hikayelerde dolu. Derinligi olan toplumsal yaralara parmak basan insani dusunduren ve uzen hikayeler Sevgili Asli Tohumcu'nun kendine has uslubu ile yer almis.
“Bu kitaptaki hikayelerin hepsini lanetliyorum. En önce bunu bilmenizi isterim. Ne dinlerken onları ilk ağızdan, ne de yazarken siz okuyasınız diye bana mutluluk verdiler. Dilerim, size de sıkıntıdan başka bir şey vermezler.”
"Bu kitaptaki hikâyelerin hepsini lanetliyorum. En önce bunu bilmenizi isterim. Ne dinlerken onları ilk ağızdan, ne de yazarken siz okuyasınız diye bana mutluluk verdiler. Dilerim, size de sıkıntıdan başka bir şey vermezler.">
Böyle bir başlangıçla başlıyor Aslı Tohumcu kitabına ve dediği gibi de oluyor. Kitabı bitirdikten sonra size sıkıntıdan ve gerçeklikten başka bir şey vermiyor. Kalemi o kadar güçlü bir yazar ki. Okuduğum her seferde gerçekleri yüzüme tokat gibi çarpıyor.
“Bu kitaptaki hikâyelerin hepsini lanetliyorum. En önce bunu bilmenizi isterim. Ne dinlerken onları ilk ağızdan, ne de yazarken siz okuyasınız diye bana mutluluk verdiler. Dilerim, size de sıkıntıdan başka bir şey vermezler.”
Peki ne yiyip ne içiyordun ? Duvar kağıdı kaynatıyordum. Giysi dolabının arkasını söktüydüm. Bir de giysilerimi kesip kesip. Kaynatıp suyunu içiyordum işte.
2.75/5 (Kitaba 2.5 kadar düşük, 3 kadar yüksek değilim.)
"Bu kitaptaki hikâyelerin hepsini lanetliyorum. En önce bunu bilmenizi isterim. Ne dinlerken onları ilk ağızdan, ne de yazarken siz okuyasınız diye bana mutluluk verdiler. Dilerim, size de sıkıntıdan başka bir şey vermezler."
Vaadini karşılayan bir kitap. Dümdüz, buz gibi bir anlatımla tecavüze uğrayan, şiddet gören, öldürülen kadınları okuyoruz öykülerde. Deli Kadın Hikâyeleri'ni getirdi aklıma ama Şeytan Geçti beni bir edebiyat eseri olarak o kitap kadar etkilemedi. Yine de şayet her gün şahit olduğunuz, duyduğumuz, hatta maalesef belki de yaşadığımız vahşeti yine, yeni, yeniden okumak isteyenler bir bakabilir tabii. Keşke bu kadar gerçek hissettirmese, keşke "Yok artık, o kadar da değildir," diyebilsek...
Toplumda türlü türlü isimlerle adlandırdığımız kadınların hikayelerini anlatmış yazar. Her biri trajikomik olmakla beraber Türk toplumunun gerçeğini tokat gibi çarpıyor bir kez daha yüzümüze. Kitabın giriş kısmında yazan; "Bu kitaptaki hikayelerin hepsini lanetliyorum. En önce bunu bilmenizi isterim. Ne dinlerken onları ilk ağızdan, ne de yazarken siz okuyasınız diye bana mutluluk verdiler. Dilerim, size de sıkıntıdan başka bir şey vermezler." kısmını ilk okuduğumda yazarın neden böyle bir şey dediğini anlayamamıştım. Kitap bittikten sonra diyorum ki, umarım okurken size sıkıntıdan başka bir şey vermezler...
Aslı Tohumcu'nun sert dili ile bu sefer kadınların sorunlarını anlattığı kimisi çok kısa kimisi ise orta uzunlukta öykülerden oluşan bir kitap. Aşk, hayalkırıklıkları, erk dünyaya yem edilen bedenler gibi konulardan oluşan, geneli itibari ile karamsar hikayeler barındırıyor. Hikayelerin tamamı rahatsız etmeye, huzursuz etmeye odaklı. Çünkü kitap lanet kitabı gibi, bu dünyaya yaşamaya gelen kadınların ne denli acılara maruz bırakıldığını söylüyor. Hatta bağırıyor. Öyküler doyurucuydu. Keşke farkındalığı sağlamak için herkes okuyabilse.
Kitap, burada anlatılanlar ve fazlası olmaya devam ediyor ama yaşanan bu kıyamete alışmayın, normalleştirmeyin diye bağırıyor. Acıtıyor. Lanetliyoruz ama yetmiyor.