Sait Faik, Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu yaşama batırdı ve yazmaya koyuldu.Türk hikayeciliği Ömer Seyfettin'den sonra Memduh Şevket Esendal, Fahri Celalettin gibi ustaların sürdürdüğü bir türdü. Sabahattin Ali, Refik Halit'in memleket hikayeciliğine diyalektik bir görüş katmış ve bu yeniliği ile 1940'ların tek ismi olmuştu. Sait Faik ise onların yapmadığı bir şeyi yaptı. Bir konuyu değil, yaşamın bir parçasını işliyordu. Bir tez savunmuyor, bir yaşantıyı yansıtıyordu. İnsan sevgisi dolu, doğa sevgisi dolu bir yüreği vardı. Neye baksa bu sevgi ile ısınıyor, ışıklanıyordu. Biz ancak o el attıktan sonradır ki, en önemsiz görünen insanların ve şeylerin zevkine eriştik.Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, 1983.
Sait Faik Abasıyanık (18 November 1906 - 11 May 1954) was one of the greatest Turkish writers of short stories and poetry. Born in Adapazarı, he was educated at the Istanbul Erkek Lisesi. He enrolled in the Turcology Department of Istanbul University in 1928, but under pressure from his father went to Switzerland to study economics in 1930. He left school and lived for three years in Grenoble, France - an experience which made a deep impact on his art and character. After returning to Turkey he taught Turkish in Halıcıoğlu Armenian School for Orphans, and tried to follow his father's wishes and go into business but was unsuccessful. He devoted his life to writing after 1934. He created a brand new language and brought new life to Turkish short story writing with his harsh but humanistic portrayals of labourers, fishermen, children, the unemployed, the poor. A major theme was always the sea and he spent most of his time in Burgaz Ada (one of the Princes' Islands in the Marmara Sea). He was an honorary member of the International Mark Twain Society of St. Louis, Missouri.
Sait Faik mostly published under the name Sait Faik, other pen names being Adalı ("Island dweller"), Sait Faik Adalı, and S. F..
There is an award for his name which is given every year on his death anniversary: Sait Faik Hikâye Armağanı
Bazı şeyler var ki, ağzında bıraktığı tadı, zihninde bıraktığı izi ne desen, ne yapsan mümkün değil anlayamaz, anlatamazsın. Anlatmaya çalışırken kullandığın her kelime o şeye ihanetmiş gibi gelir. Kafanda evirir çevirir onda seni bağlayan şeyin ne olduğunu bulmaya çalışırsın. Samimiyeti midir seni çeken, gülümserken ağzının kenarında beliren, hüzün izi kıvrım mı?
Evet, kitaplar da gülümser. Hem de öyle bi gülümser ki, böyle şaşar kalırsın.
Semaver, edebi değeri yüksek, insan odaklı öykülerden oluşan bir eser. Hikayeler genelde kısa. Mekan çeşitliliği mevcut; bir öyküde köy hayatı yaşanırken, başka bir öyküde kendinizi Avrupa'da buluyorsunuz. Yazım dili, Türkçe'nin, Fransızca ve Arapça gibi dillerden etkilenmesinden nasibini almış ama ağdalı bir anlatım yok. İş Bankası Kültür Yayınları da, kitabın basımında iyi iş çıkartmış bence.
Defterine bir şeyler karalayan insan rahatlığında yazılmış öykülerden oluşuyor Semaver; Sait Faik yeri geliyor bir evi anlatıyor, yeri geliyor hiçbir amaç taşımadan bir şeyleri betimliyor, ama zaman zaman da derinlikli kişilik incelemeleri koyuyor ortaya. Kitabın en sevdiğim tarafı kendini çok ciddiye almaması oldu, sanki başkası görmeyecekmiş gibi yazmak da ayrı bir kabiliyet işidir.
Daha evvel Sait Faik okumuş, ama pek sevmemiştim, bu kitabı daha çok sevdim. Yazarlık kabiliyeti yer yer beni şaşırttı Sait Faik'in, yine de bazı hikâyeler epey ucuz. İçindeki hikâyelerin yarısını epey beğendim, yarısı okunmasa da olur kıvamındaydı. Yine de bu "ilginç" Türkçeyle ve üslupla bir şeyler okumak hoş bir deneyim.
