Türkiye’nin güzel mi güzel, yoksul mu yoksul bir köyüdür Karataş. Kara Bayram da bu köyün yoksullarından biridir. Babadan kalma tek odalı bir evde yaşar, iyi huylu karısı, üç yavrusu, bir de evinin direği anası Irazca’yla. Dertli kadındır Irazca, yaslıdır. Ama dişlidir bir o kadar da. Kendi yağlarıyla kavrulup giderlerken, bir gün huzurları kaçar. Muhtar Cımbıldak Hüsnü’nün kayırdığı Haceli evlerinin önüne ev yapmaya kalkışır çünkü. Tabii Irazca dikleşir; kızılca kıyametler kopar köyde... ve kasabada. Gelmedik kalmaz başlarına...
Fakir Baykurt, bu romanıyla, köy yerindeki küçük hesapları, bu hesapların peşinde koşan fırsatçıları, onların siyasetteki, bürokrasideki uzantılarını ve o zalimlerin ezmek, yok etmek istediği aydınlık, güzel insanları anlatıyor; kısacası yine "memleket mesele-lerine" değiniyor. Hem de, sakıncalı damgası yemek ve zamanında pek çok tartışmanın ve dolayısıyla husumetin odağı olmak pahasına...
İki kez filmi çekilen, edebiyatımızın tartışmasız bir başyapıtıdır.
Asıl adı Tahir olan Fakir Baykurt 1929 yılında Burdur’da doğdu. 1948’de Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra köy öğretmeni olarak çalışan yazar, 1955’te Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki eğitimini tamamladıktan sonra Sivas, Hafik ve Şavşat’ta Türkçe öğretmenliği yaptı. Demokrat Parti yönetimi tarafından öğretmenlikten alınarak pasif bir göreve getirildi.
1958’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ilk romanı Yılanların Öcü nedeniyle hakkında kovuşturma açıldı. 1960 yılındaki askeri müdahalenin ardından ilköğretim müfettişliğine getirildi.
1962-63 yıllarında ABD Bloomington Indiana Üniversitesi’nde ders araçları konusunda uzmanlık eğitimi gören Baykurt, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) ve Türkiye Öğretmenler Dernekleri Milli Federasyonu’nun (TÖDMF) genel başkanlığına seçildi.
1969 yılında Türkiye çapındaki ilk öğretmenler boykotuna katıldığı için bir kez daha açığa alındı ve 12 Mart 1971’deki askeri darbeden sonra uzun süre tutuklu kaldı.
Edebiyata şiirle adım atan Fakir Baykurt, yazın hayatını toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla yazdığı kısa öyküler ve köy notlarıyla sürdürdü. Yeditepe, Varlık, Cumhuriyet, Evrensel ve Yön gibi dergi ve gazetelerde çeşitli yazıları çıkan Baykurt, 1955’te öykülerini derlediği ilk kitabı Çilli’yi yayımladı. Bunu, köy yaşamını, köylünün arzularını, sıkıntılarını ve çelişkilerini dile getirdiği hikâye kitapları ve romanları izledi. Yalın, şiirsel bir dil kullanan yazar, eserlerinde halka mal olmuş deyişlere ve deyimlere de sıklıkla yer vermiştir. Tırpan ile 1970 TRT ve 1971 TDK ödüllerini, Can Parası (1973) ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Kara Ahmet Destanı’yla Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanan yazarın Yılanların Öcü adlı yapıtı 1961’de Metin Erksan, 1985’te Şerif Gören tarafından filme çekildi.
11 Ekim 1999’da Almanya’nın Essen kentinde vefat eden Fakir Baykurt’un cenazesi, 1977’den beri yaşadığı Duisburg’da düzenlenen bir törenden sonra İstanbul’a getirilerek Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü (1958), Irazca’nın Dirliği (1961), Onuncu Köy (1961), Kamlumbağalar (1967), Amerikan Sargısı (1967), Tırpan (1970), Köygöçüren (1973), Keklik (1975), Kara Ahmet Destanı (1977), Yayla (1977), Yüksek Fırınlar (1983), Koca Ren (1986), Yarım Ekmek (1998), Eşekli Kütüphaneci (2000) adlı romanları yanında, onlarca hikâye, şiir ve çocuk kitapları yayımlanmıştır. Kitapları çeşitli dillere çevrilmiş, Türkiye’de ve çevrildiği ülkelerde birçok ödül almıştır.
---------------------------------------
Fakir Baykurt, who wrote under various pen names such as Osman Akpürçek, Tarik Kirat, Yasar Yalçin, and Mehmet Gazi, was born on June 15, 1929 in the Burdur province of Turkey. In his works, Baykurt deals with the problems and the conflicts that rural folk experience. Yet he is not a mere onlooker, but also an activist who strived to change both society and individuals.
Baykurt claimed that the importance of literature came not from its subject matter, but from the language that it used. His works featured the same natural, plain Turkish that the people used. In his own words, “I have always written with the beautiful words I heard from my mother, from my aunt, and from my villagers. And then they became my own words. I have never been an extreme nationalist, yet when it comes to language I am more king than the king — if such a thing can be measured. In other words, I would sacrifice my life for language. Language is a confidant, and it is the source of my courage. That is where the light is.” Hence, his works featured plain and familiar language that could easily appeal to various groups within society. In his works, he frequently used proverbs, idioms and regional words that he had collected from Turkish folk literature.
