"Bu romandaki İstanbul, efsaneler, insanlar, balıklar, kayıklar, iskeleler, kesik başlar, mezarlar, hastaneler, morglar, denizkızlan, cinayetler, katiller, cellatlar, deliler.
Efsanelerin yalanı abartılmış, insanların .hayatına. olmadık benekler atılmış, şehir baştan yaratılmtştır.
Yok eğer, 'Bunların hepsi gerçek, Haliç'te kırmızı bir kayık durur ve içinde Zaman dayı yaşar, eski mezarlarda kesik cellat kafaları yatar, küçük kızlar mezar taşlarına, dünyanın en güzel şiirlerini yazar, genç bir adam paramparça bir baba arar, her şeyi gören bir kambur hep susar ve İstanbul'un altında sır dolu dehlizler var" diyen biri çıkar da beni yalanlarsa, ne mutlu bana"
Mine Söğüt (1968, İstanbul), Türk gazeteci, yazar.
Babası bir deniz subayı olan Mine Söğüt, ortaöğrenimini Kadıköy Kız Lisesi’inde tamamladığı 1985 yılında babasını kaybetti. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümünde girdi.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş Gazetesi’nde başladı, İnsan Hakları Servisi’nde muhabirlik yaptı. Güneş Gazetesi’nin kapanmasından sonra Tempo Dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesinde çalıştı.
1993 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yarışmada, Haber dalında mansiyon aldı. 1996-2000 yılları arasında Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı. 1999-2001 yıllarında Öküz dergisinde yazdığı yazılarla tanındı. Profesyonel gazeteciliği bırakan Söğüt, 2001-2005 yılları arasında Cihangir Postası adlı yerel bir gazetenin gönüllü editörlüğünü yaptı.
Mine Söğüt benim okumayı çok sevdiğim bir yazar. Her kitabı ile sizi masalsı ama bir o kadarda gerçek bir dünyaya götürüyor. Okuduğum her kitabı ile yazara daha çok bağlandığımı hissediyorum nedense.
Kırmızı Zaman'da başka yerlerde yaşayan, başka hayatlar süren ve birbirlerini tanımayan insanların yollarının ortak bir noktada kesişmesini okuyoruz. Kırmızı kayığı ile sanki yıllardır oradaymış gibi Haliç sahilinde ortaya çıkan Zaman Dayı, bulduğu her türlü halatı toplayıp kulübesinin duvarlarına tutturan Haliç'in delisi Halat Niyazi, her şeye alerjisi olduğu için rutubet kokulu evlerinden çıkamayan küçük Hüsran, Osmanlı'nın en ünlü cellatlarından Deligavur Leon, babası tarafından terk edilen ve ısrarla hastane kapılarından babasını arayan Botan, annesinden sonra kimsenin adı ile seslenmediği Kambur ve kitap boyunca göz kırpan bütün karakterler.
Hepsini parça parça okurken bir bakıyorsunuz ki yavaş yavaş bir bütün olmaya başlıyor her birinin hikayesi. Yazar vermek istediğini her bir karakterin hayat hikayesi ile geçiriyor okuyucuya. Ve bunu suyun yolunu buluşu gibi öyle doğal bir şekilde yapıyor ki size sadece okurken büyük bir keyif almak düşüyor.
Mine Söğüt'ün kitaplarını karmakarışık olmuş birer ip yumağına benzetirsek, her bir kitabı da yumağı çözmenin farklı biçimlerine tekabül ediyor. Mesela, Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey, sabırsız, kaybedecek vakti olmayan ve hırçın birinin, kargacık burgacık el hareketleri ile, makaslarla kesikler ata ata bir yumağı çözmeye çalışmasını getiriyor gözümün önüne. Kırmızı Zaman ise sakin, zamanla işi olmayan, usul usul, her düğümün nereden çözüleceğini hesap ederek, görerek elindeki yumağı çözmeye çalışan birisi gibi daha çok. Düğümler her seferinde çözülüyor ama bazısında geriye paramparça, uzunlu kısalı iplikler kalıyor, bazısında da eline alıp güvenle dehlizlere girebileceğin, başı sonu belli, uzuuuun bir ip.
