Geçirdiği büyük ruh çilesinin sahne destanı… İstanbul Şehir Tiyatrosunun 1937–38 sezonunda Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenip temsil edilen eser, ilk temsil gecesinden itibaren çok büyük yankı uyandırmış ve 1977 yılında sinemaya da aktarılmıştır.
In his own words, he was born in "a huge mansion in Çemberlitaş, on one of the streets descending towards Sultanahmet" in 1904. His father was Abdülbaki Fazıl Bey who held several posts including deputy judge in Bursa, public prosecuter in Gebze and finally, judge in Kadıköy. His mother was an emigree from Crete. He was raised at the Çemberlitaş mansion of his paternal grandfather Kısakürekzade Mehmet Hilmi Efendi of Maraş who named his grandson after his own father, Ahmet Necib as well as his son, Fazıl.
Necib Fazıl learned to read and write from his grandfather at the age of five. After graduating from the French School in Gedikpaşa, he continued his education in various schools, also including Robert College of Istanbul as well as the Naval School. He received religious courses from Ahmed Hamdi of Akseki and history courses from Yahya Kemal at the Naval School but he was actually influenced by İbrahim Aşkî, whom he defined to have "penetrated into deep and private areas in many inner and outer sciences from literature and philosophy to mathematics and physics". İbrahim Aşkî provided his first contact with Sufism even at a "plan of skin over skin". "After completing candidate and combat classes" of Naval School, Kısakürek entered the Philosophy Department of Darülfünûn and graduated from there (1921-1924). One of his closest friends in philosophy was Hasan Ali Yücel. He was educated in Paris for one year with the scholarship provided by the Ministry of National Education (1924-1925). He worked at the posts of official and inspector at Holland, Osmanlı and İş Banks after returning home (1926-1939), and gave lectures at the Faculty of Linguistics and History and Geography and the State Conservatoire in Ankara and the Academy of Fine Arts in İstanbul (1939-1942). Having established a relation with the press in his youth, Kısakürek quit civil service to earn his living from writing and magazines.
Nacip Fazıl Kısakürek died in his house at Erenköy after an illness that "lasted long but did not impair his intellectual activity and writing" (25 May 1983) and was buried in the graveyard on the ridge of Eyüp after an eventful funeral.
Necip Fazıl was awarded the First Prize of C.H.P. Play Contest in 1947 with his play Sabır Taşı. Kısakürek was awarded the titles of "Great Cultural Gift" by the Ministry of Culture (25 May 1980) and "Greatest Living Poet of Turkish" by the Foundation of Turkish Literature upon the 75th anniversary of his birth.
نمایشنامه ی (آفریدن یک انسان) اثر نجیب فاضل اثری بسیار عالی و تاثیرگذار بود که علاوه بر شخصیت پردازی و ریتم نمایشنامه و نشان دادن انسانی بریده از همه چیز به نام خسرو، توانسته بسیاری از مشکلاتی که امروزه بشر به آنها گرفتارند را به میان بگذارد. از مهمترین تم نمایش که مرگ و هراس از آن است تا تنهایی یک انسان و اضمحلال او و وجود یک خالق و حتی جبری بودن زندگی و مرگ بسیار عالی ساخته و پرداخته شده بود. این کتاب را داود وفایی به فارسی ترجمه کرده است.
Necip Fazıl’ın tiyatro eserlerinden en çok Sabır Taşı’nı sevmiştim. O hala birinci sırada benim için. İkincisi ise kesinlikle Bir Adam Yaratmak. Dostoyevski, Camus, Tolstoy esintilerine rastlayacağınız insanı bunalımdan bunalıma sürükleyecek bir eser. Çok kuvvetli cümlelerle anlatılıyor düşünceler. Yazarın kendisi dahi kitaba ara verip, atıyla uzaklaşmış. O ruhsal çöküntünün içine düşmemek için. Psikolojik olarak üst seviye bulduğum bir eser. Husrev’in son kısımlardaki uzun tiradlarını tiyatroda gerçek bir oyuncudan dinlemeyi çok isterdim.