Yılanların Öcü benim ilk okuduğum uzun romandır. Üçüncü sınıf ya da dördüncü sınıftaydım. Kitap okumaya başlamış olmanın heyecanı ve babamın bu kitap için benim yaşıma göre olmadığını diretmesi sebebiyle inatla bitirmiştim. Elbette tam olarak kavrayamamıştım. Yıllar sonra filmini izleyip, kitap hakkında okuma yaptıktan sonra kavradım bazı şeyleri. Ancak yine de benim için manevi olarak önemli bir yere sahip.
Baykurt'un yöresel ağız konusundaki inanılmaz başarısı bu kitapta görülebilir. Hikaye köy romancılığı çerçevesinde Yaşar Kemal kitapları ile birlikte çıta olarak en yukarılardadır. Irazca'da postmodern edebiyatımız öncesi en güzel karakterlerden biridir. Mo Yan'ın İri Memeler Geniş Kalçalar kitabını okurken, sık sık aklıma Irazca gelmişti. Annelik ve Anadolulu olmak kitabın her sayfasında yoğun ve niteliksel olarak üst düzeyde işlenmiş.
Sinema gibi kitapları seviyorsanız ve çok boyutlu bir beklenti içerisinde değilseniz Yılanların Öcü güzel bir seçenek olacaktır.
Toplumcu gerçekçi romanlardan uzak dururum. Yazarın ideolojisine yakın olsam da kuru anlatılar okumayı hiç sevmem. Üstüne Howard Fast gibi örnekleri okuyunca gün geçtikçe uzaklaştım türden. Ama Fakir Baykurt öyle böyle etkilemedi. Kitabı lise müfredatı ve Metin Erksan’ın filmi sayesinde biliyordum. Kitaba başladığımda kelimenin tam anlamıyla çarpıldım. Önsözde Yunus Nadi Roman Ödülü jürisini okuyunca şaşırdım. Yaşar Kemal, Haldun Taner, Behçet Necatigil, Orhan Kemal gibi düşün dünyamızın kalburüstü isimleri hep. Ama itiraf ediyorum jürinin dönemin eğilimlerine göre ödül vereceğini düşünerek romandan beklentimi yine yükseltmedim. İyi de yapmışım kitabı bitirince büyük bir zevk duydum. Roman Anadolu’yu ve köy yaşamını çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Zihnimize yerleşen Anadolu muhafazakarlığını yerle yeksan edecek bir anlatısı var. Harika bir direniş de öyküsü. Bence edebiyatımızın en ikonik karakterlerinden biri Irazca. Küçük yerlerde birbirlerine diş geçirmeye çalışanların arasında yaşamak zor. Gelenek, görenek, anane dediğimiz şeyler de bir motiften fazlası değil. Çok daha zor koşullarda insanlıklarını kaybettikleri yokluklarda yaşıyorlar. Bunu da destansı bir şekilde anlatmış Fakir Baykurt.
yine şahane bir köy edebiyatı eseri. cesur bir dille yazılmış. aslen burdurlu olan yazarın, yerel dilde kullanılan sözcükleri seçerek anlatımına katmasını çok sevdim. bu sayede okurken; karakterler ve olaylar, bir film izler gibi gözümün önüne geldi.
Yılanların Öcü bir Türk edebiyatı şaheseri. Bir köy romanı Yılanların Öcü. Bir üçlemenin de ilk kitabı. Fakir Baykurt bu kitaptan sonra Irazca’nın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı isimli iki kitap daha yazmış. Tahmin ettiğim kadarıyla Irazca’nın Dirliği bir Yılanların Öcü Begins ve diğer kitap ise Yılanların Öcü Revolution. Zira Irazca, Kara Bayramın anası, Ahmet ise oğlu.Peki Kara Bayram kim?
