“Büyüyordum… Nenem Xacê'nin eteğinin altında, jandarma baskınları arasında, radyonun dibinde, duydukları haberlerle asılan yüzleri izleyerek, asılanların isimlerini duyarak, toprak yiyip, köpek kovalayarak, telden arabalarla ıı-ınnn yaparak büyüyordum. Arada bir annemden mektuplar geliyordu. Nenem Xacê mektupları okutup, ‘Hımm,' diyor, anlaşılmaz biçimde ağzında bir şeyler geveliyordu. Mektuplarda ‘Çocukların hali vaziyeti nasıl?' diye sorulan soruları okuyanlar ise iç çekip bana bakıyordu. Oysa çoktan unutmuştum annemi. Ama yine de her çocuğun bakışlarının mazlumluğundan, derinliğinden olsa gerek, kabuklu göz kapaklarımın altındaki fıldır gözlerimin bir an mahzunlaştığını görenler, bunu anne özlemine ve yetimliğe yoruyor, ağlıyorlardı. Hele de kadınlar… Köy kadınları, acıyı unutturma derdine girerken daha fazla hatırlatırlardı. Hangi kadın yolda yolakta beni görse çağırıp memelerinin arasına bastırır, ben öyle üzerlerindeki kadınlık, annelik, köylülük karışımı kokuyu içime çekerken, onlar ise yazmalarının ucundan tutup, gözlerini silerlerdi. Bu içli anlar, artık benim de farkında olduğum, keyif aldığım birer oyuna dönüşmüştü.
Kadınları gördüğüm zaman boynumu büker, ağır adımlarla yanlarına yaklaşır, içerleyip de beni memelerine bastırmalarını beklerdim.”
Bir Alevi Kürt köyünün ve insanlarının hikâyesi...
“Vecizeleri, mesajları ve yasalarıyla bedene oturmaya çalışan, yer yer beline vurulan penslerle daralan, yer yer dikişleri patlayan Cumhuriyet”in uzak hatırası...
1960'lar ve 70'ler... Nurhak'ın yası... “Rüyalardan keramet, ocaklardan derman, dedelerden ikrar almaya alışmış köylü”nün devrim düşüne dalışı...
Ve “tüm zamanların, her şeyin intikamını alma” öfkesini biriktiren 12 Eylül kâbusu...
Evrim Alataş'ın, neşesini öfke kıyamet içinde de yitirmeyen kaleminden.
1976’da Malatya’nın Akçadağ ilçesine bağlı Gölpınar köyünde doğdu. İlkokulu kendi köyünde, ortaokulu başka bir köyde, liseyi ise İstanbul’da okudu. 1995’te Yeni Politika’da, o kapatıldıktan sonra yerine kurulan gazetede, o da kapatılınca onun yerine kurulan gazetede çalıştı. Böylece yedi gazete etti – Özgür Gündem’e kadar... Başka yayın organlarının yanı sıra Radikal İki’de, Birgün’de, Birikim’de yazdı. 2003’te Aram Yayıncılık’tan Mayoz Bölünme Hikayeleri yayımlanmıştı. 12 Nisan 2010'da aramızdan ayrıldı.
Bu kitap, Türkiye yakın tarihine (1960lar-1990lar) çok başarılı, çok içten bir tanıklıktır.
‘Mazide tamamlanmamış ödev kalmasın diye’ yazılmış gibidir…
Anlatilanların, Malatya’da bir Kürt-alevi köyü, ve o köy çevresinde geniş bir toplumun, sosyolojik/kültürel yapısına, politik tutumuna, ve geçirdigi tarihsel evrelere ışık tutması bir yana, anlatım biçimi çok özeldir.
Besbelli birileri ‘el vermiş’ Evrim Alataş’a…köyünün alevi babaları mı, yoksa nenesi Xacê mi? … sözlü anlatım geleneginin çok orjinal sentezlenip yazıya dökülmüş biçimi olarak algıladım.
Kitaplarını okudukça, acısı yüregimize yerleşen boşluk ise, Evrim Alataş’ın erkenden göçüp gidişidir.
Hiç aceleye getirmedim ben bu kitabı. Yavaş yavaş okudum, coğrafyanın kader olduğunu olabildiği kadar anlamaya çalışarak, yer yer başkaları adına utanarak. Bir şey söylemek zor, Metis'ten çıkan Bildiğin Gibi Değil'den sonra da böyle olmuştu.
“Nurhak’a düşen ateş, köyleri sardı. Evlerin izbe odalarına dökülüp ağıtlar kondurdu damlara. Eline silah alıp da dağ gençleriyle çatışanlar da köylülerdi, onlar için ağıtlar yakanlar da… Köylülük tam da böyle bir şeydi.”
Genelde vaktim olmadığı için okuduğum kitaplar hakkında inceleme yazmıyorum. Ancak bu kitabın fazlasıyla hakettiğini düşündüğüm için küçük bir tavsiye notu yazmaya karar verdim. Evrim Alataş 1960’ların devrimci heyecanını, 12 Eylül’ün kasvetini ve 90’ların değişen Türkiye’sini oldukça akıcı bir dil ile anlatıyor. Bunu yaparken gerçek hikayeleri ve tanıklıkları kullanması bence kitabı daha ilgi çekici hale getiriyor. Türkiye toplumunun, en azından bir bölümünün, yaşadığı değişimi ve dönüşümü edebiyat ile takip etmek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim.
Faşist muhtıra ile başlayıp Türkiye tarihinde kara bir leke bırakan 80 darbesine kadar geçen süreci ve olayların Anadolu köy toplumundaki yansımasını dile getiren roman, şimdiye kadar anlatılagelmiş sol-sağ çatışmasını yaratıcı bir üslupla, yaşanmışlıkları gerek doğrudan gerekse kurgulanarak anlatıldığı harika bir eser!
Bu tarihe düştüğün not için teşekkürler Evrim, ışıklar içinde uyu...
60'lardan 90'ların sonuna... içten, sade,..bir film şeridi gibi, toplumsal belleğimizdeki anılarla söyleşebileceğiniz, tüm alt, üst kimliklerin ötesinde insani duyarlılıkta yol aldırabilen bir eser.