Jump to ratings and reviews
Rate this book

Notlar #1

Notlar: Sanat-Edebiyat 1

Rate this book
“Bana gelince: Ben bu memleketin gerçekçi romancısıyım… Şimdiye kadar öğrendikleriyle ölmeye karar vermişlerin doğru bildiklerini yeniden tasdikleyerek, onları ucuza sevindirmek, güvendirmek için yazmıyorum…”

Kemal Tahir’in kırk yıl boyunca tuttuğu notlar, düşünce ve edebiyat tarihimizde sıra dışı bir olgu olma özelliğini koruyor.

Notlar, yalnızca Kemal Tahir’i daha iyi değerlendirmemize yardımcı olduğu için değil, aydınların her ne olursa olsun “yazma” sorumluluğunu hatırlattığı için de önemli…

392 pages, Paperback

Published March 1, 2016

2 people are currently reading
26 people want to read

About the author

Kemal Tahir

72 books246 followers
15 Nisan 1910’da İstanbul’da doğdu. 21 Nisan 1973’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Kemal Tahir Demir. Deniz yüzbaşı olan babası, Sultan II. Abdulhamid’in yaverlerinden. Babasının görevleri nedeniyle ilk eğitimini Türkiye’nin çeşitli yerlerinde tamamladı. 1923’te İstanbul Kasımpaşa’daki Cezayirli Hasan Paşa Rüştiyesi’nde mezun oldu. Galatasaray Lisesi’nde 10’uncu sınıftayken öğrenimini yarıda bıraktı. Avukat katipliği, Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu yaptı. İstanbul’da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, röportaj yazarlığı, çevirmenlik yaptı. Yedigün, Karikatür dergilerinde sayfa sekreteri oldu. Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1938’de Nâzım Hikmet’le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde “askeri isyana teşvik” suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl hapse mahkum oldu. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde yattı. 12 yıl sonra 1950’de genel afla özgürlüğüne kavuştu.

İstanbul’a döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini görevinde bulundu. “Körduman”, “Bedri Eser”, “Samim Aşkın”, “F. M. İkinci”, “Nurettin Demir”, “Ali Gıcırlı” gibi takma isimlerle gazetelere tefrika aşk ve macera romanları, senaryolar yazdı. Fransızca çeviriler yaptı. 6-7 Eylül olayları sırasında tekrar gözaltına alındı. Harbiye Cezaevi’nde 6 ay yattı. Çıktıktan sonra 14 ay kadar Aziz Nesin‘le birlikte kurdukları Düşün Yayınevi’ni yönetti. Edebiyata şiirle başladı. İlk şiirleri 1931’de “İçtihad” dergisinde yayınlandı. Yeni Kültür, arkadaşlarıya birlikte kurdukları “Geçit”, Var, Ses dergilerinde şiirleri çıktı. İlk önemli eseri olan 4 bölümlük “Göl İnsanları” uzun öyküsü Tan gazetesinde tefrika olarak yayınlandı, 1955’te basıldı. Yine 1955’te basılan “Sağırdere” romanıyla adını duyurdu. İstanbul’u bir çerçeve gibi alıp Türklerin Osmanlılıktan Cumhuriyet’e geçişini incelediği “şehir romanları” dizisinin ilk kitabı “Esir Şehrin İnsanları” 1956’da yayınlandı. Bu kitapta Mütareke dönemi İstanbul’unu anlattı. Dizinin diğer kitabı olan “Esir Şehrin Mahpusu” 1961’de, “Hür Şehrin İnsanları” 1976’da basıldı.