Öncelikle roman Burdur’un Karataş köyünde geçiyor. Fakir bir köy Karataş. Işte bu köyde yaşıyor Kara Bayram ve ailesi. Anası Irazca Hatun, eşi Haçça ve 3 çocuğu. Bu çocuklardan biri de Ahmet. Babasının biricik yardımcısı. Tıpkı babası kerata. Babasının ayağını kaldırdığı yere basıyor adımını. Sürekli peşinde. Derken bir gün işler karışıyor köy yerinde. Efendim şimdi durum şöyle; Köyün muhtarını kaymakam bey çağırıyor ilçeye. Diyor ki -Ankara’dan haber geldi. Şehre heykel dikecez. Demokrasi anıtı. Para toplanacak. En zenginden köylüsüne kadar herkesler katılacak. Heykel öylesi bir heykel olacak. Şimdi muhtar dönüyor köye. Para lazım ama köy sandığı tam takır kuru bakır. Napsın. Kurulu topluyor. Diyor ki köy içinden yer satalım. Ucuzundan bir yeri satıveriyorlar. Işte bu yer tam da Kara Bayramların evinin önü. Alan da Deli Haceli. Kara Bayramda bir ana var ki düşman başına. İnatçı keçi. Haydut karı. Tutturuyo ben evimin önüne ev yaptırmam. Adamlar temel kazıyorlar. Karı gece geliyo torunla beraber, temeli kapatıyor yaşından başından utanmadan. Adamlar kerpiç kestiriyorlar , ev yapacaklar. Bir gece gidiyor, kepiçlerini kırıyor adamların, gelin Haçça’yı da alet ederek kendine. Daha da uslanmıyor Irazca. Gözü dönmüş karının. Küçüklüğünden beri biliyor ki Haceli’nin karısı Fatma’nın gönlü vardır Bayram’da. Al takke ver küllah ayarlıyor işi, Fatmayla Bayramı bir araya getiriyor. Zavallı Haceli farkında değil ama bir de namusundan oluyor. Irazca Hatun öylesi bir gadın işte. Şimdi zavallı Haceli’nin ne suçu var? Adamın yıllardır hemide 3 kardeşi ve karılarıyla beraber oturduğu ev berbat durumda. Rutubetten nemden nefes alınmıyor. Senelerdir her yerleri ağrımış kopmuş. Köy içinde bir ev yeri satılığa çıkınca bu da biriktirdiği parasıyla zornan borç harç gitmiş almış. Adamın şimdi kabahatı ne. Deli Irazca adama etmediğini bırakmıyor. Birde düşünün ki burası köy yeri, insanlar cahil. Haktan hukuktan annamazlar, kan çıkar. Işte de Deli Haceli görüyor ki kerpiçlerin tamamı gitmiş, alıyor eline daşı, basıyor Kara Bayram’ın evini, küfür ede savura. Karşısına çıkan ilk adama da sallıyor daşı gitsin, bakmıyor kim diye. Eee adamın canı yanımış. Dinlermi gayrısını. Heh işte burda yamuluyor Haceli. Attığı taş gelin Haçça’ya deyiyor. Ve talihe bakın ki Haççacık 3 aylıktır hamile! Günlerce kalkamıyor Haçça. Kanaması hiç kesilmiyor. Öte köyden doktor getirtiyor muhtar. Haçça kurtuluyor ancak işte olan bebeciğe oluyor. Ne suçu vardı Haçça’nın,ne suçu var dı günahsız bebenin? Tabi Kara Bayram bu, yiğit, yağız. Basıyor hemen oracıkta Hacelinin boynuna. Elinden zor alıyorlar. Muhtar çektiriyor tabi hemen Bayram’ı tenhaya. Bi temiz ıslatıyor hergeleyi. Sen koskoca adamsın anaan aklıyla ne hareket edersin. Böyle dayağı yersin işte. Hemde bide çocuktan oldun. Derken Kaymakam Bey geliyor ki daha köye girmeden karşısında ilkin Irazca’yı buluyor. Dedim ya bu kadın çıldırmış. Sanırsın evladını öldürdüler. Alt tarafı adamlar ev yapmaya kalktı. Neymiş efendim manzaraları kapanırmış, ahırdan koku gelirmiş. Muhtarında dediği gibi köylüsün lan sen ne manzarası. Şeherli garılar gibi deniz mi seyredecen sanki? Kaymakama sayıyor olanı biteni Irazca. Gelininden düşen torunundan dayak yiyen oğlundan bahsediyor. Kaymakamda idealist. Fakirden köylüden yana. Çıkıyor Muhtar’ın karşısına. Aba altından bir güzel uyarıyor. Bide gidiyor özellikle Hacelinin temeli gösterip bu ev buraya yapılmayacak diyor, çekip gidiyor. Şimdi Muhtar’ın ne suçu var. Adamdan hem boktan bir heykel için tonla para iste hem de adamın bulduğu çözümü gel iptal et. Olcak iş mi bu? Peki napcak bu muhtar, napcak bu köylü, nasıl ödeycek bu heykelin parasını? Işte Fakir Baba bunu anlatmış. Herkes haklı hikayede. Içinden çıkılmaz bir köy hikayesi. Bu kitabı Fakir Baba 1958 ‘de Burdur’da yazmış. Tefrika tefrika Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış roman. Sonra da gitmiş Yunus Nadi Edebiyat ödülü almış. O zamanın Türkiye'sini bir düşünün. İnönü cumhurbaşkanı, Menderes başbakan, demokratlar hükümette. Işte bu durumda Fakir Baykurt giydirmişte giydirmiş demokratlara. Herşey zaten onlar yüzünden olmuş. Heykel nedir ya. Köyü kattılar birbirine. Heykel davası yüzünden. Dine imana da giydirmiş Fakir Baykurt. Işte romanın bu tarafı çok sanatsal. Koca romanın içine o kadar güzel yedirmiş ki eleştirisini tadına doyum olmuyor. Ve bugün ki gibi demokrasinin şartsız koşulsuz alkışlandığı bir toplumda Fakir Baykurt cesurca demokrasiyi eleştiriyor. Çok olmanın herşey demek olmadığını, bazen arada itiraz etmek gerektiğini, başta ki adama yardakçılık yapmanın vatanseverlik olmadığını, demokrasinin çoğunluğun azınlığa tahakkümü demek olmadığını, ama itiraz etmeninde çok zor olduğunu müthiş anlatmış. Oturup demokrasi nedir diye sayfalarca yazı yazsan Fakir Baba gibi anlatamazsın. Öylesi.
Kitap kulübümün Mayıs 2024 kitabı olması dolayısıyla okudum. Çok eskiden filmini izlemiştim ve konuyu da hatırlamıyordum. Köy romanlarına önyargıyla yaklaşıyordum. Çünkü o kitaplarda tüm gerçekçiliği ile anlatılan yoksulluk, cahillik, haksızlıklar canımı yakıyor, etkisinden uzun süre kurtulamıyordum. Bu izlenimim 90’lara dayanıyor, Fakir Baykurt’un Kaplumbağalar’ını okuduğum zamanlara.
