Bu kitap Ahmet Hamdi Tanpınar'ın daha önce yayımlanmış olan Yaz Yağmuru ve Abdullah Efendi'nin Rüyaları isimli hikaye kitapları ile dergilerde yayımlanmış fakat kitaplarına girmemiş hikayelerinden oluşmaktadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar (23 June 1901 - 24 January 1962) was one of the most important modern novelists and essayists of Turkish literature. He was also a member of the Turkish parliament (the Grand National Assembly of Turkey) between 1942 and 1946.
Tanpınar was born in Istanbul on 23 June 1901. His father was a judge, Hüseyin Fikri Efendi. Hüseyin Fikri Efendi was Georgian from Maçahel. Tanpınar's mother died at Mosul, when Tanpınar was thirteen. Because his father's vocation required frequent relocation, Tanpınar continued his education in several different cities, including Istanbul, Sinop, Siirt, Kirkuk, and Antalya. After quitting veterinary college, he resumed his educational career at the Faculty of Literature at Istanbul University, which he completed in 1923. As a literature teacher, he taught at high schools in Erzurum (1923–1924), Konya, Ankara, the Educational Institute of Gazi and the Fine Arts Academy. At the Fine Arts Academy, besides teaching literature, Tanpınar taught in branches of aesthetics in arts, history of art and mythology (1932–1939). From 1942 to 1946, he entered the Turkish National Assembly as parliamentar of Kahramanmaraş. In 1953, he made an extensive journey to Europe, traveling many countries within six months such as France, Belgium, Holland, England, Spain and Italy. Tanpınar died of a heart attack on the 24 January 1962 in Istanbul. His grave is in the Aşiyan Graveyard, Istanbul.
He is one of the most important authors of Turkish literature, successfully combining Eastern and Western cultures within his writings. Yahya Kemal Beyatlı played an important role in his upbringing. In his poetry, he uses Turkish classical music and dreaming as the textile of his works. Both in his poetry and novels psychological analyses, history, the characteristics of his time, the binding between the society and the individual, dreams and the problems of civilization are given a great place. One of his most significant works is The Time Regulation Institute (Saatleri Ayarlama Enstitüsü). The novel has been widely acclaimed as an ironic criticism of the bureaucratization process with the implication that its title suggests, though that is not what the book is all about. In fact, the book can be read from quite different perspectives, and cannot be exhausted in only one reading. First of all, it is a great psychological analysis of a man who suffers from being unable to adapt himself to his time, in other words to modern times. So the fact of bureaucratization is indeed incorporated into a broader problem: modernization and its impact on the individual. Most of the characters of the novel seem to be struggling in strange ways in order to survive in modern times. In this way, the concept of "time" occupies a central place, giving a deeper sense, even a philosophical taste to the novel.
Tanpınar'ı okumak, o muazzam üslubunun verdiği keyfe ilaveten bana daima zenginleştirici, ufuk açıcı gelmiştir. Bir de, böylesine dehaların varlığı yanında ne kadar "küçük" olduğumu, ne yaparsam yapayım böyle insanların düşünsel düzeyinin minimal bir kesirine dahi yaklaşamayacağımı hissettirmiştir. Hayranlıkla beraber umutsuz bir gıpta hissiyatı yani... Hayattayken kitaplarına almadıkları dahil tüm hikayelerini biraraya getiren bu cilt de bir edebiyat abidesi. Her zaman içine kolay girilebilen hikayeler değil bunlar. Dolayısıyla biraz dikkat, biraz emek istiyor. Tabii Tanpınar'ın yazdığı herhangi bir cümle için de geçerli sayılabilir bu tespit. Gerçeklerle harmanlanmış hayaller, insanın kendi olmaya çalışması, aldatma ihtimalinin yarattığı heyecan/haz ile suçluluk duygusu çatışması ustalıkla işlenen temalardan birkaçı. Bazı öykülerde karşılaşılan ölçülü, ancak etkileyici erotizme de dikkat çekmek gerek. Tekrar tekrar okunup, ayrı keşifler yapılabilecek, ayrı keyifler alınabilecek hikayeler.
neredeyse bir ayda okumuşum hikayeler’i. çok şaşkınım.