Kemal Tahirİlk kitaplarında daha çok köy ve köylü sorunlarına eğildi. Daha sonra Türk tarihinin ve özellikle yakın tarihin olaylarını ele aldı. “Devlet Ana“da, kuruluş sürecindeki Osmanlı toplumu ve yönetim sistemini, “Kurt Kanunu”da Atatürk’e karşı düzenlenmek istenen İzmir suikastini, “Rahmet Yolları Kesti” ve “Yedi Çınar Yaylası”nda ağalık kurumu ve eşkıyalık olgusunu inceledi. “Yorgun Savaşçı”da Anadolu’daki başsız, öndersiz ulusal güçlerin birleşip Ulusal Kurtuluş Savaşı’na başlamasına kadar geçen dönemi anlattı. “Bozkırdaki Çekirdek”te de köy enstitüleri üzerinde durdu. Kemal Tahir’in düşüncelerindeki çıkış noktası Marksist görüş ile Türkiye gerçeği arasındaki bağlantı sorunuydu. Siyasi eylemlere de katılmış bir yazar olarak, Türkiye’de kendi algıladığı siyasal, sosyal, kültürel yapı ile Marksist görüşün sunduğu çözüm arasında bir çelişki görüyordu. Türk toplum yaşamına uymadığına inandığı Batılılaşmaya ilişkin yargısı da bu Marksist çözümü yetersiz bulmasına bağlıydı. Çünkü Marksizim, “Türkiye’de 2’nci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin siyasal ve kültürel uygulamalarını bir ticaret burjuvazisi devriminin sonucu” olarak değerlendiriyordu. Kemal Tahir ise böyle bir sınıfın varlığından kuşkuluydu. Böylece hem Marksist görüşün, hem de Batılılaşmanın ürünü olan Cumhuriyet dönemi resmi tarih görüşünün aşılması düşüncelerini belirleyen temel nokta oldu.

“Devlet Ana”da Osmanlı toplumunun kölecilik ve feodalizmden çok farklı ve insancıl bir temel üzerine kurulduğunu anlatmayı amaçladı. Diğer romanlarında da “Türk insanı ve Türkiye özeli” olgusunu ortaya çıkarmaya çalıştı. Toplumsal gerçekçi çizgide sürdürdüğü yazarlık yaşamında eserlerinde yalın bir dil kullandı. Diyaloglarla zengileştirdi, karizmatik karakterler yarattı. En üretken romancılarımızdan biri oldu.

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
6 (37%)
4 stars
6 (37%)
3 stars
4 (25%)
2 stars
0 (0%)
1 star
0 (0%)
Displaying 1 - 2 of 2 reviews
Profile Image for Özgür Atmaca.
Author 2 books105 followers
December 4, 2024
Her zaman dil üzerine bir şeyler yazmaya kalktığımda bir Kemal Tahir’e uğrarım. Bu sefer gözümden kaçan bir atışmayı yakaladım. Nurullah Ataç’a verip veriştirdiği sayfaları okurken adeta bir entelektüel kapışmaya şahit oldum. Tahir’in küfür etmemek için kendini zor tuttuğunu hissetmek bile başlı başına bir mizah. O sayfaları çerçeveletip duvara assam, ara sıra dönüp bakar, gülümserim. İşte böyle, her kelimesinde biraz öğrenir, biraz da eğlenirsiniz.
Profile Image for Beybulat-Noxcho.
273 reviews9 followers
January 3, 2025
“Kemal Tahir’in “Tarihçi bütün umduğu malzemeyi beklerse birkaç insan ömrü tükense gene işe başlama zamanını geriye atmak zorunda kalır. Eksik bir eser yazmak, bütün ömrünce topladığı bilgiyi yazmadan mezara götürmekten çok daha iyidir” (s.3)

“Bir Çalgıcının Seyahati-ilk romanı “(s.5)

“Bu suçlamayla 1938 yılında gür siyah saçlarıyla girdiği cezaevinden, kalanları da ak, saçları dökülmüş olarak 1950 yılında çıkar. Çıkışında bavulunda, halen hiçbiri kitap haline gelmemiş 30 roman, 40 hikaye ve notlarla dolu sarı defterler vardır. Romanların birkaçı cezaevi yıllarında günlük gazetelerde müstear adla tefrika edilmiştir” (s.7)