Yılanların Öcü farklı bir deneyim oldu. Uzaktan, yani artık köylü yoksulluğunun, şehirli yoksulluğundan farkının kalmadığı, ezen-ezilen, güçlü-güçsüz, dayısı olan-olmayan ayrımının kanıksandığı bir dönemden bakıldığında hikâye o kadar da acıklı gelmiyor. Dahası romandaki en acınası ve en masum karakterlerle duygudaşlık kuramadığım gibi, en itici karakterlere kızasım, nefret edesim gelmiyor.
Yapabildiğim kitabı kuşbakışı izleyip, yazarın dönem koşullarını romana yerleştirmedeki ustalığına, diyalogların gerçekçiliğine, yöresel mitlerin, sembollerin hikâyedeki yerine şapka çıkarmak.
"Böyledir zaten. Bizde bir dürzü, bir yetkili yere geçti mi, külü kendi önüne eşmeye başlar!"
Mükemmel. Kitap toplumsal gerçekçiliğin şahikası fakat bir yandan da anlatım dili büyülü gerçekçiliğe kayıyor kimi yerlerde. Yazar üslubu ve yeteneği ile benzersiz. Hiçbir kurumu, sosyal yapıyı, dogmayı eleştirmekten geri durmuyor.
Fakir Baykurt'un kitabın başında, yapılan saldırılar karşısında kitabını savunmak için yazdığı 8.Şubat.1962 tarihli önsözde belirttiğine göre; esere Yunus Nadi Roman Armağanı yarışmasında birincilik ödülü veren jüride olan isimler şunlar; Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Eyüboğlu, Vala Nurettin, Orhan Kemal, Azra Erhat, Cevat Fehmi Başkut, Haldun Taner ve Behçet Necatigil. Ben bu jüriye cesaret edip kitap yollayamazdım.
Okurken sık sık günümüzün toplumsal gerçekçi romanının nerede olduğunu düşündüm. Böyle güçlü bir eser çıkar mı acaba bir daha edebiyatımızdan? Devam kitaplarını da okuyacağım mutlaka.
28 yaşındasın ve bir üçleme yazmaya koyuluyorsun. çok sayıdaki karakterini bu kadar canlı ve birbirinden farklı, tamamen yöresel ağızla yazmanın altından büyük bir ustalıkla kalkıyorsun. Yaşar Kemal'in köy romanlarından alışık olduğumuz tipik tepeden inme modernleşme, köy hayatı, insan ilişkileri, insanın doğayla olan mücadelesi olarak çizebileceğimiz bir çerçevesi var kitabın. dar alanda kısa paslaşma gibi tarif edebileceğim küçücük bir alandaki güç kavgasının, kolayca çözülebilecek bir problemin her iki tarafa da maksimum zararı verebilecek hale getirilmesini akıcı bir dille anlatıyor. artık çok klasikleşti ama kendi yazarlarımıza çeşitli komplekslerimiz yüzünden uzak durarak çok şey kaybettiğimizi yılanların öcü'nü okuyunca bir kez daha anladım.
رواية ثأر الافاعي هي رواية من ادب الريف التركي والذي يعتبر كاتبها رائد في هذا المجال، تم منع الرواية من قبل مجلس الشيوخ بسبب جرأتها في انتقاد السلطة الباطشة على الفلاح البسيط . احداث الرواية في خمسينات القرن الماضي في احد القرى التركية ندخل لبيت السيدة الارملة ارضاجة الذي توفي زوجها في الحرب العالمية الاولى بعد ان حارب في اليونان واليمن وعاشت وحيدة تربي ابنها بيرم حتى كبر وتزوج خدوج وانجب منها احمد، تعيش ارضاجة من قطعة ارض صغيرة تزرعها وترعى المواشي تعمل بها هي وكل افراد الاسرة، حتى يأتي يوم يقوم فيه هاجلي المتهور احد اهل القرية بالتقرب من المختار الفاسد ليبني له بيت في وسط القرية بشكل يعيق الطريق على الفلاحين ويقلق راحة ارضاجة وعائلتها لان الارض مقابلة لبيتها، فيبدأ الصراع القوي كي تمنع بناء البيت، فهل تنجح في مسعاها؟ . الرواية ذكرتني برواية الارض لكاتب المصري عبدالرحمن الشرقاوي حيث تفاصيل حياة الفلاح في حقله وبين حيواناته ونتعرف على هموم الفلاحين وخرافاتهم واساطيرهم، وتصور ايضا جدلية العلاقة بين السلطة والفلاح وكيف تبطش به وتسرق قوته . رواية مكتوبة بحرفية شديدة حيث تشعر بانك تحاكي اشخاص حقيقيون وتعيش وسطهم، احببت شخصية ارضاجة القوية المتحكمة في زمام الامور، اعجبتني اللغة البسيطة المتناسبة مع اهل الريف والتي برع المترجم في نقل هذه اللغة من التركية للعربية، رواية تستحق الشهرة والاحتفاء ومن المؤسف اني لم ار اي مراجعة عربية في الانستجرام او Goodreads.