Hemen hemen her okurun merak ettiği bazı şeyler vardır. Bu kitaptaki olaylar gerçek mi? Acaba gerçekten böyle bir şey yaşamış olabilirler mi? Yazar bize kendisiyle alakalı ipucu mu veriyor? Bunun sebebi; gerçekte yaşanmış bir hikâyenin daha etkileyici olmasıdır. Örneğin korku filmlerinin girişinde ‘’Gerçek bir olaydan alınmıştır’’ yazmasının sebebi inandırıcılığı arttırmak ve daha fazla etkilemek içindir. Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu, Mehmed Rauf’un Eylül’ünü, Atsız’ın Ruh Adam’ını düşünelim. Hepsi yazarın gerçek hayat hikâyesine dayanıyor ve farklı boyutlarda etki yapıyor. Bu kitap da size Necip Fazıl gerçekten böyle bir şey yaşamış olabilir mi? düşüncesini veriyor. Ben olabileceğine inanıyorum. Kendisinden çok şey katmış kitaba.
Genel itibariyle en güzel NFK eserlerinden birisi, edebi değeri yüksek, Fransız edebiyatı koksa da güzel cümleler geçen, Nfk’nın dini görüşlerinin hâkim olduğu tiyatro oyunu.
Mükemmel bir kitap , gerek dili gerek konusu o kadar etkileyiciydi ki iyi ki okumuşum dedim bittiğinde , bu kadar etkilenebileceğimi düşünmemiştim.Şiddetle tavsiye ederim.
''bir bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu? benim de beynimden, kan akıyor. ben düşünmüyorum beynim kaynıyor. görüyorum, gözlerimi yumunca görüyorum. beynimin etten yuvarlağı içinde her düşünce bir damla siyah kan gibi yuvarlanıyor. ben istemiyorum fakat hiç bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu?''
Tanrı kaderimizi bizi tanıdıktan önce mi yazar yoksa sonra mı? Belki de bizi en başından tanıyordur. Bazıları bunu düşünme zahmetine bile kalkışmaz çünkü, kadere inanmıyorlardır. Peki ya kendin yarat, kendin yaşa? Bir kul, tanrısından gizli hayat yaşayabilir mi?
Yazarının "Bu eserimi, bugüne kadar vücuda getirdiğim eserler içinde en bağlı olduğum eser biliyor ve öylece bildirmek istiyorum..." dediği bu eser, insan talihini ve değerlerini tahlil ediyor ve can yakacak gerçekliklere değiniyor.
Akıl sağlığını yitirmemek için çabalayan kahraman ve kimseye açıklayamadığı hayatı sizi de sarsacaktır.
Belki de herkes delilikten bir kıl payı kadar uzaklıktadır. Belki de artık bir kıl bile sığmaz aramıza.
Husrev - (dalgın) Evet, niçin sadece ağaç değil de incir ağacı! Bunu bana değil, fikri sabitlerimize sorun! Çocuk, babam kendisini bir incir ağacına astı diye diye aynı akıbete sürükleniyor. Bu fikri sabiti sadece ağaç diyerek canlandırabilir miyiz? Fikri sabitlerimiz, bir şeye takıldığı zaman, o şeyin basit, fakat çok esrarlı hususiyetlerine aşık olur.
MANSUR - Kafan arı kovanı gibi hep ölüm ihtizazlariyle dolu. Hep ölümle meşgûlsün. HUSREV - Ondan başka meşgul olunacak ne var?
NEVZAT - Böyle deme Husrev! Bizim elimizde şaşmaz metodlar var. Şimdi senin ölüm korkusu piyesindeki tipi normal bir adam kabul edebilir miyiz? Babası kendisini incir dalına asmış. Marazîlik verasetle geliyor. HUSREV - Demek babası intihar etmiş her insan marazîdir? NEVZAT - Şüphe etme! HUSREV - Hâdiseleri ne kaba çerçeveler içinde hapsediyorsunuz. Dünya umduğunuz gibi dört köşe değil NEVZAT - İşte bu mûlahazalar da anormal! HUSREV - Zaten ben senin nazarında bir deliyim.