“Ben romanlarımı, Batılı efendiye: Efendimiz, bunalımdasınız! Alınız, bununla biraz avununuz, eğleniniz! Diye yazmıyorum. “Beri bak hayvan! Soyguncu olduğun için bunalımdasın! Seni bu bunalımdan ya ölüm kurtarır, ya soygunculuğa karşı çıkman! Bak sana senden üstün insanı gösteriyorum! Bunaltın artsın”diye yazıyorum. Yani Tagor, İvo Andriç, Kazancakis gibi satılmış alçaklar gibi değil, doğunun gerçek devrimcileri gibi...”(s.38)

“Biz Türkler, tutmadığı öğütleyenlere rasladık mı, “El kesesinden bahşiş veriyor”diyen atasözümüzü hatırlarız da gülümseriz” (s.43)

“Dert epey derin de ondan” (s.48)

“Bugünkü realist romanın şu temel taşları üstünde durduğuna, yeni bir keyfiyete (niteliğe) geçecekse bu temel taşlarına dayanacağına inanıyorum: Balzac, Flaubert, Zola Mauppasant, Malraux, Dostoyevski, Gogol, Tolstoy, Gorki, Şolohov, Fadeyev, Simonov, Cervantes, Dickens, London, Steinbeck, Hemingway....Yerli yazarlardan: Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim, Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Yakup Kadri, Memduh Şevket Esendal, bazı hikayeleriyle Sait Faik, Haldun Taner, Orhan Kemal, Yaşar Kemal...(s.51)

“Türk Milleti hakkında ne düşünüyorsunuz? Sorusunu sorarım da şı karşılığı verirrim: Bütün cesurluğu, korkaklığı, doğruculuğu, palavracılığı, cimriliği, cömertliği, kibirliliği, alçak gönüllüğü, kabalığı, kibarlığıyla, anlayışı, avanaklığı ile kendilerini geberesiye severim. Hiç de orjinal bir soru ve orjinal bir karşılık değil! Dünyanın her devrinde, her yazar, içinden çıktığı millet için bunu söylemiştir. Dünyanın en cesur, en doğrucu, en alçak yürekli, en kibar, en anlayışlı milletinden de olsa” (s.54)

“Kulllandığım dilin özelliği yüzünden 400 sayfalık bir roman için 2000 sayfa müsvedde yaptığım olur. Ancak yüzde yirmisinin işime yarayacağını bildiğim halde, yüzlerce sayfa not çıkarır, yüzlerce kitabı gözden geçiririm” (s.59)

“Bir tarih için onbeş yirmi kitaba başvurduğum, günü bulmak için, saatlerce adlarım altalta yazdığım olur. Romanlardaki erkek ve kadın adlarım seçmek için günlerce ad arar, listerler yaparım....Böyle çalıştığım için olmalı, sanatın hangi dalı olursa olsun kolaya kaçanları sevmem, onlara karşı ne acıma ne de saygı duyarım. Hele kendilerine doğal olarak verilmiş olan üstün yeteneğe bakmadan kolaya kaçanlara ayrıca kızarım da...” (s.59)

Başlarken, ilk ve son defa şunları söylemeyi yararlı görüyorum: ben, Anadolu halkının yazarıyım. Bu halk, kimilerinin sandığı gibi bir yabancı imparatorluğun, zorla küre edilmiş ve yüzyıllar boyu zorla çalıştırılmış bir köle halkı değildir. Dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuş, bu imparatorluğu kökleşmiştirip geliştirmiş; yeşil en az 600 yıl kanıyla, canıyla, aklıyla, malı ile savunup yaşatmış kahraman ve soylu bir halktır. Bu özelliğiyle, pek çok paşa görmüştür. Hiçbir paşa, ne yapmış ne olursa olsun, bu halka, Allah olacak, Allah tanıtılacak güçte sayılamaz. Ancak ödevini yapmıştır. Şen ve şeref verirken miskalle tartmışsak, eleştirirken de, miskalle tartmak zorunda değiliz. Hele kalemimizi, herhangi bir hesapla, ülke kullanılacak değiliz. .... Anadolu halkları, en küçük kişiyle, en büyük paşaların kaynağı olduğu için, bütün gelmiş, gelecek paşalardan üstündür. Bunu herkesten önce paşalar böyle kabul etmek zorundadırlar. Eğer babaları paşa olsa da, böyle kabullenmek zorundadırlar. Çünkü ne kadar uzağa giderse giderim, en çok babaların babası halktan biridir. Bunu bildiği için, bizim akıllı milletimiz, aslını inkar edene çingene denir demiştir “(s.68)