*Köylü kısmının tek yardımcısı Allah 'tır. Kurtuluşu da bu dünyada yoktur. Öte dünyaya varasıya beklemesi lazımdır köylünün..." *"Oğlum bak,bir hökümet,bir kaymakam,bir muhtar, bir onbaşı ,her kimse bir şeyi yok dedi mi, o şey yoktur! Var diye kuru kuru direkleşip durmazsın!Bunu iyi öğren!" Bu kitabın sözde müstehcen olduğu ve propaganda yaptığı iddiasıyla zamanın meclis genel kurulunda milletvekilleri tarafından tartışıldığını Talim Terbiye tarafından Fakir Baykurt'un öğretmenlikten çıkarılması yönünde öneride bulunulduğunu biliyor musunuz? Yukarıda yazdığım iki alıntı müthiş gerçekçi bir hak arama öyküsü olan kitapla ilgili tartışmalar hakkında zihninizde bir ışık yakmıştır umarım. İki defa filme çekilmiş bu eserin filmlerini izlemedim, izleyeceğim inşallah ama Fakir Baykurt öyle bir dille yazmış ki zaten her satırda film karesi gibi canlanıyor her şey, filme ne hacet. Okunmalı
Daha önce filmini izleyen çoktur sanırım ama başlardaki hafif tutulma dışında kolayca okunan, hikayenin akıp gittiği bu kitabı okuduğunuzda filmde bahsedilmeyen kısımlarının olduğunu, asıl hikayenin çok daha anlamlı olduğunu, 40-50 yıl geçsede bu ülkede düzenin değişmediğini muhtarın, hacelinin yerini başkalarının aldığını anlıyorsunuz, ayrıca başlangıçtaki Fakir Baykurt'un sözlerinden de anlaşıldığı üzere darbeler arasında basılması ve yayınlanması sürecinde de çeşitli zorluklar çekilmesine rağmen yazarın yılmadığını görmek size ayrıca gelecek için umut veriyor. Çoğumuz bilir İngilizcede "underrated" diye bir kelime vardır Türkçede "değeri tam anlaşılamayan önemli eser" diyebiliriz bu kitap tam manasıyla öyle bir kitap. Türk edebiyatının en önemli eserlerinden vakit kaybetmeden okunmalıdır.
Gerçekçi köy romanının en önemli kitaplarından birini bugüne kadar okumamış olmayı öncelikle kendi ayıbım ve kaybım olarak değerlendirmeliyim. Gerek konu gerekse karakterler oldukça gerçekçi ve kimse ne çok iyi ne çok kötü. Kötü karakter diye tasarlanan Haceli, türlü haksızlıklara uğradığı için içinizi acıtırken, iyi diye verilen karakter Bayram ise yaptığı, söylediği şeylerle sizi kendisinden nefret ettirmeyi başarıyor. Hiç değişmeyense halkın yıllardır otoriteden gördüğü zulüm, bu zulme hayranlıkla tepki vermesi, ezildikçe ezene tapması... Yani kısaca Türkiye cephesinde değişen bir şey yok ne yazık ki.
Son dönemler fazla kurgu kitap okumaz olmuştum. İyi ki vakit ayırıp bu kitabı okumuşum.
Kitapla ilgili en çok beğendiğim noktalardan biri karakterlerin oldukça gerçekçi olması. Gerek ana karakterler gerek yan karakterler özenle yaratılmış. Söyledikleri her cümle akış içerisinde yaptıkları her şey çok tutarlı ve olası geliyor. Ek olarak, bu karakterlerin toplumu çok iyi yansıttığını düşünüyorum. O dönem ve Karataş yaşamı hakkında çok detaylı bilgim yok ancak gözlemlerime göre o dönem köy yaşamının ve ilişkilerin başarılı resmedildiğine inanıyorum.
Kitapla ilgili beğenmediğim kısma geleyim. Olayların kurgusu başlangıç ve düğüm anlamında oldukça heyecan verici ancak finalin biraz eksik kaldığını hissettim. Sanki olaylar tam anlamıyla nihayete erdirilmeden kitap sonlandırılmış. Özellikle son bölümdeki olayların amacını ve kitabın önceki kısmıyla ilişkisini çözemedim. Bu bölümde başarılı olsaydı kitap favorilerim arasında yerini alabilirdi.
Son olarak, kitabı sesli dinlemenin çok keyifli olduğunu söylemek istiyorum. Köylü soyleyişleri okurken insana garip hissettirebiliyor ancak radyo tiyatrosu gibi güzel seslendirildiginde insan kitabın havasına çok daha iyi girebiliyor. Özellikle storytel versiyonunu tavsiye ederim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Köylülüğü, fakirliği, küçük yerlerin insanının dünyasını çok güzel anlatır Fakir Baykurt. Kitabı okurken sanki olayları izliyormuşsunuz hissine kapılırsınız. Kitabı bitirdiğinizde de sizi öncesine göre daha protest biri yaptığını farkedersiniz. Kaplumbağalar’dan sonra yazarın okuduğum ikinci kitabı, tıpkı yazar gibi ben de Yeşilovalı olduğumdan benim için büyük ayıp bu. En kısa zamanda yazarın diğer kitaplarını da okuyacağım.
Fakir Baykurt’tan sadece bir kitap okumuştum. 2018 yılında Kitap Ağacı Adana grubumla Eşekli Kütüphaneci’yi okumuştuk. Yazarın üslubunu çok sevdiğim için başka kitaplarını da okumaya karar vermiştim. İnstagram’da Sevgili Pinuccias’ın yaptığı Fakir Baykurt paylaşımlarını gördükçe yazarı okumayı daha fazla ertelememeye karar verdim ve geçen sene yazarın birçok kitabını satın aldım. Aldıklarım arasında ilk olarak Yılanların Öcü serisini okumaya karar verdim.