HUSREV - Dostluk, o bir maymuncuk, o bir hırsız anahtarı. Evimizin kapısını açıyor, ruhumuzun kapısını açıyor ne bulursa yakıp kül ediyor, ne bulursa pazarda satıyor. Beni upuzun bir tabuta yatıracakları gün, arkamdan gelecek dostlarım değil, kefenimin hırsızlarıdır.
HUSREV - Meğer kul olduğumu anlamak için Allahlık taslamalıymışım! Meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkmalıymışım!
Bir adam yaratmak; en az ismi kadar derin ve güzel bir eser. Bir solukta, büyük bir keyifle okudum. Kitabın önsözünde Necip Fazıl bu eser için 'Ona olan zaafım, üstünde konuşmamı yasak ediyor' demiş. Ben de ona katılıyorum ve üzerine söz söylemekten kendimi men ediyorum.
Benim bu kitaptan biricik rahatsızlığım türünün piyes olması. Herkes yaşıyor mu bilmiyorum ama ben tiyatro eserlerini okurken hep bir soğukluk hissediyorum. O çarpıcı diyalogların, monologların arasında oda tasviri, karakterlerin yerlerinin, duruşlarının sıralanması beni rahatsız ediyor. Her neyse.. Oyunu bulursam ilk fırsatta izleyeceğim. Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum.
“Yaratıcı neymiş yaratmaya kalkışınca anladım.” Sözü ile kitapta çekilen ruh çilesinin özeti ve en yakınlarından gelen darbelerle hayata karşı duruş ve son o cümlesi. Sanki eser son cümleyi yazmak için oluşturulan olaylar silsilesi. Necip Fazıl’ın reis bey ve bir adam yaratmak tiyatro eserlerini okuma ilgimi arttırdı. Zamanında Muhsin Ertuğrul’un sergilediği bu oyunu görmek paha biçilemez olsa gerek.
Zihninin soyut tarafı pek başarılı çalışmayan birisi olduğumdan okuduğum oyunları beğenip beğenmeme ölçütüm genelde okurken kafamda canlandırıp canlandıramayışım oluyor. Bir Adam Yaratmak'ı ben bile zihnimde bir tiyatro izler gibi izlerdim, gerçekten çok başarılı bir metin. Eminim sahneye aktarılmış hali daha da etkileyicidir, fırsatım olursa izlemek isterim bir gün. Belki eleştiri sayılabilecek yönü yaratma eyleminin sürekli vurgulanmasıydı, kitabın adı ortada, ön söz ortada, birinci perde ortada iken diğer perdelerde tekrar tekrar bu vurguya gerek var mıydı bilemiyorum doğrusu ama belki Necip Fazıl hiç unutmamamızı istemiştir belki de...
Büyük şair Necip Fazıl'ın en önemli tiyatro metinlerinden biri. Üç perdeden oluşan piyesin boğucu, kasvetli bir havası vardır. Yazarın düşünce dünyasından izler taşıyan metinde bolca psikolojik tezli diyaloglar geçer. Hüsrev tipi aracılığıyla yazarın tinsel dönüşümünü gözlemleriz eserde.