ahmet hamdi’nin yeri bende ayrıdır. şimdiye kadar okuduğum her kitabının (saatleri ayarlama enstitüsü, huzur, mahur beste) yerleri de ayrı ayrıdır. hepsini farklı şekillerde çok severim. bu sevgim de hikayeler’le ilgili beklentimle hayli oynadı. bu oynanmış beklentiye rağmen beklentilerimi aşıp arşa değen öyküler var bir yanda: abdullah efendi’nin rüyaları, adını hatırlayamadığım şu yılanlı öykü (ömrüm boyunca unutamayacağım garantilendi bile). öte yanda da okurken neden bilmiyorum ama çok zorlandığım, tanpınar’ın romanlarındaki o akışkan zaman hissini bulamadığım öyküler de var, ne yalan söyleyeyim.
tabi yine de bu çok beğenme-o kadar da beğenmeme terazisi bir tarafa, tanpınar okumanın o yarı rüya, yarı gerçek halini hiçbir şeye değişmem. sadece tanpınar’ın derin tahlilli, karakterlerle uğraşıp durduğu upuzun romanlarını daha çok seviyormuşum, bunu görmüş olduk.
Artık en sevdiğim Ahmet Hamdi Tanpınar kitabı Hikayeler. Yazarın kurgu kitapları arasında okumadıklarım Aydaki Kadın ve Suat'ın Mektubu kaldı fakat ikisine de göz atmıştım. Ayrıca ikisi için de yarım kalmış ya da düzeltilmemiş metinler diyebiliriz.
Hikayeler kitabına gelecek olursak; Abdullah Efendinin Rüyaları ve Yaz Yağmuru öykü kitapları ile bu kitaplara girmemiş dört hikayeyi içeriyor. Sait Faik Abasıyanık ve Halikarnas Balıkçısı'ndan sonra Türk edebiyatında en sevdiğim hikayeler Ahmet Hamdi Bey'e ait artık.
Abdullah Beyin cenazesinde attığı nutuk yazarın hayatına bakıp düşündüklerinin bir özeti adeta. Burada yılgınlığın ve ümitsizliğin sarıp sarmaladığı hayatını kavrama ve anlatma çabası müthiş gerçekten. Kişisel bunalımlar apaçık ortada.
Var olmak, rüyalar alemi, sanrı gibi daha soyut konular maddi gerçekliğe yedirilmiş. Yazarın romanlarından daha felsefi bir yaklaşım, daha şahsi ve büyülü bir anlatım var hikayelerinde. Yazarın kadınlardan bekledikleri, aşktan ve arzudan umdukları çok çarpıcı. Tanpınar'ın ruh dünyasını daha yakından tanımak isteyenler mutlaka okumalı bu kitabı.
15 sene önce okumuş olduğum Tanpınar’ın Hikayeleri’ni bir kez daha okumak istedim. İlk okuyuşumda çok sevemememin de sebebini böylece bulmuş buldum. Tanpınar’ın hikayelerini romanlarından ya da şiirlerinden ayrı değerlendirmek gerekiyormuş. Bunun da iki sebebi var. İlki romanlarında anlatım ve dil kusursuz işlerken hikayelerde aynı lezzetin olmaması; ikincisiyse romanlarda toplumsal gözlemlere bolca yer verilirken hikayelerin tamamen kişisel hikayelerden oluşması.
Tanpınar bence çok kolay okunan bir yazar değil ama anlatımın ahengini hissetmeye başlayınca büyük bir zevk alabiliyor okuyucu. Hikayelerindeyse bundan çok emin değilim. Doğruya doğru tüm hikayeleri zorlanarak okudum. O sevdiğim Tanpınar ritmini bulamadım. İçeriğe gelirsek Tanpınar’ın, romanlarının bile üstüne çıkacak kadar özgün ve etkili olduğunu düşünüyorum. Rüyayla gerçeğin iç içe geçmesi, gerilim ve merakın sonuna kadar devam etmesi, anlatı içi anlatı, imgeler, kabusvari atmosfer vs. Her şey o kadar güçlü ki hayran olmamak elde değil. Bu kadar sinematografik hikayelerin kesinlikle bir mecraya uyarlanması gerektiğini düşünüyorum. Özetlemek gerekirse, Tanpınar’ın Hikayeleri’nin romanlarıyla kıyaslama yapılmayıp başlı başına değerlendirildiğinde hayranlık uyandırıcı olduğunu düşünüyorum.