Sait Faik favori yazarlarımdan olmasına rağmen uzun zamandır okumuyormuşum, okurken fark ettim. bu kitabı okuduğum en dramatik kitabıydı sanırım. her öyküde ayrı dert sahibi oldum. tasvirleri o kadar mükemmel ki hayal etmek hafif kalıyor, bizzat konuya canlı tanık oluyormuş gibi bir his bırakıyor.
basit objeler, durumlar, mekanlar hakkında sadece üç beş sayfaya sığan; bu kadar ustalıkla yazılmış; bu kadar etkileyici öyküleri okumak müthiş keyifliydi. öykü okumayı sevmediğimi düşünürdüm, fikrim tamamen değişti. bu kadar zamandır okumamış olduğuma pişman oldum. bütün öykülerini okumalıyım, okumalıyız! " Birden bütün neşemin bir camın kırılışı kadar ses ve şıngırtı çıkararak düşüp kırıldığını gördüm. Ayakucuma düşüp kırılan neşemi gözlerimle topladım. ...Hasılı mukaddes bir hapishane olan odamda düşünmeden, hatta okumadan gezindim durdum." Şehri unutan adam adlı öyküden. Türkiye İş Bankası yayınlarının baskısının sonundaki, Haldun Taner'in Sevimli Bir Aylak olarak nitelendirdiği yazar hakkındaki sonsöz ayrıca hoşuma gitti:)
This entire review has been hidden because of spoilers.
Haldun Taner’in kitabın sonunda dediği gibi, “hey gidi koca Sait Faik. Bakın öleli yirmi yıl olmuş. Ne var ki, hikayelerinin her biri dün yazılmış gibi diri ve canlı. Bir yazar için bundan daha büyük talih olur mu?”
Türk hikayeciliğinin en özgün ve belki de en başarılı münzevisi Sait Faik'in okuduğum ilk öykü kitabı oldu. Esasen öykü okumaya yeni yeni ısındığımı söylemeliyim. Hal böyle olunca birikimim de bu hususta çok fazla değil fakat Sait Faik en amatör okuyucunun dahi yüreğine dokunabiliyor. Durum hikayeciliğinin ülkemizde öncüsü kabul ediliyor.
Semaver, hoş ve sevimli öykülerden oluşan iyi bir kitap. Benim favorim ise Stelyanos Hrisopulos Gemisi oldu. Bu öyküyü çok çarpıcı buldum.
Arada açıp bir iki öykü okumalık, güzel bir kitap. Ben tabi ki Sait Faik Abasıyanık okumalarıma kronolojik olarak devam edeceğim.
“Ya… İyi, halis ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun içinde istediğin kadar sıkar, buruşturursun; sonra avuç açıldı mı insanın elinden su gibi fışkırır.”(s:42)
Son Kuşlar'ı okumayı bitirdikten sonra daha önce okuduğum Semaver'i unuttuğumu farkedip yeniden okumak istemiştim. Son Kuşlar'da dünyayı, hayatı keşfetmeye meraklı heyecanlı genç bir adam vardı sanki tüm hikayelerde. Semaver'de ise bu adam büyümüştü; sanki o zamanların üzerinden çok vakit geçmişti, olanları kabullenmiş hayatın gerçeklerinin farkına varmıştı bu adam. Bu kitap, hikayeler hüzün, hayalkırıklığı, kırgınlık, ayrılık, ölüm doluydu. Okuduğum öykü kitaplarındaki hikayeleri bir müddet sonra artık hatırlamam mümkün olmasa da bu kitapta kitabı ilk okuduğumdan beri bildiğim bir paragraf var. Arada aklıma gelir, içimden tekrarlarım. Neden hatırımda kaldı, durup durup zihnimde yanar bilmem. " Ali annesinin elini öptü. Sonra şekerli bir şey yemiş gibi dudaklarını yaladı. Annesi gülüyordu. O annesini her öpüşte, böyle bir defa yalanmayı adet edinmişti. Evin küçük bahçesindeki saksıların içinde fesleğenler vardı. Ali birkaç fesleğen yaprağını parmaklarıyla ezerek avuçlarını koklaya koklaya uzaklaştı. "
Epeydir öykü okumuyordum Semaver arşivlenmiş aile albümlerinden düşen sararmış eski bir resim gibi düştü önüme. Önce köydeki kuzune üstünde kızaran kestaneler ve kaynayan güğümler gözümün önünden geçti sonra marmara ve ege kıyılarında dalgalar ordan İstanbul yollarında adım adım insan manzaraları. Sait Faik sanki sıradan yarım kalmış hayatları kabusları rüyaları hikayeleştirmiş. Türk Çehov denmesi boşa değilmiş.
“Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir.”
