"...Orhan Karaveli yine güzel bir iş yaptı ; Sakallı Celâl' i yazdı. Yaşamımızı zenginleştirecek renkli bir kişiliği dört başı mamur bir kalem çalışmasıyla sunuyor...' İlhan Selçuk '...Orhan Karaveli'nin Sakallı Celâl'i , özgür kalmak için her şeyden fedakârlık eden bir aydının yaşamı...'Onurlu kuşağın' bütün özellikleri vardır Sakallı Celâl' de. Bu açıdan bugünkü kuşağa örnek olmalıdır...Yazar, Sakallı Celal'in kişiliğinde İmparatorluk' tan Cumhuriyet'e kadar birçok olayı da bize aktarıyor. Belgesel çalışmanın gereği budur..." Doğan Hızlan
Orhan Karaveli (25 Şubat 1930, Ankara - 24 Mart 2023), Türk araştırmacı ve yazar.
1930 yılında Ankara'da doğdu. Galatasaray Lisesi (1937-1949), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1949-1954) ve Londra Politeknik Okulu'nda (1956-1957) öğrenim gördü.
Yeni İstanbul, Milliyet, Vatan ve Cumhuriyet gazetelerinde yazdı. Üyesi olduğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin çeşitli başarı ödüllerini kazandı.
Orhan Karaveli, 24 Mart 2023'te 93 yaşında hayatını kaybetti.
Yazıldığı sene beklenmedik bir başarı kazanarak kısa zamanda “çok okunanlar” listesine giren ve üst üste yeni baskılar yapan biyografik bir kitap. Kitabın alt başlığı, “Bir Bilinmeyen Ünlünün Yaşam Öyküsü” şeklinde. Bir insan nasıl hem ünlü, hem de bilinmeyen olabilir? Bunun açıklaması şöyle: Sakallı Celal, yaşadığı dönemde kişiliği ve yaşantısıyla büyük bir ün kazanmış olmasına karşın, bugüne kadar hayatıyla ilgili ayrıntılı bir çalışma gerçekleştirilmemişti. Hayatta olduğu yıllarda bile özel hayatını özenle gizleyen bu insan, en yakınındaki kişilerce bile çok iyi tanınmıyordu. Oysa ismi ülke çapına yayılmış, daha ölmeden bir efsane haline gelmişti. Zaman içinde unutulmaya yüz tutan bu efsane, araştırmacı-gazeteci Orhan Karaveli’nin kitabıyla yeniden canlanıyor, yeni nesillerin dağarcığına giriyor.
Kimdi Sakallı Celal Bey? Bir amiralin oğlu; o dönemin en önemli okullarından Mekteb-i Sultani, bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi’nden mezun bir eğitimci, daha sonra Ankara Sultanisi müdürü. Peki bundan başka? “Gülcemal” vapurunda makinist, “Doğu Ekspresi”nde ateşçi, “İncir Tütsüleme Fabrikası”nda ustabaşı. Bu nasıl oluyor? Sakallı Celal, idealleri uğruna en büyük mevkileri, para ve saadeti tepmiş bir eylem adamı, bir sokak filozofu. Okul müdürü olduğu dönemde, memleketin okumuş gençlere ihtiyacı olduğu gerekçesiyle, öğrencileri bir yıl önce mezun etmesi emredilmiş. Bu emre, “Ankara Sutanisi boyacı küpü değildir!” diye yanıt vererek görevinden istifa etmiş. Bundan sonra sıradan bir işçi gibi, nerede iş bulduysa orada çalışmış. Bununla birlikte, bulunduğu her yerde kişiliğiyle çevresindekilerde hayranlık uyandırdı, bir lider, dönüştürücü bir güç olmuş.
Lakabı, daha genç yaşta bıraktığı, suratının ayrılmaz bir parçası olan çalı gibi sakalından geliyor. Sakal, Haldun Taner’in deyişiyle “onun için bir çeşit özgürlük, doğallık, kimseyi takmazlık ve filozofluk bayrağıydı. Bektaşi kalenderliğiyle filozof saygınlığını birleştiren bu sakal, onun ince yaradılışının söz haline getirmediği bir şeyi dile getirir gibiydi. ‘Ben doğal bir insanım’ der gibiydi. “İhtirasım yok. Paraya önem vermem. Mevkileri takmam. Bunun için sizin katlandığınız nice maskaralıklardan uzağım. Sizin burjuva kalıplarınıza metelik vermem. Hepinize de içimden kıs kıs gülerim."