“Bana gelince: Ben bu memleketin gerçekçi romancısyım! Köpoğlu köpeklerin hoşça vakit geçirmeleri, körpe kızların heyecanlanmaları, şimdiye kadar öğrendikleriyle ölmeye karar vermişlerin doğru bildiklerini yeniden tastikleyerek, onların ucuza sevindirmek, güvendirmek için yazmıyorum” (s.68)

“Bana gelince: Ben bu memleketin gerçekçi romancısyım! Köpoğlu köpeklerin hoşça vakit geçirmeleri, körpe kızların heyecanlanmaları, şimdiye kadar öğrendikleriyle ölmeye karar vermişlerin doğru bildiklerini yeniden tastikleyerek, onların ucuza sevindirmek, güvendirmek için yazmıyorum” (s.68)
“İnsana verilmiş olan konuşma özelliği için “Şuurdan bile çabuk çalışır” derler (s.89)
“Dil durumunu büsbütün zorlaştıran bir başka unsur da, 1923 altüstlüğünden sonra, yangından mal kaçırmak hızıyla yapılan çeviriler, düşüncesizce, bilgisizce takılan adlar, bazı deyimlerin yapılan aptalca çevirileridir. Bunlardan birkaç örnek: Medeni Kanun ve Medeni Nikah. Bu sözleri bugün hepimiz hayatımızda, üniversitelerimizde, mahkemelerimizde hiç düşünmeden bol bol kullanmaktayız. Oysa yakın tarihi bin yıla yaklaşan bir toplumda, herhangi bir kanun değişmesini böyle adlandırmak için insanların milli onurdan, tarih anlayışından, kişisel anlayıştan tamamiyle yoksun olması gerekir. Medeni kanundan önce biz barbar bir toplum mu idik? Hiç mi kanunumuz yoktu! (Kipling, cangal’daki maymunlara “kanunsuz millet” der) (s.91)

“Batılı insanı toplumun içinde yalnız olduğu için bahtsızdır. Sömürücü olduğun için sürekli olarak sömürülme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Varlığında sömürülmeden kurtulmak çırpınması aralıksız yaşadığından, bunun tek yolu da sömürülenlerin arasından sıçrayıp sömürenleri arasına karışmak olduğundan, - bu da elbette suç işlemekten başka bir şey sayılmayacağından- büyük suçluluğun -ilk suçun- sürekli etkisi altınadır” (s.94)

“Batılı insanı kendisin, kendi kişisel dramına kolayca hapseder. Kendi çizdiği tebeşir çizgisine mahkumdur. Bunu anlatan Batı romanında insan bu dramı bu temele dayanır. Oysa Türk insanı toplumun gerçekten ayrılma parçasıdır. Deli olmadıkça kendisini yakın çevresinden kesinlikle ayıramaz. Ne kadar derin ve büyük yalnızlık duyarsa duysun, çevresindeki insanların ilgisinden uzak olamaz. Bu hal o kadar olağan, o kadar alışılmıştır ki, çiğerlerine hava alıp boşaltması kadar doğaldır. Kendisini toplumun dışında duymayan insan güçlü olur” (s.95)