Tasvirleri çok güzel, dili sade akıcı, eski türkçe kelimeler olsa dahi sizi yormuyor, anlaşılıyor. Bir çırpıda okunuyor. Haldun Taner in dediği gibi konular halâ diri..
Kitabin adi insanin icini isitsa da basta kitaba adini veren semaver hikayesi olmak uzere hikayelerin cogunda bir huzun,ic giciklayici,bazen ne bu simdi dedirtici bir hava hakim.Olumlu yonunden bakilacak olursa da bir tren camindan farkli hayatlarin bir kesitini izler gibi hissediyor insan kendini,baglamdan yoksun,salt bir kesitini.Belki Sabahattin Ali'den hemen sonra okumamam gerekiyordu,bir turlu icim isinamadi usluba:((
Arada parlayan hikayeler olsa da kitaba dair genel hissiyatım beklediğimden daha zayıf çıktığı. Hikayelerin durumlar etrafında dönmesine, tercihim bir hikayede hikaye olması olsa da, bir itirazım yok. Ama bu kitaptaki durumların bir kısmı bana yetmedi hikaye olarak. Ayrıca Sait Faik'in dilinin de, ki herkes övüyor, teklediğini düşündüm okurken. Tekleme tam ifade etmiyor, pürüzlü ya da yer yer dolambaçlı diyebilirim.
Istrati okumaya ara verdiğim bu dönemde Sait Faik külliyatına devam edeceğim. Ama biraz hayal kırıklığı yaratan bir başlangıç olmadı desem yalan olur.
Uzun bir aradan sonra, kitap kulübümüzün seçimiyle, Semaver’i ikinci kez okuma zamanı geldi. Bir dönem ard arda devam ettiğim Sait Faik hikayelerine dönüşe vesile olur belki, bilemiyorum. Derlemeye adını veren ilk öykü sıcacık bir ana oğul hikayesi esasında. Sıradan bir günleri “nasıl başlar, nasıl ilerler, nasıl biter” kısaca anlatılıyor. İçimizi ısıtan bu küçük aile gün gelir ani soğuk bir rüzgarın etkisiyle buz kesiliyor. Kaynayan semaverler yerini fabrika köşelerinde beklenen saleplere devrediyor. İkinci öyküde ise balıkçı Rum dede ile onun küçük torununun başından geçenler aktarılıyor. Minyatür bir geminin adaya taşıdığı dalgaların titreşimi duyuluyor. Meserret Oteli’nde kasabadaki Avrupai bir konaklama tesisine gecelemeye gelen bir kadın ve arkadaşlarının gördükleri portre tablo üzerine düşüncelere dalması hikaye ediliyor.
Babamın İkinci Evinde ise köy evinde yenen akşam yemeği sırasında kısa zaman önce gerçekleşen sürek avı hikayesi anlatılıyor. Bir “ipekli mendil” için ortaya konan hayatı hüzünle okuduğumuz küçürek öyküsü insanın içine işliyor. Kıskançlıkta ise kerhen gerçekleştirilen evliliğin geçirdiği sınama aktarılıyor. Bohçada naif bir gençlik aşkı işleniyor. Düğün Gecesinde aralarında fazlasıyla yaş farkı olan kadın ve delikanlının evliliğinin ilk günü anlatılıyor. Şehri Unutan Adam ise otel odasında inzivaya çekilmiş gencin uzun zaman sonra insanların arasına karışmaya çalışması öyküleniyor. Üçüncü Mevki’de ilk kez İstanbul dışına çıkan yolcu ile kompartmanda yer alan diğerleri hikaye ediliyor. Adıyla müsemma garsonun anlatıldığı öyküde anılan meslek için yaratılmış orta yaşlı adamın sıradan bir günü aktarılıyor. Birtakım İnsanlar İstanbul’un kara kışında geceyi geçirecek yer telaşındaki bir grup adamın peşine düşüyor.
Sevmek Korkusu, yaşadığı yere bağlanma korkusu yaşayan genci, Louvre’dan Çaldığım Heykel ise anılan müzeyi gezen turistin öyküsünü aktarıyor. İhtiyar Talebe’de iki savaş arası dönemin tekinsiz atmosferi ile sarılı Alplerin eteklerinde öğrencilik günlerindeki enternasyonal arkadaş grubunun başından geçen ilginç olay hikayeleştiriliyor. Bir Vapur’da Fransa kıyılarında yol alan vapurdan insan manzaraları resmediliyor. Sait Faik bu derlemede yer alan metinlerinde duyduğu, gördüğü ve yaşadığı çevreden sıradan insanları yalın bir dille anlatırken duyguyu, umudu ve sevgiyi elden bırakmıyor.