Peki ünü nereden gelir Sakallı Celal’in? Cevdet Anday’ın deyişiyle, kahraman olmasından. Bu kahramanlık, ancak eskilerin anlayabileceği türdendir. Hakkında anlatılan 9-10 öykü oluşturmuştur bu ünü. İşte bunlardan biri: Kıt kanaat geçinecek kadar para kazanan, çamaşırlarını kendisi yıkayan, yemeğini kendisi pişiren bir insan olmasına karşın seçkin bir dost çevresi bulunan Sakallı Celal, Ahmet Haşim’le söyleşmektedir. Söz şiire, şiirin ne olduğuna gelir. “Şair-i Azam” lakaplı Haşim, “Bana beş altı sözcük ver, sana şiir yazayım” diye şaşırtmak ister Sakallı Celal’i. Celal Bey bağırır: “Yazamazsın Haşim! Şimdi içeriden bir sözlük getiririm ha!”...
Bir diğer öykü: Sakallı Celal trende ateşçidir; özel vagonda Kazım Karabekir Paşa’nın yolculuk ettiğini öğrenince lokomotiften vagona geçer, Paşa’yı görmek istediği haberini gönderir içeriye. Bir ateşçi ne isteyecektir Paşa’dan; ya para, ya daha iyi bir iş değil mi? Oysa elleri, yüzü gözü kömür tozu ve yağ içinde olan ateşçi, Paşa’nın karşısına çıkınca Türkiye’de eğitimin nasıl olması gerektiğini söyleyip, eğitim meraklısı Paşa’yı şaşırtır...
Her gittiği yerde softalarla çatışır Sakallı Celal. Öğretmenlik ettiği bir taşra kasabasında, öğretmenler odasına Avrupa’lı bir böcek bilginini toprakta incelemeler yaparken gösteren bir fotoğraf asmıştır. Bir gün sonra gelir bakar ki, duvarda fotoğraf yok. Sorar soruşturur; meğer öğretmenler bilginin şapkasından tedirgin oldukları için kaldırmışlar fotoğrafı. Bunu öğrenince bağırır onlara: “Ulan, adam sizin hatırınız için güneşin altında baş açık mı çalışsın?”...
Haldun Taner’in güzel eseri “Ölür İse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil”, Sakallı Celal’in anlatısıyla başlar. Taner, onun tadına doyulmaz söyleşilerinin uçup gittiğinden yakınır. Ne yazık ki, yeteneğinin kağıt üzerine saptanmış bir belgesi kalmamıştır. Onun kulaktan kulağa aktarılan esprileri kaldı bir tek. Bunlardan birini duymayan pek azdır: Türk aydınlarını, dümeni bozulmuş, karaya oturmak üzere Doğu’ya doğru giden bir geminin içinde, Batı’ya doğru koşan yolculara benzetmiştir Sakallı Celal. Ulusal bahtsızlığımızı şu beş kelimeye sığdıran da ondan başkası değil: “Bizde ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.”...
Haldun Taner, Sakallı Celal’i, “sarp dağlar, gür ormanlar ve bozkırlar ortasında boşuna akıp giden bir pınara” benzetmiş. O, “ziyan olmuş, eski deyimiyle heder olmuş bir değerdir.”
Bir masa düşünün. Masada döneminin en önemli şairleri, yazarları, entelektüelleri oturuyor. Bir de bir adam; saçı sakalı birbirine karışmış. Yıkanmayan, kirli kıyafetleriyle... Yemek masasındaki gümüş kaşığı alıyor eline ve cebinden çıkardığı kahverengileşmiş bir bezle başlıyor silmeye. Masadaki herkes döneminin en büyük entelektüelleri. Hiç kimse tek kelime etmiyor. Çünkü herkes onu seviyor ve herkes onun o masada olmasından büyük bir gurur duyuyor. Sakallı Celal hakkında ilk duyduğum hikaye bu olmuştu. Tabii "bu kadar cahil olmak için çok iyi tahsil almak gerekir" sözü de benim favori sözlerimden birisiydi.
Sakallı Celal'in, gerçek adıyla Celal Yalnız'ın hayatının yazıldığını duyduğumda işte bu nedenle çok sevinmiştim. Hemen gidip kitabı aldım. Yaşadığı dönemin entelektüel ve siyasi camiasının hemen herkesçe bilinen ve sevilen ismi olan Sakallı Celal'in, hiç kitap yazmadığı için unutulup gitmesi önlenmiş oldu bu kitap sayesinde.