Evet, pek bilinmese de Yılanların Öcü bir serinin ilk kitabı. Üç kitaptan oluşan serinin okunma sırası şu şekilde: 1. Yılanların Öcü 2. Irazca’nın Dirliği 3. Kara Ahmet Destanı
Yılanların Öcü, Cumhuriyet gazetesinin 1958 yılında yaptığı yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmış bir eser. Üstelik bu eseri seçen jüride kimler mi var? Halide Edib Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Orhan Kemal, Haldun Taner, Behçet Necatigil gibi Türk edebiyatının en önemli yazar ve şairleri.
Kitap köylülerin ağzıyla yazılmış. Normalde Türkçenin kurallarına uygun olmayan, konuşma diliyle yazılmış kitapları okumak beni zorlar ama bu kitapta hiç zorlanmadım çünkü yazarın kalemi çok başarılıydı. Özellikle aralara serpiştirdiği yöresel atasözlerine bayıldım.
Bu eşsiz eserin film ve dizi uyarlamaları da yapılmış. Eğer ilginizi çekerse bakabilirsiniz.
Türk edebiyatında bir favori yazarım daha olduğu için mutluyum. Ben köylüleri ve köy hayatını en iyi Yaşar Kemal anlatıyor derim her zaman. Görüyorum ki Fakir Baykurt da ondan aşağı kalır değil. Bu müthiş yazarı herkes okumalı.
Ben yazarın kitaplarını basıldığı yayınevi olan Literatür Yayınları’nın sitesinden almıştım. %50 hatta daha fazla indirimle almıştım kitapları. Yayınevinin baskı kalitesi, kapakları ve özellikle ayraçları da çok iyi. Sadece aynı yazarın yazdığı, aynı yayınevinden çıkan kitapların farklı boyutlarda olması rahatsız etti beni? Neden böyle bir şey yapmışlar anlamıyorum. Hadi kitapları uzun aralıklarla alsam, önce böyleydi sonradan kitabın boyutunu değiştirmişler derim ama hepsini aynı zamanda aldım. Simetri takıntısı olanları aşırı rahatsız edecek bir durum. Umarım yeni baskılarda bu durumu düzeltirler.
"Yılanların Öcü", Anadolu köy yaşamını, insanların zorlu mücadelelerini ve toplumsal adaletsizlikleri gözler önüne seren harika bir roman. Okumaya geç kaldığım için kendime kızdığım bir eser oldu.
Yalın ama güçlü bir anlatımla yazılmış bu eser, yapmacıklığa yer vermeden hayatın gerçeklerini anlatıyor. Köydeki bireyler, haksızlıklar, toplum düzeni ve kaypaklığı açık olarak işlerken Anadolu kültürünün gerçekçi yanlarını da ortaya koyuyor.
Roman, gelenekler ile değişim arasındaki çatışmaları derinlemesine işlemiş, gerçekçi bir tavırla da toplumu eleştirmiş. Sıradan görünen olayların ardındaki, büyük adaletsizlikleri, güç savaşlarını, insanların kaypaklığını, para hırsını ve sevgisini müthiş işlemiş Fakir Bayburt. Üstelik bir dakika dahi canınız sıkılmadan okuyorsunuz.
Okur olarak bizler, hem bireylerin kendi içindeki çelişkilerini hem de toplumsal düzenin çatlaklarını yakından izleme şansına sahip oluyorız. Suni kahramanlık hikâyelerinden uzak, tam anlamıyla hayata dair bir hikaye ile karşılaşacaksınız.
Benim gibi toplumsal gerçeklere duyarlı bir duruş sergileyenler için "Yılanların Öcü", özellikle etkileyici bir eser bence. Zira hayatın sert yüzünü göz ardı etmek yerine, cesurca ortaya koymuş her şeyi. Eser, insana adaletin ve hakkaniyetin önemini hatırlatırken, köy hayatının sert gerçekleriyle yüzleşmemizi sağlıyor.
Bunca senedir okumadığıma pişman oldum. Kitap tam bir Anadolu irfani hikayesi. Fakir Baykurt'un kitabı 28 yaşındayken yazması da ayrıca hayranlık uyandırıcı. Kitabın 60ların başında yazılmış önsözünde müstehcenlikten dolayı eleştirildiğinden bahsetmiş ki, kitabı okuyunca hiç şaşırtmıyor aslında. Bugünkü Müge Anlı programlarını izleseler sanırım kalp krizinden gidebilirlerdi bu eleştiriyi yapanlar. Kitabı okudum dedim ama aslında dinledim Erdem Akakçe nin muazzam seslendirmesi, Irazca nineden tiksinmenizi hiç şansa bıraktırmıyor. Ayrıca da nenen ölsün Irazca nine e mi😒
On yıllar önce yazılmış ve günümüz Türkiyesine dair doneler bulabildiğimiz kitaplardan çok etkileniyorum. "Ben bildiğimi yapar, buna karşı çıkanı kafama göre cezalandırırım" diyen muhtar Hüsnü'yü de, evinin önüne Haceli'nin kazdırdığı temeli dolduran Irazca'yı da, üzerine yapışan ezik damgasının hıncını Haceli'nin kestirdiği kerpiçlerden çıkaran Kara Bayram'ı da görüyoruz bugün çevremizde. Kara Bayram annesi Irazca'nın desteği ile direnişinde başarılı oluyor ama hangi bedelle? Doğmadan ölen bir evlat, umut kesilen bir eş, hiç yaşanmamış bir aşk. Fakir Baykurt kitabında bireyin devletle olan ilişkisini, bu ilişkideki hakir pozisyonunu ve haklı bile olsa hakkını arayamamasını güzel işliyor. Karakterleri anlayabiliyor, hepsinin düşünce yapısını kavrayabiliyoruz. Kitap boyunca köyün yaşayan fakat hiç ses çıkarmayan mensuplarından biri oluyoruz.