Okurken her hikayede kurgunun derinliklerine dalabileceğiniz, Tanpınar'ın dünyasını daha yakından tanıyabileceğiniz bir eser. 3 ana bölumden oluşan kitabın ilk kısmı "Abdullah Efendi'nin Ruyaları" buradaki yılanlı kurgunun etkisinden uzun süre kurtulamadım. Muhteşemdi!
İkinci kısım "Yaz Yağmuru" bu kısımda Tanpınar'ın çevreyi betimleyişini çok sevdim. Özellikle bazı hikayelerin devamı yazılmış olsaydı keşke, okumayı çok isterdim.
Son kısımsa yayınlanmamış hikayeciklerden oluşuyor. Son hikaye piyes şeklinde kurgulanmış. Hayvanlar ve insan özellikleri arasındaki bağlantının derinliğine vuruldum.
Bu kitabı okuma sürecim kendi içinde sembolleşti resmen. “Ne okuyorsun” sorusuna o kadar uzun süre “Tanpınar’ın öyküleri” diye yanıt verdim ki bu artık beni güldürmeye başlamıştı. Böyle söyleyince kitabı sevmedim gibi oldu ama aslında öyle değil. Sadece bazı öykülerini adeta bir görev gibi okuduğumu itiraf etmem gerek. Yine de uzun zamandır Tanpınar okumamıştım, özlemişim onun dilinin büyüsüne kapılmayı. Abdullah Efendi’nin Rüyaları öyküsü okuduğum hiçbir şeye benzemiyordu, resmen başımı döndürdü. Onun dışında Evin Sahibi öyküsünü de kolay kolay unutamam, okurken kalp ritmim hızlandı.
Yeni medyumdan kitap okumalar Tanpinar a denk geliyor. Saatleri Ayarlama Enstitusu de ilk sesli kitabimdi. Bunu da tabletten okudum. Oncelikle Turkce kullanimi zengin tdk acik olarak okumak zorunda kalsam da zengin anlatim okumasi keyifliydi. Dil devrimine neden karsi ciktigini da biraz anlamis olduk. Gunumuz Turkcesi daha kolay, net ve daha muhendislik gibi bir dil olsa da anlatim zenginliginden yoksun gibi. Hikayelerden bazilarina dahayanamadim ama Bir Yol, Abdullah Efendinin Hikayeleri guzeldi.
"bir sessizlik oldu. dışarıdaki saat sanki alabildiğine yürümeğe başladı. bu kadar bölünen, ufak ufak ayrılan bir şey hiç kimsenin olabilir miydi?" 263
Tanpınar’ın kaleminden çıkan tüm öykülerin tek bir çatı altında toplandığı bu kitap, bir Tanpınar hayranı için maden değeri taşımaktadır. Bu hikayedeki Tanpınar hayranı = benim.
Kitap, üç bölümden oluşuyor, ilk iki bölüm, aslında ayrı ayrı iki öykü kitabı. Bu kitaplar, Abdullah Efendi’nin Rüyaları ile Yaz Yağmuru başlıkları altında daha önce başka başka zamanlarda yayınlanmış. Üçüncü bölüm ise ustanın daha önce herhangi bir kitapta yayınlanmamış öykülerini içeriyor. Hatta en sonda bizi bir de “piyes tasavvuru” karşılıyor. “Son Meclis” başlıklı bu eser, Tanpınar’ın kendi deyişiyle, “5 yıllık bir tasavvur” imiş. Vay annesini!
Gelelim öykülere. Benim için şu mesele artık açıktır: Tanpınar’ın romanları, öykülerine galebe çalar. Öyküleri kötü olduğu için değil, romanları çok iyi olduğu için. Bir de ben sanırım Tanpınar’ın anlatımındaki o müziğin kesilmeden, uzun bir anlatı olarak akmasını daha çok seviyormuşum. Yani kendisinden talep ettiğim tekicik bir şarkı değil de, iki saatlik bir dj setiymiş. Süregiden anlatıya kapılmak, odaklanmamı da kolaylaştırıyormuş nitekim. Öykülerin içine girebildiğimde yine aynı edebi-transa geçebildim ve fakat bağlamdan kopup kendimi geri taşıdığım anlar da yaşandı.