Orhan Karavelli onun unutulmasının önüne geçmiş bu eseriyle. Bununla birlikte, bu eseri bir "biyografi" olarak beğendiğimi söyleyemem. Her şeyden önce Sakallı Celal'in ortaya yazılı bir şeyler bırakmamış olmasının yoksunluğu hissediliyor bu kitapta. Yazar bunu telafi etmek için çok emek sarf etmiş ama yine de kitapta Sakallı Celal'in felsefesi eksik. Diğer yandan, onun hayatını anlatırken çok fazla dikkat dağıtacak detaylara saplanmış. Örneğin Lenin'in Türk olup olmadığının (Lenin Türk mü? s.138) Sakallı Celal ile ne alakası var? Bunun mantığını çözemiyorum.
Bir gün davetlisi olduğu ve gizli aşk yaşadığı kadınlardan biri olan Neşecan Taluk'un evinde Celal'a aşık on dört yaşında bir kızla ilgili "Eee Celal! Bu çocuk her pazar günü senin yolunu gözlüyor. Ne olacak bu işin sonu?.." değince Celal birden ciddileşerek şu yanıtı vermiş: "...Bak Neşe! Heykellerin cüsseleri kuşların cüsselerine göre çok daha büyüktür ama o küçücük ve ürkek kuşlar, diledikleri gibi rahatça konup kalkarlar heykellerin iri cüsselerine. Hatta sıçarlar bile üzerlerine. Çünkü bilirler ki heykellerden onlara asla bir zarar, ziyan ve kötülük gelmez!..." CELAL YALINIZ (1886-1962) Eğlenceli, takıntılı ve cemiyetin içinde ilginç bir şekilde yalnızca "sözleri" ile yaşayan önemli bir filozoftu. Hayat hikayesini bir çırpıda bitirdim. Kayda geçmiş bazı sözlerini unutmamak için hemen yazmam gerekiyor; zira kafamda şimşek çaktırdı. Kitabı okurken zaman zaman gülmekten gözümden yaş geldi. Cumhuriyet ve yakın tarihin tüm aydın cemiyetinin hayranlığını çeken, onu tanıyan bir insanın bir daha unutamadığı, tıpkı Atatürk gibi zamanının son derece ilerisinde ve maalesef "yanlış" bir coğrafyada dünyaya gelmiş bu insan kimdi aslında? Herkesin O'nu yemeğe davet için adeta yarışması ve bu önemli işi bir "sıraya" bağlamalarına sebep olan dürtü, Sakallı Celal'in sofrasında oturan her kişinin kafasında depremler yaratan bir adam olması. Anlattığı şeyler sıradan bir sohbette duyabileceğiniz sözler olmaktan öte, ahbaplarının tutkunu olduğu bir "felsefi anlatı" şeklinde devam ediyormuş. Çok sayıda hayranı ve kimisi evli ve çok genç "gizli aşığı" bulunan Sakallı Celal'in özlü sözlerinden bazıları şunlar : "Bu kadar cahilliğe ancak eğitimle ulaşılabilir." "Türkiye, doğuya yol alan bir geminin güvertesinde batıya koşan insanların ülkesidir" ve "bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir." sözleri ona aittir.