“Batılılaşma bizim sanatımıza çok şey kazandırmıştır ama, bir kötülük etmiştir ki bütün kazandırdıklarını ortadan kaldırdı, sayılır. O da bizi iki gerçekli toplum haline getirilmişizdir. Batılılaşmayı yanlış kullanarak çoğu Batı gerçeklerini kendi gerçeğimiz saymaya başladık. Aslında hiçbir toplum bir başka toplumun gerçeklerini kendi gerçekleri yerine koyamaz. Onları, yabancı gerçekleri işe yarar halde kullanamaz. Çünkü insanların tarihsel-sosyal gerçekleriyle olan ilintileri şalt şuurla değil sezgi aracılığıyla ile işe yarar hale getirilir” (Nice şuurla görülen işlerden sırasında sezgiyle görülen işler daha gerçekçi sayılmalı) Çünkü bunaltılı dönemlerde, sezgi şuurundan daha şuurlu kalır. (s.96)

“Nurullah Ataç, Batılılaşmayı yanlış bile değil, hiç anlayamamış, sömürgeci ajanlığına gönlünü kaptırmış bahtsız vatandaşlarımızdan biridir (s.105)

“Gerçeğin yalnız bir parçasını söylemek, gerçek üstüne hiçbir şey söylememektir” (Dostoyevski) (s.108)

“Kendisini arıyordu ama, olduğu gibi bulmak için değil, istediği gibi bulmak için...Stendhal tabii’yi işte böyle anlıyordu” (s.108)

Aristokrasiye dayanmayan ve kadınsız olan Şark sarayı ister istemez kapıu sarayıdır” (s.109)
“Eski edebiyatımızda insan anlayışı, insanı kendi kaderiyle karşı karşıya sayan merhaleye bile erişememişti. Aşkta bile derinleştikçe Allah’a- O’nun çelişmesiz varlığına -gidiyor, sonunda O’na karışıp kayboluyordu. Müslüman sanatlarında trajik’in ve trajedi’nin yokluğu, İslam’ın Allah’tan başka gerçek tanımaması, insana dünya sahip olmak hakkı tanımamasındandır. Tasavvuf, sünni ideolijiden ileri geçerek insanı Allah’ın varlığına katmış, onu orada eritmiştir” (s.109)

“İnsanlar gibi, toplumlar da ,yenildikleri zaman romantik olurlar. Geçmişe sığınırlar” (s.119)

“Camus, “Büyük romancı, filozof romancıdır, bunlar hikaye anlatmazlar, (evren) dünya yaratırlar”,demiş” (s.119)

“Deli Nietzche, “Gerçeğin verdiği sıkıntıdan germemek için sanata sığınırız” demiş. Ne akıllı herif!” (s.119)

“Gerçeklerin bir tek değişmez gerçeği vardır, o da durmadan değişmektir” (s.122)

“Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre:” Müslüman Doğu’nun hayal etme gücü, bir defa için bir şeyler bulmuş, sonuna kadar bu bulduğu şeylerle oynamış durmuştur” (s.130)

“İlk çağlarda evlenmek kişisel bir mesele değil, bir toplumsal meseleydi” (s.139)

“Neden bizim Yahudi’de Kafka bunalımı hiç olmamış” (s.148)

“Yaşayan bir toplumda hiçbir yanlışlık sürüp gidemez. Gecikme pahalı ödenir. O kadar...”(s.150)

“Gibbons, çok ilgilenmemiz lazım gelen bu eserinde, Osmanlıları Orta Asya ile yakından ilgili saymanın yanlış olduğunu söylüyor, bu topluma Anadolu’nun çeşitli medeniyetleri üzerinde doğmuş, yeni bir ırk gibi bakmanın bilim bakımından gerçeğe daha yakın olacağı fikrini savunuyor. 15 yıl içinde not alarak Naimi’yi üçüncü okuyuşumdur. Gene de Osmanlılığı aydınlatan yeni ipuçları buldum. Birinci dediğim bu üç kitapta beni çok sevindiren birleşik yön, üçünün de, üç ile altı ciltlik birer serinin birinci kitapları oluşları...” (s.152)

“Halit Ziya’nın bunca sene, meslekten yetişmiş bir kapıkulu gibi Padişaha başkatiplik etmeye çabalaması, bu gibi saray memurları arasındaki bütün çekişmelere, sürtüşmelere, hiç aşağılık duygusuna kapılmadan katılması, romancı olarak ancak istibdat çağı düşündüğünü ancak bu çağ için hazırlanabildiğini, bu çağ apansız geçince, insan ve toplum hakkında yazacak hiçbir şeyi kalmadığını ispatlar. (s.155)