Son söz ise, kurgu metinler hakkında inceleme okumayı sevenler için. Yaratıcı yazarlık hocam, kıymetli Murat Gülsoy’un “602. Gece: Kendini Fark Eden Hikaye” eserinde bir Tanpınar bölümü var ki, Tanpınar’ın kendisini okurken aldığım keyfe benzer bir duygu durumuyla okudum. Hoca esasında Tanpınar’ın öykülerini ameliyat masasına yatırmış ve fakat örnekleri, karşılaştırmaları ve çizilen genel tabloyu tam anlamıyla idrak edebilmek bakımından romanları bilmenin yararı muhakkaktır.
İşte böyle. Tanpınar hayran kulübü lokalinden sevgiler!
Tanpınar müptelaları için yazarın tüm hikayelerini (Yayımlanan iki hikaye kitabı: Abdullah Efendinin Rüyaları, Yaz Yağmuru ile basılmamış hikayeler) tek bir kitapta toplandığı bir eser kıymetli kuşkusuz. Yine de benim için Türk edebiyatının en kıymetli romancısının Huzur'da, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde ve Mahur Beste'de verdiği tadı, bu hikayelerden alamadım.
Kitaptan öne çıkan hikayelerse Adem ve Havva, Fal ve romanlarından aşina olduğumuz tiradları ve diyalogları da içinde barındıran Emirgan'da Akşam Saati
İçerik olarak bekleneni veriyor, Tanpınar'ın romanları toplumsalken hikayeleri kişisel. Umutsuzluk, bunaltı, hayal kırıklığı, hem kişisel hem milli geçmişe özlem, kavuşamamak, bir şeyler için artık çok geç olması... Ama sunum olarak bakacaksak kitap Tanpınar'ın yazmasından mı, Dergah Yayınları'nın redaksiyonundan mı bilmiyorum ama yazım hatalarıyla dolu, diyalog akışında hangi karakterin ne dediği kesinlikle anlaşılmayan, berbat bir dizgiye sahip.
Beni şimdiki zamandan alıp götüren, hikayelerinin içerisine bu kadar girebildiğim daha iyi bir kalem olmadı bugüne kadar. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Huzur sonrası aynı lezzeti alabilir miyim korkumun yersizliğinin mutluluğuyla bitirdim hikâyeleri. Zihninde bu kadar farklı karakter yaşatabilmesi, betimleme ve teşbihteki şahaneliği, üslubu, kurgusu... Büyük hayranıyım, ne diyeyim!
Uzun zamandır öykü kitabı okumamıştım. Otuzların, kırkların, ellilerin Türkçesi bugünkünden hem anlam hem de ritm olarak çok farklı. Tanpınar öykülerinde psikolojik çözümlemeler yapıyor. Takıntılı, depresif, sürekli hayaller gören karakterler çoğunlukta. Yaz Yağmuru öyküsünün ilk taslağını beğenmemiş ve tekrar yazmış. Öyküyü çok beğendim, hatta bir roman haline de dönüştürebilirmiş. Sosyal medyanın bizi kısa süreli tüketimlere alıştırdığı böyle bir dönemde öykü türünün aslında daha çok rağbet görmesi beklenirdi.
Tanpınar'ın evli erkek ve evli kadınların boşanmadan ikinci ilişkilerini işleyen roman ve hikayeleri artık beni rahatsız etmeye başladı. Edebi zenginlik bir yana ama konulardaki ve ilişkilerdeki çarpıklık sebebiyle Tanpınar buraya kadar.
nsanın şekil verdiği eşya bize ne anlatmak istiyor?
Önce eşyanın insanın üzerindeki etkisinden söz açmak gerek. Ahmet Hamdi'ye göre eşyaların dili vardır. İnsanların üzerine sirayet eden cümleleri de vardır hakeza. Bir yığın bulunmuşluk içinde bir yığın kayboluşu da simgeleyen eşyalar. Hikayelerin tümünde de bunu görmekteyiz. Herhangi bir ortama girildiğinde ilk dikkat çeken husus insan olsa da betimlemelerin merkezinde eşya vardır. Eşyadan insana geçiş ise sert değil aksine ikisini kaynaştırma yoluyla yapılır. Birçok şairin, yazarın doğayı içselleştirdiğini okuduk, bildik ancak eşya hususu Tanpınar'la özdeşleşmiş.