Allah'ım ben yok olamam! Her şey olurum, yok olamam. Parça parça doğranabilirim. Nokta nokta lekelere dönebilirim. Tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir, havaya savrulabilirim. Fakat yok olamam. Madem ki bu kadar korkuyorum, yok olamam. Eczane camekanlarında, ispirto dolu bir kavanoz içinde, düşürülmüş bir çocuk ölüsü gibi, yumruk kadar bir et parçaçasına inebilir, bir şişeye hapsedilebilirim. Fakat şişenin camından yine dışarıyı seyreder, önümden geçenleri görür, kendimi bilir ve duyar, kendimi ve Allah'ımı düşünebilirim. Razı değilim Allah'ım! Yok olmamaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim. Bu dünyada bırakmayacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben.(Eliyle göğsüne çarpar.) Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. İnsanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kentenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. Razıyım bir nokta olayım.. Fakat o noktaya bütün kainat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. Her şey benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! (Acı acı ulur) Aklım bana kalsın! Aklım!..
İlk defa bu tarzda bir kitap okumama rağmen çok beğendim. Necip Fazıl'ın dilinin biraz ağır olması bazı bölümleri, konuşmaları anlamamı zorlaştırmadı değil. Başkahraman Hüsrev'in iç dünyasını anlamak gerçekten zordu. Yine de çok iyi bir tiyatro eseri olduğunu düşünüyorum. Aradan yıllar geçmesine rağmen aralıklarla sahnelenmiş bir tiyatro eseri... Ve eserin içindeki olaylar, ölümü hala açıklanamamış bir baba,kendi çıkarları için dostlarını satanlar, gizliden gizliye sevilen insanlar,hep dostunun yanında olanlar... Hüsrev ve diğer kahramanlar arasında çok büyük farklılıklar vardı. Bu farklılıklar bariz bir şekilde belli edilmişti eserde. Hüsrev'in babasının ölümü onun üzerinde çok büyük bir etki yaratmıştı. Bir de dostlarıyla yaşadığı çirkin olaylar, Selma'nın ölümü onu gitgide hayat ve ölüm arasında derin düşüncelere dalmasına sebep olmuştu. Ve onun gitgide yazdığı oyundaki adama dönüşmesi, onun kişiliğine bürünmesi çok etkileyiciydi.Hele ki son sahnenin derin manalar içerdiğini söylemek mümkün. İncir ağacının kesilmesi bir adamın deli gömleği giymesine sebep olmuştu, diğer bir taraftan da aynı adamın hayatının kurtulması gibi acı bir sonu vardı kitabın.
Necip Fazıl'ın 1937 yılında Zonguldak'da bir maden ocagında yazdıgı, o yıl ve ertesi yıl Muhsin Ertugrul tarafından sahneye sunulan bir tiyatro eseri olan Bir adam Yaratmak'ın konusu , babası kendini bahcedeki incir agacına asmış olan meshur yazar Husrev'in iç dunyası ve kendisiyle alakası olmayan dunyalarla çetin bir savas vermesidir. Yazar eserinde aynı dili konusan fakat birbirlerinin neyi anlattıklarını anlayamayan insanların ortaya çıkardıgı doğurgan bir duzensizlik halini anlatır.
Necip Fazıl Kısakürek'in yazdığı ikinci tiyatro eseri olan bu eserin gerçekten muazzam olduğu kanaatindeyim.Yazarın çoğu eserinde olduğu gibi bu eserinde de yoğun olarak ölüm konusu işlenmiş. Eseri okurken insanları bekleyen en büyük hastalığın aslında ''düşünmek'' olduğuna kanaat getirdim. Eseri okuduktan sonra Necip Fazıl'ın şu sözüne kesinlikle katıldığımı anladım; Hayat bizler için , bizden once doganların uydurdugu ve onu yasamak zorunda bıraktıgı zoraki bir masaldır.
Çok düşündürücü bir kitaptı . Hızlı bir şekilde okumayıp psikolojik tahliller yaparak ilerledim. Olayın içerisine girmesi kolay fakat kitabın ilerleyen kısımları hakkında tahmin yapması güçtü. Okumaktan büyük bir zevk aldığımı söylemeliyim . Ama bitirdiğim de mutsuzdum . Çünkü kötü sonla bitti ve gerçekten olay akışı da kitapla birlikte bitti. Öyle bir bitirmiş ki ya sonrasında ne olur diyemiyorsun . Tiyatro türünde yazıldığı için az sayıda kahraman vardı ve az sayıda mekan vardı. Bu yüzden okumakta ve anlamakta zorluk çekmiyorsun . Bu kitapta en hoşuma giden şeylerse: Kitabın adı, olaylara ve konuya çok hakim ve merak uyandırıcı . Bir diğeride incir ağacı kurgulaması oldukça etkileyici bir giriş olmuş.