yalın bir anlatımı var. Sıradan gibi gözüken hikayelerim içinde zamandan soyutlanarak başka boyutlarda gezdiriyor yazar. Bir dönemin zihin haritası çıkıyor önünüze. Zannımca yazarın avrupada bulunmasından kaynaklanan hikeyeler var kitapta. Yabancı insanlar var. Bir solukta bitti diyebilirim. Sait Faik dediğimiz zaman aklımıza gelen bir anlatı özgünlüğü vardır ya, işte bu kitap onun büyük bir sütunu gibi. Parlak bir haziran akşamı gibi elime almamla gözlerimi ayırmayışım bir oldu.
Şimdi “bütün öyküleri” maratonunda ilerlerken tarihsiz notlar bırakmak istedim, izole biçimde ne hissetmiştim diye düşünürsem diye. İlk dönem öyküleri özellikle kitabın baş tarafındakiler defalarca çeşitli seçkilerde okuduğum, yine de tekrar okumaktan hiç sıkılmadığım dört başı mamur öyküler. Yazarın Fransa zamanlarıysa savruk , anlamsız.. gezintisi de pek mutlu etmeyen cümleler yığınıydı. Yani Semaver, Stelyanos Hrisopulos Gemisi, Meserret oteli, ipekli mendil, bohça, kıskançlık (bile) müthişti. Bir yandan insanların küçük farklılıklarla aynılığı, hayatın geçiciliği, ölümün doğallığı.. Yaşadığımız şehirlere, toprağa denize hürmet.. hepsini genç yaşından ne güzel özümsemiş. Son kısımlarıyla biraz koptuk ama olsun. İlerliyoruz.
“Aldırma be delikanlı,”dedi. “Ne olacakmış.” “Aldıran yok be anam,” dedim. “Ne olacak?” Ardımdan birkaç kişi “sarhoş, sarhoş” dediler. Sarhoştum. Hava, elektrikler, şehir beni sarhoş ediyordu. İnsanlar beni mıknatıs hızıyla kendilerine çekiyorlardı. Dünyayı riyasız kucaklamak istiyordum.” (Şehri unutan adam)
2020'nin ilk kitabı, 1/90 sait faik ile geç de olsa tanışma kitabım :)) okul stresi sağ olsun anca bitirebildim, yazarı yine okumak istiyorum. özellikle 'ihtiyar talebe'yi severek okudum, savaş sonrasını konu alan yazıları okumayı seviyorum. yaşanan acı ve insanların psikolojisi... öykülerde basit diye nitelendirdiğimiz şeylerin aslında ne kadar da basit olmadıkları gerçeğiyle karşı karşıyayız. iyi ki grupla okumuşum dediğim bir kitap oldu.
Semaver yaklaşık on beş yıl evvel beni bulmuş; pek kıymetli bir çocukluk hatırasının ortağıdır. Sait Faik Abasıyanık döneminin dışında bir öykücü olduğunu tekrar hissettim. Tanımladıkları, anlattıkları çoğu zaman insanın en içindeki nüanslara basıveriyor. Beş cümle okuduktan sonra irkiliyorsun ya da gönlün kırılıyor öylece. O ana dair bir kesit sunmasından mı kaynaklanıyor sadece? Muhtemelen hayır, yazma şeklinin yanı sıra tahlilleri ve gözlemcilik yeteneğinin seviyesi de işin içine karışınca bunlar çıkıyor ortaya. Favorilerimi listelemeden geçemeyeceğim:
Popüler kültür mecmualarında bu ay kapağı ve iç sayfaları süslüyor oluşu belki bir nebze daha dikkatleri üzerine çeker kim bilir? Huysuzluk edecek değilim, ne olursa olsun okunsun kafi :)
Okumaktan dingin bir keyif alabileceğiniz bir yazar/öykücü Sait Faik. Küçük anları, halkın içinden kareleri olanca sahiciliği ile anlatıyor. Keyifle okudum.
Kitabın sonunda yer alan yazıda Haldun Taner’in söylediği gibi “Sait Faik, bir konuyu değil yaşamın bir parçasını işliyordu. Bir tez savunmuyor, bir yaşantıyı yansıtıyordu. Biz ancak o el attıktan sonradır ki en önemsiz görünen insanların ve şeylerin zevkine eriştik.”