Fakir Baykurt 28 yaşındayken yazmış bu romanı. Daha otuzuna bile gelmemiş bir yazarın böyle bir eser ortaya koyması inanılmaz. Düzene karşı ezilmemenin, onurunu korumanın romanı bu. Küçük bir ölçekte de olsa köşe başını tutanların ezmeye meylini, insanın insana zulmünü apaçık gösteriyor; yılanlarla olan ilişki de bunun bir alegorisi gibi zaten. Kitabın başında Fakir Baykurt’un siyaset alanında bu kitaba dair yapılan tartışmalara ve genel olarak sanat ve sansüre dair görüşlerini dile getirdiği bir yazı var. Yalnız Baykurt burada biraz da kitaba yönelik “müstehcenlik” suçlamasını bağlamına oturtmak için kitaptaki olayları kısaca da olsa anlatıyor. Bu yazıyı kitabı bitirdikten sonra okumakta fayda var. Bir de Baykurt’un kitap boyunca çok mahir bir şekilde kullandığı yerel ağza değinmem gerek. Yerel bazı tabirlere dair kitabın sonunda küçük bir sözlük var ama ben çok ihtiyaç duymadım, bağlamdan çıkarmak mümkün. Bu kitap sadece Irazca gibi bir karakter olduğu için bile okunur. Hele ki Arzuhal ve Irazca’nın Parmağı bölümleri. Devam kitabı olan Irazca’nın Dirliği’ni okumak için sabırsızlanıyorum.
Babami kaybettigimden beri okumak hep aklimdaydi ama erteliyordum. Benim icin aslinda gec kalmis bir okuma. Onun lise yillarinda okuyup cok etkilendigi bu kitap beni de cok etkiledi.
"...“Yılanların Öcü”, Türkiye gerçeklerini dile getirmeğe çalışan mütevazı bir romandır. İçi boş değildir. Hepimizi rahatsız edecek acı bir dille yazılmıştır. Birçok bölümlerinde halkın bilinçaltı konuşmaktadır..." diyor Fakir Baykurt kitabın önsözünde.
Gerçekten mütevazi bir köy romanı olarak başlıyor kitap. Sıradan, küçük insanların hayatta kalma telaşları içerisinde akıp giden basit yaşamlarını resmeden, kolay okunan cümleler... Ama o kolay okunan cümlelerin taşıdığı ağır duygular, düşünceler, gerçekler... Çok akıcı, sürükleyici bir o kadar da insanın içini acıtan çok gerçekçi bir dönem romanı.. Keşke tüm o 'acı gerçekler' bahsedilen dönemde kalsaydı. Sanırım üzerinden geçen onca zamana rağmen değişen pek bir şey yok .
Bir üçlemenin ilk kitabı Yılanların Öcü. Irazca'nın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı'yla sürecek okumam.
Fakir Baykurt’un çok iyi bir gözlemci olduğunu düşünüyorum. O yılların köylüsünün sıkıntılarını ustalıkla kağıda aktarmış.Kitapta verilen mesajlar günümüzde hala geçerli sadece kılıf değiştirmiş şekilde.Köyde doğup büyüyen biri olarak, dedelerimin ninelerimin anlattığı yoksulluk hikayelerini okudum sanki.Onlardan biriydi Irazca Ana.O merdivenlerden inip çıkmasının zorluğunu iyi bildim.
Romanin dili cok yorucuydu acikcasi. Olay orgusu ve okurun arasina koy agzi girdigi icin biraz yavas bir sekilde ilerledi. Koylunun gozunden demokrasi tanimi, yaltakci muhtarlar, muhtarin da yagcilari, guclunun zayifa hukmettigi kuralsiz kanunsuz koy yeri. Toplumsal elestiri bakimindan oldukca zengindi. Hem burokrasiyi hem de kanun karsisinda pasif kalan koyluyu elestiriyordu.
Bunun disinda zamaninda cinsel icerik barindirdigi icin toplatilmasi karari gulunc.
İçinde verilen tüm mesajların yanısıra kadınlığı ve analığı yücelten bir kitaptı Yılanların Öcü. Yaşlı bir anadolu kadınının çevresinde dönen adaletsizliklere karşı nasıl direndiğini ve düşmanlarını nasıl yıldırdığını görüyoruz bu kitapta.
Romanı bitirince eskinin insan yetiştiren anadolu analarını bugünün premses/prens yetiştiren instagram annelerine dönüştüren süreci de sorguluyor insan. Irazca ana görseydi bugünleri nasıl bir söz söylerdi acaba?