Necip Fazıl Kısakürek'in yazdığı ikinci piyestir. Necip Fazıl, bu eserinde, kendisini delilik ile dahilik arasında gelgitler yaşayan Hüsrev isimli karakterde bulmakta. Piyeste ölüm korkusunu ve bu korkunun ruhî bünyeye nasıl sirayet ettiğini anlayacaksınız. İnsanları bekleyen en büyük hastalığında "hudutsuz düşünmek" olduğunu görecek ve pencerenize yeni bir bakış açısı ekleyeceksiniz. Hasıl-ı kelam ölüm korkusu, yaratma, yaratılma, insan ve acizliği gibi kavramların didik didik edildiği eserdir.
Geçirdiğim buhranlar dolayısı ile kitabı altı ay gibi bir sürede nihayete erdirebildim. Ama buralara gelip satırlara birkaç kelime dizmek bile uçuk görünüyor şu an gözümde.
Hülasa kitap yazılan karakterler ve yazarları arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlamamızı sağlayacak bir soru soruyor ve her sayfada bu soruyu cevaplıyor: "Karakterleri biz mi yaratıyoruz yoksa onlar zaten biz miyiz?"
İşlediği konu itibariyle okurken geçirilen buhranların sizi etkilemeyeceğini düşünüyorsanız alın okuyun. Etkiler deyip ihtiyata düşüyorsanız okumamayı aklınızdan bile geçirmeyin derim.
Kendimi aynı yere asmayayım diye korktunuz. Onu göre göre babamın yolundan gitmeyim diye korktunuz. Vah akılsızlar! Başımı, üstünde bir ayva gibi kıracağım taş mı yok, duvar mı yok? Deniz mi, dere mi, uçurum mu yok? Cam, kemik, odun mu yok? İnsanı be öldürmez ki? Görüyorsun ya, insan ne çerden çöpten!
This entire review has been hidden because of spoilers.
"Ona olan zaafım, üstünde fazla konuşmamı yasak ediyor. Zaten hâdiselerin sırrını, kaba saba formüller içinde harcamaya, ulu orta dogmalar yapmaya düşmanım. İyi ve kötü, söyleyemediğimi, iyi veya kötü eserim söylesin!" Necip Fazıl KISAKÜREK / 1937
üstad Necip Fazıl oyun olarak yazılmış bu kitabında: yazar eserinde ne kadar kendinden iz taşır? yazarlar eserlerinde kendi yazgısını mı dile getirir? ve yaradılışı anlamak için bir eser ortaya koymak yeterli midir? bir adam yaratmanın bedeli nedir? sorularını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Kitap değerlendirmelerle kalitesini gösteriyor ama sanki tüm kitap son cümleyi söylemek için yazılmış hissini veriyor.Derindende etkileyebiliyor sonu ama kitap sizi sona doğru itiyor.Bu histen hoşlanmıyorum.
1937 yikinda yazilmis bir oyun olarak, dili, toplumsal ve donemsel elestirisi, sembolleri bir hayli guzel. Tam varolusculuga yaklastigi anda Allah ve kul iliskisine donmeseymis doneminin de otesinde bir is olacakmis.
Bu piyes beğenilmek ya da sosyal medyada kullanılacak afilli sözler vaad etmek istemiyor. Bu kitap anlaşılmak istiyor! Tıpkı ana karakterin de talep ettiği gibi. Derin bir okuma gerektiren eserlerden. Popüler kültüre bağımlı oldukça, şaheser olan kitapları küçümsemeye başlıyoruz ne yazık.