Proust abimizin ayak izleri.
Tasvir / betimleme konusunda da Proust'un ayak sesleri ruhuyla birlikte aramızda geziyor. Peyami Safa'nın sayfalarında vücud bulan bu adam Tanpınar'ın edebi kişiliğine de tesir etmiştir. Yahya Kemal Beyatlı'nın edebi kişiliğinden etkilendiğini biliyoruz ancak bu etkileşim sayfalara fazla yansımamış daha çok Ahmet Haşim'in ışığında yürümüştür. Süregelen bir tartışma vardır hep: ''Sanat, sanat içindir'' ya da ''Sanat, toplum içindir!'' İkisini de bir kenara koyarsak Ahmet Hamdi'nin ''Toplum, sanat içindir''i desteklediğini savunabilirim. Yazar ile sanatkar arasında bir fark olduğuna inanıyorsanız ikisi için de iddialıdır Tanpınar. Kelimeleri bir sihirbaz gibi istediği istikametten alıp aklımıza nakış nakış işlemeyi öyle güzel başarıyor ki!
***Kaderle diş dişe yumruk yumruğa olsakta tesadüflerin ihanetinden kurtulamıyoruz. Tüm yenilmişliklerin perde arkasında ümit ağacı, hain bir ısrarla yeni çiçekler açmak istiyor. Ödenmiş bedellerin ertesinde herkes kendi hasarında kayboluyor. Bu kayboluşun haddi nedir, sınırı, sonu nedir? Sonuç olarak insan nereye giderse gitsin bu gördüklerini beraberinde götürecek değil miydi? Gördüklerimiz bir hayalin, ısrarın, yanılmışlığın bir silüeti değil miydi? Bu kötü talihi unutmak lazımdı, bir kiri üzerinden atar gibi unutmak. Tüm bu umut silsilesinin içinde bir sisten ayrılan tek bir ağaç gibiydi benliğimiz. Hayatın bütünlüğünü ve basitliğini kaybetmiş idik. Sanki dünya bir perdenin arkasında saklanıyordu. Dünya açık kapıdan yalnız bir parçasını gördüğümüz bir sokaktı ve o sokak erişilmez bir cennet gibi görünüyordu. Muhayyile cehenneminde ismi dilini yakan bir kadın. Şüphesiz ki bir kadın. Bir yığın ceset bavullara konmuş. İnsan kalabalığının yalnızlığında sık adımlarla yalpalaya yalpalaya yürüyor. Duraksız bir çukuru arıyor çamurlardan sıyrılamıyor. Bunca garipliğe rağmen tek bir şüphe dahi barındırmıyor insanların gözlerinde. İşte dünya; Emsalsiz bir saadet, korkunç bir keder ve hasret karışık bir his.***
Abdullah Efendi'nin Rüyaları
Okumakta epey zorlandığım dura dura içime sine sine daha doğrusu vura vura yalpalaya yalpalaya okumağa çalıştım hikayedir. Inception filminde ''neredeyiz biz ulan?'' demişizdir. Arafın tarafı olmuştuk. Tanpınar merkezli hikayemizde de rüyada mıyız, gerçeğin içinde mi? Neredeyiz biz? Abdullah efendi öldü mü? Kaldırılan ceset kendisinin miydi? Yangınlar, ah yangın var mıydı? Düşler gerçek miydi? Ya o içkili mekanda bulunan çift gerçekten öpüşüyorlar mıydı? Sabah mesaisine gidecek miydi sabah kalkıp? O boş sokakları Abdullah Efendi'nin adımları mı dövüyordu? Ah sorular sorular! Okumaktan inanılmaz zevk alacağınız bir hikaye. Hikayeler kitabı işbu hikaye ile başlıyor. Sizi epey sarsacak!
