Yeni öykücülüğümüze hatırı sayılır bir katkı olarak da görüp okunabilecek bir ilk kitap!
Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler bir ilk kitap... Olgun bir dille, dipdiri öyküler kotarıyor Yalçın Tosun. İnsana, dünyaya, çevresine, dahası kendi içine eğilip bakma gözü pekliğini gösterirken dostluğu, sevgiyi, mutluluk arayışını da hüzünle dillendiriyor. Dile gelmeyen, onun kaleminde incelikli bir kurguyla, alttan alta duyuruluyor. Bu kitabı, yeni öykücülüğümüze hatırı sayılır bir katkı olarak da görüp okumalı. Kamyonetin bıraktığı toz dumanı çöküp her şey eski haline büründüğünde, hâlâ yolun başında duran iki küçük çocuğun ceplerinden, unutmabeni çiçeklerinden örülmüş birbirinden habersiz iki kolye sahibini bulamamanın verdiği hüzünle öylece sarkıyor.
Yalçın Tosun (Ankara, 1977) Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede Özel Hukuk Doktorasını tamamladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Öyküleri Adam Öykü, Notos Öykü ve Kitap-lık dergilerinde yayımlandı.
Bir Yalçın Tosun yolculuğu başladı bende. İlk kitabından başladım, son kitabına kadar araya hiçbir şey almam, alamam herhalde. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, genelde rahatlıkla söyleyemem böyle bir şeyi, okuduğum "en iyi" öykücülerden o. "Unutmabeni Çiçekleri" de bir kapanış öyküsü olarak harika bir seçim.
İkinci okuyuşta da aynı tadı veriyormuş. En sevdiklerim: Aterina, Kereviz, Kıpırtılı Bir Yorgan, Pasta, Aynada, Apollon, Her Şey Tarih Oluyor ve Unutmabeni Çiçekleri.
İlk hikaye gerçekten çok güzeldi, ondan aldığım hevesle devam ettim ama giderek tempom düştü. Yazarın en azından bir kitabını daha okumak istiyorum, zor konulara değinmiş. Bir delinin diliyle aktarılmış gibi cümleleri vardı. Keşke hikayelerin çoğu bu dille olsaydı.
Bilmiyorum ki... Ne desem... Öykülerarası psikolojik bir seyahatte idim. Kereviz yemeği artık daha farklı görünecek gözüme, Aynaya bakarken kendime bakmayı bırakıpta eşyalara bakacağım bir süre; birinin hayatında eşya olmadığıma şükrederek, Çilekli pasta aldığımda içim acıyacak belki, Ölüler sahiden uzar mı diye soracağım birilerine, Gümüşbalığının öbür adının Aterina olduğunu biliyorum artık, ne yazık ki... Ve verilmemiş Unutmabeni Çiçekleri... "Senin için kendi ailen kadar, kendi odan kadar, kendi geçmişin kadar tehlikeli bir şey yoktur," cümlesi çınlayacak ruhumda. Yine sürükledin kendinle beni Yalçın Tosun, yine içten ve ölümcül fısıltılarla donatmışsın kalemini; ben, sen ve o olmuşsun, biz olmuşsun yine. Sevgi ile...
Başından sonuna inanılmaz derinlikte yazılmış, birbirinden ilginç, şaşırtıcı, ayrıntılarıyla sizi film izliyormuşçasına içine hapseden öyküler.. Her bir kadın hikayesinin sonunda dönüp dönüp yazarın ismine baktığımı ve her seferinde bu kitabın bir erkek elinden çıktığına inanmakta zorlandığımı söylemeden geçemeyeceğim.
kitaptaki bazi oykuler o kadar ust kalibre ve kendiliginden tamamlaniyor ki, sahaneler. aterina, kereviz, oluler uzar, kipirtili bir yorgan, sinema, koku, unutmabeni cicekleri..