SAKALLI CELAL / ORHAN KARAVELİ Tesadüfen aldığım ama meraktan okuduğum kitap. Başka bir kitabı ararken can dostum Olga Söner'in bu kitabı okumak istediğini, öğrenince peşine takıldım; ben de isterim diye tutturdum. Aldık, bekletmeden okudum. Tanıtım yazısı: “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür.” Bu ve buna benzer pek çok özlü sözün sahibi Sakallı Celâl. Ne yazık ki, ardında hiçbir yazılı eser bırakmadığından bu sözleri ancak tanıkların, tanışıkların gözlem ve duyumlarından aktarabiliyoruz. Salt akıl dolu sözleriyle değil ama, yaşantısıyla, duruşuyla, ödünsüz, müdanasız tavrıyla başlı başına “sivil” bir karakter Sakallı Celâl. Bugünlerde çokça eksikliğini hissettiğimiz, doğru bildiğinden asla şaşmayan idealist aydın tipinin en saygın örneklerinden biri. İkbal değil kendini arayan münzevi bir bilge. Sabahattin Ali’den Melih Cevdet’e, İlhan Selçuk’tan Haldun Taner’e birçok yazarın zihninde yer etmiş, menevişli hikâyesiyle bir garip adam. Kitap, Sakallı Celal'in ölüm ilanı ve cenaze töreni ile başlayıp, onun için söylenenler, yazılanlar, kim olduğu, dostları, ailesi ve çevresindekiler, fikirleri, tepkileri, söyledikleriyle devam ediyor. Galatasaray Lisesi'nin bahçesinde yapılan cenaze töreninde, Edebiyat öğretmeni Salim Rıza, Tevfik Fikret'in "Promete" şiirini okuyarak, Celal Bey'e ithaf ediyor. Bu da beni lise edebiyat derslerine götürdü. Tevfik Fikret'i işlerken Promete'yi incelemiştik ama adından başka aklımda bir şey kalmamış, üzüldüm ama dip not olarak şiir sayfa sonunda vardı, ilk fırsatta tekrar incelemeli. Galatasaray'dan sınıf arkadaşı Ahmet Haşim onun için: "Yıldızlı semaları, dağları, suları, doğanın gizlerini ruhunda birleştirip yansıtan bir sonsuz yaratıktır, arkadaşım Celal." diyor Refik Şevket'e yazdığı mektupta. Bir tarihte bir fabrikaya işçi olarak girmişti Celal. Boş saatlerinde, gördüğü işi geliştirecek İngilizce ve Fransızca kitaplar okuduğunu gören ustabaşı ondan kuşkulanmış ve ekmeğinden etmişti... Bunca yıl sonra durum değişti mi? Hayır. Hala kişisel gelişime, okumaya, kültür sanata karşıyız, işçi dediğin işçi kalacak gelişmeyecek, işini de istenen kadar yapacak, çıtayı üste taşımayacak. Galatasaray Lisesi'nde okumuş; Tevfik Fikret'in öğrencisi olmuş, ondan etkilenmiş, ilişkileri devam etmiş; mezun olduktan sonra okuduğu lisede öğretmen yardımcılığı yaparken Nazım Hikmet'e öğretmenlik yapmış, dostlukları ölene kadar öğretmen- öğrenci saygısıyla devam etmiş; Üsküp'e öğretmen tayin edildiğinde Kazım Taşkent'in ( YKB kurucusu, Doğan Kardeş dergisinin yayıncısı) öğretmeni olmuş; sanat, siyaset, akademik kariyer yapmış Ali Sami Yen, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Haşim, Ali Yar, Necmettin Sadak gibi birçok isimle okul arkadaşı olan Sakallı Celal tüm bu kişilerin saygısını kazanmış, dostlukları ölene kadar sürmüş; filozof, yaşantısıyla, duruşuyla, ödünsüz, nevi şahsına münhasır bir paşazade. "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür." "Bizim memlekette işçinin aydınına, okumuşuna kimse tahammül edemez. İşçiler bile!..." "Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir... Türkiye'de "aydın" geçinenler "Doğu"ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde "Batı" yönünde koşturarak "Batılılaştıklarını" sanırlar!" gibi sözleriyle dostlarının hafızasına kazınmış eşsiz kişiliği tanıdığım için memnunum. Bu garip adamı merak ettik, okuduk, öğrendik. Ailesi ve kendisi ile ilgili daha fazla bilgi için kitabı okumalı. Özellikle anı, biyografi tarzı sevenlerin kaçırmaması gereken, herkese okunmalarını tavsiye ettiğim kitap, kütüphanemde özel bölümde yerini aldı.