Necip Fazıl'ın BabıAli'de anlattığı dostluk çevresi ile O ve Ben'de anlattığı bunalımlarının bir tiyatro eserine yansıtılmış hali. Şeref ve Nevzat'ın bencilliği tam BabıAli karakterlerine uygun düşmekte. O ve Ben'de ise sayfalarca anlatılan Necip Fazıl'ın bunalımlarından, tahmin ediyorum az bir miktarı öz şeklinde diyaloglara yansıtılmış.
3. Perde 4. Sahne'de Hüsrev'in ölümden bahsettiği tiraddan oldukça fazla etkilendim. Ben yok olmamalıyım diyor. Küçücük bir şişeye tıkılayım ordan bir daha dışarı çıkamayayım ama yine de şişe camının arkasından dışarıyı izleyeyeyim yok olmayayım. Bu benim de ulaştığım bir tefekkür sonucu. Ölüm varken hiçbir şeyin manası yok, ölüm varken en küçük bir varoluş katresi dahi muazzam değerde.
Ölüm hakkında, kader hakkında delilik ve dostluk hakkında mütefekkirane tiratlar içeriyor. Bir kısmını buraya yazmam gerekirse "Bir adam yaratmağa kalkıştım. Ona bir surat ve kader bulmak... Nerede bulayım? Kendimi buldum. Suratsız ve kadersiz adam şahlandı. Zincirini kırdı. Elimden kaçtı. Ben insanım, beni arkamdan vurdu. Suratsız ve kadersiz adam benim suratımı takındı. Kalıbımı giyindi. Kaderimin içine yattı. Benim de kaderim buymuş." Burada kendi hayatını baz alarak yarattığı karakterin kendi hayatını yönlendirişini söylüyor. Sahip olamadı o karaktere, onu takip etti. "Razıyım bir nokta olayım, fakat o noktara bütün kainat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam." "Herkesi düşündürmeye çalış, düşündüremezsin. Beni düşündürmemeğe çalış, yine elinden bir şey gelmez." Burada esasında maruz kaldığı, hoşnut olmadığı bir depresyondan bahsetmiyor. Bu ıstırabı kabullenme var. Bu ıstırapta keşif var. Istırap ona yolun kenarında dinlendiğini vakit eylediğini değil, yolda olduğunu farkettiriyor. Ayrıca esfel-i safilinin en güzel tanımını gördüm eserde: "Bunlar öyle adamlar ki, birbirlerine edebilecekleri hiçbir iftira yoktur." "Sen o kadın tipindensin ki, yüzüne manevi bir kapı kapatıldığı zaman onu görmez, kendisine mal etmez, içeriye girmemesi için maddi bir kapıdan ve zorla itilmek ister. BİR SİHİRBAZ İNCELİĞİ İLE BAŞLAYAN İŞ, BİR HAMAL KABALIĞI İLE BİTİRİLMELİ Kİ NETİCEYE AKLI ERSİN." Burada sihirbaz yerine kuyumcu veya telkari olsaydı daha mı iyi olurdu bilemedim.
Eserin ismi de Hüsrev'in bütün bu bunalımın, yazdığı piyeste haşa Allahlık tasladığı, "bir adam yarattığı" için kendisine bir ceza olarak verildiğini düşünüyor.
Şöyle ki eserde Necip Fazıl'ın kendisini, kendi bunalımlarını anlattığı açık. Bunu bunalımların niteliğinden anladığımız kadar, eserin başkahramanı olan Hüsrev'e yüklenen egodan da anlayabiliriz. En basitinden Selma'nın vurulduğu an dahi Hüsrev'e iyi olup olmadığı soruluyor...
Sahne aralarında Necip Fazıl'ın dekor ve sahneyle ilgili notları bana yönetmen ve oyunculara bir iş kalmamış dedirtti açıkçası. Her şey açık. Aynı zamanda edebiyat yüklü