yalcin tosun sectigi isimden veriyor size ipucunu, caninizi yakmak istiyor, yikici ve oldurucu seyleri gayet olgun ve guzel bi uslupla sunarak. yazarin kitabin baslangici icin sectigi ilk dort oyku kelimenin tam anlamiyla mukemmel, cok guclu ve melodrama kaymadan kendini gosteren bu oykulerle giris yapinca cok heyecanla devam etme gudusu duydum kitaba, hayran dahi kaldim yazara. sonra oykuler gittikce dram yonu cok daha barizce agir basan ve bazen kafami karistiran bi hale burunmeye basladi. bu durum kitapta ilerledikce beni ezmeye basladi, bu sekilde devam etmek istemedim ve bu denli can yakici seye ust uste maruz kalmak yoruyordu ister istemez. o yuzden araya mesafe sokarak okudum. hissiyat olarak boyle bi yenilgi yasayinca uzaklastim da kitaptan koydugum mesafeyle birlikte. kapanisini merak ediyordum en cok kitabin, ara oykulerin kimisi vasatti ama girisinden oturu sonuna beklentim yuksekti. umdugum gibi de oldu, kitap biterken sahane iki oykuyle karsilastim.
bu kitaba normal bi beklentiyle basladim, tatmin de oldum kismen, ilk kitap icin gayet guclu bir oyku kitabi oldugunu da dusunuyorum. yorumun basinda bahsettigim oykuler icin 4 veriyorum. oyku sevenleri tatmin eder bu oykuler, oneriyorum o yuzden. ama hic kolay seyler okumayacaginizi isminden de emin olabilirsiniz. agdali bi dil yok ama basit de hic degil, betimlemeler gayet tatli ve yerinde. anne, babanin yaninda insanin olduren pek cok seyi konu edinen bu oykulerde simdiden kolayliklar diliyorum okuyacaklara.
Peruk Gibi Hüzünlü kitabından sonra okuduğum ikinci kitabı. Son dönem Türk öykücülüğünün soyut ve anlamsız örneklerinin yanında adeta parıldıyor. Yazara bir şans verin.
ilk hikayeden son hikayeye kadar arka arkaya okuyucuyu içine çeken ve farklı şekillerde şaşırtan bir uslupla yazılmış, kısa ama ağır gerçek olabileceğinden şüphe etmediğiniz bu yüzden de ağırlaşan yaşamlar..
mutlu hikayeler beklemeyin, bunlar hiç ajitasyon içermeyen, acıklı değil ama ağzınızda kekremsi tat bırakan hikayeler..
“Bütün yarım kalan, yaşanmasına izin verilmeyen iyi kötü ne varsa her sey için kızdım. Aşkımın şiddetini görmemesine kızdım. Gördüyse bile bir tepki vermemesine kızdım. Aslında bunca şeyden sonra bir sebep aramak da gerekmezdi hani, sadece kızdım işte.”
Okuduğum iki kitabıyla benim için özel yazarlar listesine girdi Yalçın Tosun. Karakterleri ve yarattığı dünyaları ile içimde bir yerlerde taht kurdu. Öykülerinin bir tadı bir kokusu var diyeceğim olmayacak. İnsanın içine işleyen bir büyüsü var kelimelerinin. Okudum bitti, unuttum gitti diyeceğim öyküler değil bunlar. Boğazımdaki yumru, yüzümdeki gülümseme, kulağımdaki çınlama olacaklar bundan sonra. Akşam üzeri karanlık ve kimsesiz bir parktaki kargayım ben bundan böyle ya da gri saçlı kadın...
“Kimseye, kendine bile tüm hayatını anlatmamalı insan. Çünkü bu kötülüğü hiç kimse hak etmiyor.”
"Kamyonetin bıraktığı toz dumanı çöküp her şey eski haline büründüğünde, hala yolun başında duran iki küçük çocuğun ceplerinden, unutmabeni çiçeklerinden örülmüş birbirinden habersiz iki kolye sahibini bulamamanın verdiği hüzünle öylece sarkıyor."
Son öykü, benim için en vurucu öykü oldu. Yalçın Tosun okumalarına devam edeceğim.
Yalçın Tosun'un hikayelerini okumaktan zevk alıyorum. Okumadığım; "Bir Nedene Sunuldum" kitabı kaldı. Hikayelerinin konusu oldukça çarpıcı. Hikayeler bittiğinde keşke devamı olsaydı diyorum. Merak duygum hep ağır basıyor. Aterina, Mola ve Unutmabeni Çiçekleri çok etkileyiciydi. Aterina, ensest ilişkiyi anlatan en can yakıcı öyküydü...