Hikayeler'i bir yığın yoğunluğun içinde okumağa çalıştım. Elime her fırsat geçtiğinde okumaktansa kafa trafiğinin serin bir durağında okumakta fayda gördüm. Her hikayesi ayrı leziz ancak ayrı bir dünyaya taşıyor diyemem. Konular tabii ki değişiyor ancak o betimlemelerin tadı her hikayede sizi karşılıyor. Seher ve yağmurun altında ıslanan kıza iki kez rastladım mesela. Ha bir de ''bir yığın'' o kadar çok kullanılmış ki resmen gözlerim kanadı diyebilirim. Kitapla alakalı getirebileceğim tek eleştiri bu. Bu eseri toplayıp bize sunanın ellerine sağlık. Bu kitapta dahil olmak üzere ne kadar Ahmet Hamdi kitabı bulursanız okuyun derim. Çünkü Ahmet Hamdi Türk edebiyatının mihenk taşıdır.
Ahmet Hamdi Tanpınar okudukça ondan sonra özgün hiçbir şeyin yapılmadığını üzülerek görüyorum. Orhan Pamuk'lar, Yusuf Atılgan'lar hepsi hepsi birer Tanpınar kopyası. Konular, konuları ele alış ve üslup hep Ahmet Hamdi Tanpınar'dan arak.
Neyse ki Türk edebiyatı Tanpınar'ı çıkardı, yoksa 100 sene boyunca örnek alınabilecek başka kimse gelmeyecekti.
Bu kitap tabii ki Tanpınar'ın başyapıtları yanında 'zayıf' kalıyor fakat yine de oldukça yazılmış kısa hikayelerle dolu. Tanpınar okumaya doyamayanlar için oldukça tatmin edici. Öte yandan Türk edebiyatındaki yazarların neredeyse tamamının bu 'zayıf' kitabın yanına yaklaşabilecek kadar iyi yazılmış bir tane bile kitabı yoktur, birkaç istisna hariç.
Öyküler 3 ana bölümde toplanmış. İlk bölüm olan Abdullah Efendi'nin Rüyaları, adını veren öykü de dahil olmak üzere oldukça kişisel umutsuzlukların kabusumsu, grotesk imgelerle dolu karamsar atmosferi hayranlık uyandırıcıydı. İkinci bölüme adını veren Yaz Yağmuru ve üçüncü bölümdeki Emirgan'da Akşam Saati, kendini gerçekleştirememekten doğan buhran, aldatma ihtimali/heyecanı ve suçluluk duygusu açısından benzerlik gösteriyorlar. Fakat benim için iki hikaye diğerlerinin arasından öne çıkıyor. İkinci bölümdeki çok cesurca ele alınmış Adem'le Havva ve piyes şeklinde hazırlanmış Son Meclis için söyleyecebileceğim tek şey müthiş ustaca oldukları. Dönüp dönüp okumak için not aldım.
Bazı yazarlar vardır onları okurken insanda kendisinin de yazar olabileceği, kitap yazabileceği hissini doğurur. Bazı yazarlar da vardır ki, yüksel zekasına, dilini kullanışına, konuları anlatımına hayran olursunuz. İşte Ahmet Hamdi Tanpınar bu ikinci tarz yazarlar arasında üst sıralarda. Bu yazarların ne yazdığından bağımsız olarak sadece yazdıklarını okumak bile keyif veriyor. İyi ki tanımışım, iyi ki okumuşum diyeceğim birkaç yazardan biri.
Bu dünyadan bir Ahmet Hamdi Tanpınar geçmiş, okuyun, okutun…
Bazı hikayeleri diğerlerine göre daha çok sevdim tabii ki. Yine de tüm hikayeler belli bir seviyenin üstünde. Her Tanpınar kitabı gibi bu kitap da kolay okunan kitaplardan değil. Yazarın bazı hikayelerinin konuları da kitaplarından alıştığımız tarzın dışında. Bu da bana, okurken ayrı bir keyif verdi. Rüya ve hayal ile gerçeğin iç içe geçmesi, sembolik anlatımlar, güçlü tasvirler ise yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da geniş yer tutuyor. Çok beğendim ve öykü okumayı seven herkese tavsiye ederim.
Abdullah Efendi'nin Rüyalan Geçmiş Zaman Elbiseleri Bir Yol Erzurumlu Tahsin Evin Sahibi
Rüya,gerçek,masal,yaşam,ölüm,hakikat ; içinde kaybolacağınız, klasikten moderne uzanan Türk edebiyatının ilk örneği diyebileceğimiz ; eski dille,yenisini sentezleyen, klasikten moderne taşıyan bir dille yazılmış hikayeler. Okurken yanınızda Osmanlıca sözlüğü de bulundurun veya google'layın ...