Orhan Karaveli'nin yakın zamanda (birkaç gün önce) uçup gidişi dolayısıyla özgeçmişine göz attım ve yazdığı yapıtlar arasında birden ilgimi çeken Sakallı Celal adlı yapıtını hemen okumaya başladım. Dedelerinden başlayarak, Osmanlı Devleti'nin özellikle Balkan ülkelerinden veya uluslarından alıkoyup payitahta getirterek devşirme oğlanlar yoluyla devlet yönetimine kattığı kuşakların son yıllara uzanan öykü köprülerini saptamak ayrıca beni başka düşüncelere sürükledi. Bu ön kuşakların ardılları olan yeni kuşaklar Türkiye Cumhuriyeti'nin de devlet çarklarına rahatlıkla yerleşmişler, kök budak salmışlar ve dünya ülkelerine bakıldığında rahatlıkla görülebilecek olan Yahudi sürgünleri ve onların kuşaklarının tüm bilim ve sanat dallarına yerleşmeleri ve dünya çapında yapıtlar vermeleri gerçeği gibi, devşirme kuşakların da zaman içinde tüm ülke/devlet mekanizmalarına yerleşmeleri, kendilerini yetiştirmeleri ve sonrasında bile başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere, dünyanın önde gelen bilim, sanat ve ekonomi/hukuk alanlarındaki üstün başarılarını gözlemek ve bunu saptamak böylece olanaklı olmuştur. İster istemez düşündüm: Anadolunun öz halkı denebilecek Türkmen/Göçer/Yörük budunlarının bireyleri peki nerelerde? Nerelerde yok olup gitmişler?.. Günümüzde de görünmez dağların eteklerinde, dere boylarında, hayvanların ardı sıra ve hatta yaylak/kışlak yapmak istediklerinde karşılarında Devletin makamlarını bulan bu insanlar peki bu yetişme süreçlerine neden bir türlü kavuşamadı? Kavuşturulmadı?!. İnsanın aklına daha başka türden sorular ister istemez takılmaktadır. Okumak iyidir... Karşılaştırma da ayrı bir gelişmeye açık beceridir...
Melih Cevdet Anday'ın 'Akan Zaman Duran Zaman'ın da ilk defa adını duydum. Bu kitap onu tanıtan, 'bir bilinmeyen ünlü' olmaktan çıkaran müthiş bir eser. .."Peki, ünü nerden gelir Sakallı Celal'in? Kahraman olmasından! Ancak eskilerin anlayabildiği bir tür kahramanlıktı bu. Kendisi için hiçbir şey istememiştir, ne para, ne parlak bir yer, yeter ki ülke yükselsin, çağdışı geleneklerden inanışlardan toplum kurtulsun, aklın, mantığın dediği olsun! .. Sakallı Celâl Bey'i ben hep sarp dağlar, gür ormanlar ve bozkırlar ortasında boşuna akıp giden bir pınara benzetmişimdir. Vurgulamayı lütfen 'boşuna' sözü üzerine yapınız. Bence ziyan olmuş, eski deyimle heder olmuş bir değerdir. O, yurda yararlı olmanın yolunu zorlamamış, yurt da ondan yararlanmanın yolunu bulamamış, bilememiş, hatta bulmaya teşebbüs bile etmemiştir. Bundan ötürü, varlığı ve değeri yalnız onu tanıyabilen az sayıda insan tarafından bilindi, anlaşıldı. Bunlardan biri olabildigim için kendimi hep şanslı saymışımdır... (Haldun Taner)
Geç Osmanlı-erken Cumhuriyet döneminin nev-i şahsına münhasır, egzantrik karakteri Sakallı Celal'le ilgili tek derleme kitap olması açısından önemli ama yazarı aşırı 'embedded' bir Kemalist olduğundan öznel yorumları ile anlatıyı lekelemiş.
Kendisi hakkında az belge olmasına rağmen, Orhan Karaveli tüm malzemeyi bir araya getirerek iki dönemde(Osmanlı ve Cumhuriyet) yaşamış bu müstesna kişiyi tanımamızı sağlıyor. Kendisini zamanımızın bir Diyojen'i, bir Sokrates'ine benzettim. İlham verici, ders alınacak bir kişi...
Sakallı Celal diye birisi hakkında bilgi vermek için yazılmış. Hayatı, kişiliği, okulu, mesleği, neden hayata tutunamadığı vs aktarılmış. Ilginç bir kişilik Sakallı Celal
Tam notu bu türde Türkçe kitapların az olması nedeniyle verdim. Aslında kitap 'paşa babam', 'paşa dedem', 'cici okulum' ötesine geçemiyor. Sakallı Celal, yazılı bir eser bırakmamış tamam fakat mesela Amerikalı Joe Gould da bir eser bırakmamış (ya da hala bulunamadı yazdıkları) fakat onun hakkında yazılanların derinliği ile bu kitap arasında çok fark var. Sakallı Celal, 30'lu yaşlarının sonlarına kadar çalışma hayatında yer almış fakat daha sonra çalışmamış ve kitapta bundan sonra neredeyse sadece arkadaşlarına konuk olduğu akşam yemekleri anlatılıyor. İyi de bu adam gündüzleri birşey yapmamış mı hiç? Bunun gibi detaylandırılması gereken noktalar kitabı sığ bırakmış.