Öncelikli iki husus: 1. Daha iyi bir kitap ismi bilen iki adım öne çıksın 2. Yalçın Tosun’un benim Hocam olduğunu söylemiş miydim? (Evet ve 8 kere falan) Ve öyküler. *** Öykü okumayı severim. Sevmediğim bir cins öykü vardır ki, kısıtlı alanda kroşeyi sağlam çıkarabilmek için yürek dağlama metodunu kullanan, üzerek akılda kalmaya ve kalp burarak etkilemeye çalışan cins. *** Bu, öykülerin üzücü olup olmamasından bağımsız olup tamamen yola çıkış niyetiyle ilgilidir. Yani şey gibi: dans kursunda biriyle tanışıp sevgili olmakta hiçbir sakınca yoktur, ama dans kursuna “kız tavlamaya” geldiysen, o bir falsodur. Öyküde de bu iş böyle: öykü kederli bir öykü olabilir, ama kederlendirmek için yazıldıysa, yazar orada bize yamuk yapmıştır. *** Yalçın Hoca okuruna yamuk yapmıyor. Sakince, (çoğunlukla) öldürmeyen ölümcül ilişkileri anlatıyor. Aile kurumu bu nevi ilişkilere zaten her daim gebedir. Zira aile, aile bireylerinin şahaneliğinden bağımsız biçimde ve yalnızca bir kurum olarak, zehir üretmeye oldukça yatkın bir oluşumdur. Zaten kutsanması da bana kalırsa bundandır: üzerine çok konuşulmasın ki foyalar ortalığa saçılmasın. İşte bu öykülerde Yalçın Hoca foyaları çıkarıp bir iskambil destesi gibi masaya diziyor. Oynarsın oynamazsın, onu bilemem ama deste masada, öylece yüzüne bakıyor. *** Kendi Hocam diye demiyorum. Okuyunuz efendim. Ben geç kaldım, siz erken yol alınız. *** Sevgiler, hürmetler yo.
Nasıl başlasam nasıl anlatsam gerçekten bilemiyorum. Başladığımda gerçekten akmayacağını ve beni sarmayacağını düşünmüştüm ama sonradan öyle bir yakaladı ki... Ben de neye uğradığımı şaşırdım. Türk öykücülüğünde bazen yeniliğe çok ihtiyaç olduğunu düşünüyorum ve Yalçın Tosun bir anlamda bu yeniliği gerçekten sağlamaya başlamış bir yazar. Benim için en başarılı eseri hala Dokunma Dersleri olsa da bu kitaptaki üslubu da çok etkileyiciydi.
Çoğu öykü, anlatıcı rolünün karakterler arasında sürekli değiştirilmesine dayalı bir teknikle yazılmış; hepsini aynı derecede başarılı bulduğumu söyleyemem. Ama "ancak bir intihar haberine konu olabilecek kadar mutlu fotoğraf"lar anlatmış Yalın Tosun. Kulak verilmeli. "Hem, kim başka birini gerçekten dinliyor ki?" demeden dinlemeli.
Önce başlar geriye gidiyor hafifçe; gözler, ayıp bir kelimeye dokunmuş gibi suçlu, hemen kaçıveriyor sağa sola. Süt dökmüş bir kedi, başını öne eğiyor. O kelimeleri içinden hiç telaffuz etmemiş gibi. Vicdana yöneltilmiş sivri uçlu bir soru gibi. Sorunun derinliklerinde gizliden gizliye kabaran bir huzursuzluk…
Anne, baba ölümcül olur mu hiç?
Sonra o “acaba” sorusunun bir defa akıldan geçmesiyle yırtılan zarın altından merak akıyor. İnce kapak çevriliyor; göz, ilk sayfada André Gide’ye ilişiyor: “Senin için kendi ailen kadar, kendi odan kadar, kendi geçmişin kadar tehlikeli bir şey yoktur.” Sonrası mı? Sonrası akıp gidiyor.
"Onun anlattıkları beni ne sinsice sevindiriyor ne de gerçekten hüzünlendiriyordu. Bir yabancıya tüm hayatını anlatmaya çalışmaktan daha acıklı bir şey gelmiyordu aklıma. Belki de mahrem bir hikayeyi dinleyip üzülmüş gibi yapanlara ya da acıma maskesiyle karşılayanlara duyduğum nefret emrediyordu artık kalkıp gitmemi. Elimde olmadan küçük görmekten korkuyordum onu ya da yüceltmekten, bir yere koymaktan. Benim için birisi olmasından. İşte bu sebeplerden, iyi ya da kötü daha fazla bir şey duymak istemiyordum. Hem, kim başka birini gerçekten dinliyor ki?"
Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler, Yalçın Tosun'un okuduğum üçüncü yapıtı oldu ve diğerleri gibi bu da pek güzeldi. Tosun'un ilk kitabıymış ama olgunluk çağı eseriymiş gibiydi adeta. Kendisi en sevdiğim yazarlardan biri oldu diyebilirim. Onca öykü içinde en beğendiklerim ise;"Ölüler Uzar", "Parkta" ve "Unutmabeni Çiçekleri"ydi.
Bazı öyküleri boğazda düğüm etkisi bırakıyor. Olmaması gereken Aile içi ilişkiler. Bazı öyküleri ise şizofronik boyutta olan, çok net yazılmamış,okuyucuya bırakılmış bölümlerden oluşuyor. Bu üslubu çok hoşuma gitti, öykü kitaplarını seviyorsanız kitaplığınızda yer etsin,pişman olmayacaksınız.
Gözlerimi tekrar kapattım. Uyuyormuş gibi, anlarsınız. Yoksa anlamaz mısınız? Hiç yapmadığınızı söylemeyin lütfen. Hayatın ağırlığını başka bir yerinden tartmak için yapılan şeylerden biridir bu.
Kitapta bunun gibi sarsıcı anlatımlar mevcut ancak bütün öyküler bazı düğmeleri iliklenmemiş bir gömlek gibi bir yarım kalmışlık ve eğretilik hissi veriyor. Parkta isimli hikaye gerçekçiliği ve sürükleyiciliğiyle diğerlerinden ayrılıyor.
"Senin için kendi ailen kadar, kendi odan kadar, kendi geçmişin kadar tehlikeli bir şey yoktur." diye bir André Gide alıntısıyla başlıyor kitap ve içinde yer alan on altı öykü de aile kurumunun insana verdiği zararlardan, bunların yetişkinliğe yansımalarından birer numune gibi. Öykülerin her birinde birbirinden çok farklı karakterler ve yaşanmışlıklar olsa da aslında yaralarının kaynağı ortak. Baştaki alıntının da işaret ettiği gibi, aile.
Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler yazarın ilk kitabı ve 2009 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü'nü kazanmış. Kitap beni en baştan ismiyle yakalamıştı. Ben daha çok roman okumayı, anlatılan hikaye uzun uzun akıp giderken içine dahil olmayı seven bir okurum. Başladığı gibi bitiyor gibi geldiği için öykü türüne mesafeli sayılırım ama bu kitabın hem kurgularını hem de anlatımındaki sıcaklığı, doğallığı çok beğendim. Kurgular basit ve kısa ama çok güzel işlenmiş. Her biri en fazla on sayfa tutan hikayeler ama okurken bir eksiklik ya da fazlalık hissetmedim. Her şey ayarında, az ve öz anlatılmış. Öykü türünden beklediğiniz de zaten sınırlı bir alanının mümkün olan en verimli şekilde değerlendirilip çok şey anlatılmasıdır. Yazarın diğer kitaplarını da merakla okuyacağım.
"Gözlerimi tekrar kapattım. Uyuyormuş gibi, anlarsınız. Yoksa anlamaz mısınız? Hiç yapmadığınızı söylemeyin lütfen. Hayatın ağırlığını başka bir yerden tartmak için yapılan şeylerden biridir bu. Çocukken yeni yakılmış sobanın çıtırtılarına uyanıp, yorganım gözlerimin hemen altına kadar örtülü bir halde, kahvaltıyı her sabah aynı sabırla hazırlayan annemi yarı açık gözlerle ve şaşkınlıkla izlerken aldığım zevke benzer bir durum denebilir. Yorganı indirdiğiniz an artık günün gerçeği hüküm sürmeye başlar ve siz de onun bir parçası oluverirsiniz."
87 sayfa ama kocaman bir göçüğün altında bırakıyor insanı. Kitabın ismi ilk anda ve her öyküyle sağlam bir balyoz 'tadında'. Uyumama izin verilmeden günlerce David Lynch, Haneke filmleri izletilmiş gibi oldum her öykü bitiminde. Türkçe edebiyata böyle bir öykücü gerekliymiş. Benzeri ya da yakın bir rafa koyacağım başka bir öykücü yok okuduklarım arasında. Yalçın Tosun'un yakın takipçisiyim artık.