Semaver, Sait Faik'in kısa hikayelerinden oluşan, yayınlanmış ilk kitabı. Kitaptaki Semaver öyküsünü lise yıllarında okuduğumuzu hatırlıyorum, yıllar sonra yazarın hiçbir eserini okumadığı fark ederek, en azından bir kitabını okumak istedim. Hikayeciliğindeki değişimi görmem açısından ilk kitabından başlamam gerektiği söylendiğinden Semaver kitabını aldım öncelikle. Hikayeleri çok beğenmedim ama sanırım Sait Faik Abasıyanık'ı anlamak için biraz da Türk hikayeceliğindeki yerine ve hayat hikayesine göz atmak gerekiyor. Haldun Taner'in kitabın sonunda yazarı anlattığı bölüm bu bakımdan çok iyi düşünülmüş. Yazar kendinden önceki hikayeciler gibi belirli bir konuyu işlemek yerine günlük hayattan bir kesiti basit ve samimi bir dille ve herhangi bir edebi anlayışa katılmadan anlatıyor çoğu zaman, bu açıdan bakıldığında öncüllerinden farklı olarak Türk edebiyatına yeni ve çağdaş bir yorum getiriyor.
Hayatımızın her köşesinde görebileceğimiz sıradan insanların hikayeleri var Semaver'de. İnsan sevgisi, doğa sevgisi gibi konular bazen bir balıkçı, bazen de bir garsonun bakış açısından işleniyor. Bu kitap, yazarın dünyasına girebilmek için belki iyi bir seçim ama yazarı yakından tanımak için başka bir kitabının okunması gerektiği grüşündeyim.
"Yuvarlak dünyanın üstünde isimlerini bilmediğimiz fiyortlar, kanallar ve limanlar; gece olunca sakin denize bazen tek bir fener, bazen sağanaklı ışıklar döküp yürüterek, bu yuvarlak dünyanın üstünde bir vücut gibi sinirli ve hararetli yaşarlar. dünya alabildiğine doludur. dünyada bakışları birbirine benzeyen birçok insanlar, deniz kenarlarında yıkanır; dağların üstünde buzlar içinde kayar; veya ovaların salkımsöğütleri, kavakları altında sevişirler. gözlerin gözlerimden ziyade bana yakın, ellerin ellerim kadar sinirli, sarı tüylü ensen, sandallarının içine hapsolmuş müsterih çıplak ayakların... rengin sarı, kırmızı, esmer, siyah, ne olursa olsun, lisanını anlar, kokunu duyar gibiyim. bu yeşil, sarı, lacivert bayrak sizin bayrağınız. komşu kabilelerin bayrağı aynı renkte, aynı şekilde fakat üzerinde dokuz yıldız var. onun için mi boğazlaşıyorsunuz? kavgadan evvel evlerinde yemek yediğin, başı sana dokunduğu zaman yaşadığını hissettiğin çocuğu dokuz yıldız için mi öldüreceksin? anlaşıldı ben bayrakları değil, insanları seviyorum. öyle ise yuvarlak dünyanın üstünden akıp geçen yıldızlara bakan vapurlarda ömrüm geçecek" (Robenson öyküsü)
Sait Faik, Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu yaşama batırdı ve yazmaya koyuldu.
Sait Faik'ten okunan ikinci kitap. İlki Alemdağ'da Var Bir Yılan'dı. Sait Faik'n hikayelerini sevdiğimi söyleyebilirim. Kendisi üniversite hazırlık döneminde ezberlendiği gibi muhteşem bir ''Durum Edebiyatçısı, Öyküsücü''. Semaver kitabı, Alemdağ'da Var Bir Yılan kitabındaki hikayelere göre daha güzeldi bana göre. Alemdağ'da Var Bir Yılan kitabı bana değişik gelmişti. O kitaptaki karakterler daha bir İstanbulluydu. Daha ironikti insanlar. Sait Faik kendi kendine konuşmuş sanki demiştim hatta çevremde o kitap için. Semaver'de de öyle hikayeler vardı. Kendiyle tartışıyordu karakterler çoğu kez. Ama bu kitaptaki hikayeler daha bir sıcaktı. 'İhtiyar Talebe' hikayesine diyecek sözüm yok harikaydı. 25-30 sayfaya yakın uzunlukta olan bu hikayeyi nefesimi tutarak okudum. Bir de İş Bankası Kültür Yayınları'na bu güzel kapaklar ve güzel tasarımları için teşekkür ediyorum. Açıkçası YKY'nin Sait Faik kitaplarının basımı hoş değildi. Bir portre koyuyordu standart olarak ama ne bileyim sevmemiştim. İş Bankası harika iş çıkarmış.