Yükselen tansiyonu içinizde hissettiren mahir bir dil kullanımı. 1950'lerin Anadolu taşrasının ahvalini capcanlı bir berraklıkla yüzünüzde estiren müthiş tasvir gücü. Bu toprakların hem geçmişine, hem (kendinden sonraki) geleceğine ışık tutan etkileyici bir eser.
#cevizyorumluyor #yılanlarınöcü #fakirbaykurt Herkese merhaba eşekli kütüphaneci kitabından sonra yazarın anlatım diline doyamadığım için en çok okunan ve en çok tartışılan ve üzerine bir de filmi olan yılanların öcü kitabını okudum. Daha doğrusu storytelde dinledim. Kesinlikle çok harika bir kitaptı. Filmin de çok sevdim çok eski bir filmi var Fatma Girik, Kadir inanır, Serpil çakmaklı oynuyor. köylünün kendi içerisindeki yapılaşması çok iyi verilirken zamanında hükümet ve köylü hakları arasındaki uçurumlara da değiniliyor. Irazca ve oğlu Bayram, karısı Hatçe evlerinin önüne başka bir ev yapılmasına şiddetle karşı çıkıyorlar. Haceli ise köy ahalisine çok fazla para verdiğini ve parası olduğu için istediği yere ev yapabileceğini iddia eden diğer bir köylü. Irazca ve Haceli arasında büyük bir çekişme başlıyor. Haceli temel kazdıkça birazca dolduruyor ya da kerpiçleri kırıyor. Olay o kadar büyüyor ki bir ara kimin haklı kimin haksız olduğu bulanıklaşıyor. Kitap gerçekten çok güzeldi film de hakkını vererek çekilmişti aslında bu kitap bir üçlemenin ilk kitabı. Diğer iki kitap ise #ırazcanındirliği #karaahmetdestanı Birazca gerçekten döneminin ve köyün yapısına nazaran hakkını arayan bağımsız bir kadın karakter çiziyor. Genç yaşta dul kalıp tek başına çoğu şeyin üstesinden gelmiş. Bayram biraz daha masum bir şeyden haberi olmayan köylü havası çizse de aslında alttan alta ortalığı karıştıran duyguları alevlendiriyor. Haceli günümüzde de çok fazla olan param varsa yaparım felsefesini benimsemiş hükümet destekli adam. Kitabı herkese tavsiye ediyorum otomatik okunan yazarlar arasına Fakir baykurt'u da alıyorum. #kitaptanalıntılar 👵🏼İçlerinden çok şeyler dediler de, dışlarından bir şey diyemediler.. Hepsinin ağızlarına kilit vurulmuş gibiydi. Bakıyorlardı... 👵🏼Ben öcümü bu dünyada almak isterim! Bugün! Burda! Dostun düşmanın önünde! Benim sorunum bu insanlarla, bugünle, burasıyla!.. Göreceğim adaleti bugün göremezsem, bir değeri yoktur nazarımda!... 👵🏼Dünya da darlık içinde sürünmekten kurtulmanın yolu buydu: Sirtini ya dağa dayayacaksın, ya beye! 👵🏼İçinde çöreklenen bir acı var. On gün ağlasa bitmeyecek. Acısı içinden çıkıp gitmeyecek. İnsan evlat acısını, yılan kuyruk acısını unutamaz dünyada! 👵🏼"Bu hökümetin kanununa sor bakalım. Bizim için de bir maddesi yok mu?" 👵🏼"Çarıklının arkası yok. Çarıklının dostu yok. Yok oğul yok!"
Paran olmayınca elin oğlu sana radyoda nutuk okutur mu? * Dünyada darlık içinde sürünmekten kurtulmanın yolu buydu. Sırtını ya dağa dayayacaksın, ya beye! * Mapusluk dünyadan elini eteğini çekmek demektir. Dünyadan elini eteğini çeken adam ölü sayılır. * Çoğunluk hayhayı bastı mı, ‘Hayır’ deyenin hali harap. * Dünyada herkesin vardır bir gönlünün yanıp tutuştuğu, yanıp tutuşup alamadığı, varamadığı… Ama ne yapacaksın, düzeni kurup gidenler işin bu yanını düşünmemiş. * Korkulu düş görmektense, uyanık yatmak en iyisidir. * “Yoksul milleti hep yalnayak!...” dedi Haceli. “Çarık bulup giymek mesele bu dünyada, çarııık! Dünyada herkes çarık giyse, o zaman gön yetişmez! Helbet bir kısmı da yalnayak olacak!... Öhhoo!” * Zulüm eden bir kez zulmünün cezasını görmedi mi, önü alınmaz! * Yirik Abdullah, “Ulan!...” dedi. “Şu köyün en yoksullarından biriyim; ama bir şeye aklım çok erer! Bir adam ufak mufak bir meslek başına geçti de cımıcık ileri gitti mi, deral bozulur! Eskiden boksa, bombok olur! Aziz Hocaların Hüsnü, muhtar oldu, bok oldu! Deli Mehmet’in Haceli Kurul üyeliğine geçti; o da bombok oldu!...” * Dünyanın bir kanunu, adaleti yok mu? * Eşşeğin canı yandı mı , kıratı kor geçer. * Kolay değildir tanık olup da, doğru söylemek! Korkuturlar! Sindirirler! ‘Görmedik efendim’ dedirtirler. ‘Bilmiyoruz!’ dedirtirler. O zaman dava senin boynuna geçer.