“Ben orta güçte derken, Simone de Beauovoir ile Thibaudet’yi iki dünya savaşı arasında roman türünü sürdüren iki orta güçte yazarı sayıyorum” (s.157)

“Thibaudet, “Her roman, kendisinden önceki roman okuyucusunun tenkididir” (s.161)

“Ben Malatya’dayken bir hamalla bir bakkal beş kuruş için çekişiyorlardı. Bakkal beş kuruş için lafı uzatmaya ayıplayınca: Hamal, “Yağma yok! Demişti, “Ben omzumun etini yiyerek yaşıyorum”
Halkı böyle konuşan bir memlekette uzun ömürlü roman yazmak kolay değil!” (s.161)

“İlk romanı, Monte Kristo’nun benzeri Hasan Mellah yahut Sır içinde Esrar, 1874. İlk romanı sayılır” (s.164)

“Çünkü dünyada hiçbir şey siyasetten daha çok değişmez” (s.169)

“Lukacs’ın dediğine bakılırsa Almanlar, Goethe, Schiller, Alman birliğini kolaylaştırmak için başvurmuşlar tarihsel romana...” (s.176)

“Hem uygarlık tarihi 9000 yıllık bir vatanda yaşarken, Atatürk’ten gerisini bilmeyeceksin, eserlerinde Lumumba’yı Ho Chi Minh’i, Guevera’yı yazarak Türk yazarı sayacaksın kendini, hem de, hem de, devrimci Türk yazarı sayacaksın! Yağma yok. Buna, tarihini inkar eden çingene pazarlığı derler. Aptallıktan gelmiyorsa, satılmıştık derler: Foya meydana çıkmadan önce belki küçük bir çetenin kendi arasında geçerliydi bu rezillik..Bugün artık şapka düştü, kel göründü. Debelenmeler boşunadır” (s.197)

“Bir milletin gerçek anlayışı, o milletin gerçekle alışverişe girdiği zamanın uzunluğuyla da ilgilidir” (s.197)

“Türk romancısının çilesi konusunda verdiğim bir konferansın sonunda bana, sizce “Hangi romancılar en büyüktür?” diye sordular. Duraklaya duraklaya saymaya başladım.: -Cervantes, Dostoyevski, Stendhal, Gogol, Flaubert, Abbe Prevost. Biraz düşündüm: -Evet bu sekiz kişi
-Ya Tolstoy?
-Tolstoy mu? Hayır! Tolstoy en büyüklerin listesine, sanırım! Evet! Giremez.
-Neden?diye üstelediler. Bu sorunun o gün derme çatma olan karşılığını bu yazımla derleyip toparlamaya çalışacağım. Tolstoy’da herşey Kral gibi başlamış, Peygamber gibi bitmiştir (Tevrat’ın Kral-Peygamberleri gibi değil, Kral olmayan peygamberleri gibi...) (s.214)

“Tolstoy’un günlüklerine yazdığı korkunç feryatlarında, en korkuncu bence şudur: “Çevremdeki insanları seveceğime, bütün insanlığı sevmeye yeltendim. Bana yardım et, Tanrım bana yardım et! “ (s.217)

“Dünyanın en bahtsız işi- hele büyük düşünürler için -gündelik politikada yazılar yazma zorunda kalmaktır” (s.236)

“İnsanlık tarihinde birkaç dahi sayılmazsa, bütün politikacılar, zenaatları yüzünden ister istemez oportünisttirler” (s.239)

“Mitlere sığınmıyorsanız gerçeğin içindesiniz” (s.244)

“Bilgisiz büyük şair belki olur, bilgisiz romancı kesinlikle olmaz.” (s.250)

“Hürriyet, zaruriretlerin idrakidir” denilmiş. (s.251)

“Halk Partisi bir siyasi teşekkül değil bir inkılap kadrosu yetiştirme kaynağı olarak düşünülmüştür.
-Çirkin kadınlara karşı da cinsel namus taslamazsak, cinsel namusluluğun ortalamasını hiç tutamayız” (s.252)

“Her şeyin son hesaplaşmada temeli ekonomidir, demekte bile biraz tehlike vardır. Çünkü her şeyin temeli, ilk hesaplaşmada olduğu gibi, son hesaplaşma da -nihayet- insandır” (s.256)

“Bu nutuk yenilip yere serilmiş muhalifleri bir kere de çiğnemek için düzenlenmiş, gayet kaba bir politika belgesel romandır” (s.281)

“Kierkegaard, “Ben bir evin çatı arasında oturan üstelik evin çökmesi yakın olduğunu bilen insanım,” diyor” (s.314)

“Bence Osmanlılığın tarihi ve yıkılışı, softalığa bağlı kalmasında değil, doğuşundaki bünye özelliği sebebiyle, Batı dünyasının eriştiği milkiyet münasebetlerine, türlü sebeplerle bir türlü erişememesinden, mülkiyet münasebetleri temellerine dayanan belli sınıflar meydana getirememesindendir” (s.326)

“İdealizm, var olan gerçeği yok saymaktır” (s.330)

“Ölünün malı da beraber ölür.
Düştünse toprağa sarıl.
Dar yerde yemek yemekten bol yerde dayak yemek hayırlıdır
Kavgada silah ödünç verilmez” (s.333)

“Birisine efkar-ı umumiyeden söz ettiler. “Kaç alık bir araya gelince efkar-ı umumiye olur? Diye sordu” (s.337)

“Bir Katolik yazar konuşma arasında şöyle demiş: “Katolik Kilisesinin kutsallığına gerçekten inanıyorum. Bu kutsallığın delili şurada: Kutsal olmayan, yani insanlar tarafından kurulmuş hiçbir müeessese bu kadar aptalca, namussuzca idare edildiği halde on beş gün ayakta kalamazdı” (s.338)

“Anadolu’da “Leylek senin ne kuşun- Gelir yazın, gider kışın,derler” (s.344)

“Racine de eserlerinde, - Büyük adamların vatanı olmaz” (s.345)

“De Gaulle: “Otoriteyi sukunet kadar arttıran bir şey yoktur. Söylemek fikri sulandırır, içteki ateşi harice yayıp körletmek demektir. Sakin bir yaradılış, kumanda etmesi mukadder olan insan için en büyük meziyettir”, Bir cemaat zaruri olarak kibirlidir” (s.348)

“La Rochefoucauld: “İhtiyar olmayı pek az insan bilir” (s.348)

“Gözlemle hiçbir yere gidilemez. Çünkü yüzyıl yaşasak pek fazla bir şey giremeyiz. Olaylar, insanlar, davranışlar o kadar çeşitlidir ki gözlemi olduğu gibi tespit etmek devede kulak değil, devede göz bile olamaz. Sanatçının ödevi, mümkün mertebe çok olayı, çok kişiyi, hatta toplumun büyük bir parçasını, çok fikri-fikir nüanslarını biriktirerek incelemk aydınlatmak, anlatmaktır.” (s.353)

“Gerçekten acı çekiyorsa, nedenin önemi yok! (Publius Syrus)
Babanı iyi sev iyi adamsa, kötüyse katlan” (Publius Syrus)
Pintiler, ancak ölerek edebilirler” (Publius Syrus)
En kötü karar, kesinlikle değiştirilemez olandır (Publius Syrus)
Dedikou eden insan eti yiyendir. Kıyamete kadar kendi yüzlerini etini yiyip dururlar (Latin sözler)
“Halkı halka rağmen kurtarmak gerek” Napoleon (s.353-356)

“Bütün ihtilallerde iki çeşit insan vardır: İhtiliali yapanlarla ondan yararlananlar...” (Napoleon) Kendisi yararlananlardan olduğu için biliyor K.T) (s.361)
Displaying 1 - 2 of 2 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.