"...Zaman, her türlü hakikatin evetlenme yeridir; belki de Tanrı'nın ta kendisidir..." SINIRSIZ ZAMAN ALGISININ BÜYÜSÜ / Einstein'ın "görecelik kuramını" bundan daha iyi kanıtlayan bir yazı zor bulunur sanırım: "....Küçükken anneannem bana sonsuz zaman algısından bahseden bir masal anlatmıştı. Çocuklar zamanı algılayamadıkları yaşlarda, tüm evrene hakim olan o Tanrısal sonsuzluğu hissedebilirlermiş. Bu, onları korkusuz ve huzurlu yaparmış. Zamanı algılayamadıkları için, zamanın geçişini de fark etmez ve kendilerini ölümsüz bilirlermiş. -Sen, demişti, şimdi o sınırsız zaman algısının büyüsündesin. Zamanın geçip gittiğini fark ettiğin an büyüyeceksin. Anneannemin bana korkunç bir masal anlattığını çok sonra fark ettim. Bana korkunç bir ölüm masalını anlattığını... Bir gün zamanı algılamak, ölümü de algılamak olacaktı. Doğduğumuz andan itibaren yarıştığımız, savaştığımız ve sonunda mutlaka yenildiğimiz zaman... Bizden önce de, bizden sonra da var olan, biz varken varlığıyla bizi kavuran, içinde şuursuzca can çekiştiğimiz kadim kavram... Anneannemin anlattığı masalda zamanı algılamanın en belirgin işareti, onun hızla geçtiğini hissetmekti. Zamanın hızla geçtiğini hissettiğim günlerde içinde zaman, masal ve ölüm olan bir roman yazdım. Öncesi ve sonrası olmayan hayatların, ancak bir çocuğun sonsuz zaman algısı içinde yaşanabilecek bir hızla yaşandığı ve kahramanlarının sadece ve sadece ölmemek için aradığını bulamadığı, bir yere varamadığı bir hikaye... Kahramanları huzurlu ve korkusuz bir masal..." (Benim görüşüm: -'Sadece ve sadece ölmemek için aradığını bulamadığı, bir yere varamadığı' sözü, seneler önce duyduğum Dücane Cündioğlu'nun 'kemale varılmışsa, zeval kaçınılmazdır' sözüne ne kadar benziyor!) "...Hayat tuhaflıklarla doludur ve katlanılabilir olmasını bu tuhaflıklara borçludur..." "...Tanrı'yla rastlantı arasında tuhaf bir bağ vardır..." "...İnsanlar, delilerden uzak dururlar. Çünkü kendi içlerindeki delinin uyanmasından korkarlar..." "....Rastlantı belki de Tanrı'nın ta kendisidir..." "....Rüya! Uyku sırasında vuku bulan ve bir kısmı belleğe kaydedilebilen ruhsal olay. Gerçekleşmesi istenen bir şeyin düşsel-düşünsel tasarımı..." "...Gerçekler, rüyalara saklanmayı sever..." "...Yaşamanın ilk şartı, bir gün mutlaka ölmektir..."
Mine Söğüt okuduğum ilk romanında birbirinden bağımsız dört karakterin hayatlarını tek bir mekanda birleştirerek çok akıcı bir hikaye anlatmış bize. Bir nefeste okunup bitirilebilecek gerçekdışı durumların gerçeğe evrildiği bir kurgu. Severek okudum.
Bir "Beş Sevim Apartmanı" değildi ama yine de beğendim. Dört farklı kişinin hikayesini ayrı ayrı anlatıp birleştirmiş yazar. Gayet akıcıydı. Mine Söğüt'ün yazış tarzını seviyorum. Takibe aldığım yazarlardan bundan sonra :)
Mine Söğüt ün okuduğum ikinci romanı. sırayla tüm kitaplarını okumayı planlıyorum, şimdilik bu kararımdan çok memnunum.
Kırmızı Zaman birbirinden bağımsız karakter ve öykülerin dönüp dolaşıp birleştiği ve bunun da ustalıkla yapıldığı bir roman.. Ben sonunu da beğendim, yarımkalmışlık hissi vermedi bana.
Her karakterin yarattığı hüzün duygusu rahatsızlıktan öte bir yakınlık hissettiriyor. Hayat içinde acıları ve haksızlıkları barındırıyor buna yapacak birşeyimiz yok ama elimizdekilerle, karşımızı çıkanlarla başetme yolunu bulmamız gerekiyor. öyküleri düşündüğümde aklıma gelenler bunlar.. Karakterleri sevmenizi sağlıyor yazar..
Mine Söğüt'ün ustalığı fantastik olarak başladığı hikayeyi çok rahatlıkla bir anda gerçeğe çevirebilmesinde.
Masal gibi bir gerçek mi, yoksa gerçek gibi bir masal mı? İç içe geçmiş hikayelerden oluşan müthiş bir sarmal. Mine Söğüt'ün kalemi gerçekten çok büyülü ve onu bu kitapta zirveye ulaştırmış.
Vicdan, Tam kalbimizin altında duran bir organ... Vicdan, bir bebeği ilk ağlatan, Bir ölüyü son terk eden... Vicdan...
Yukarıdaki güzelliği içeren kitaptır. Hayatları bir şekilde kesişen çok güzel insanların, masalla gerçeğin içi içe geçmiş yaşamlarını barındırıyor. Su gibi akıyor kitap. Muhteşem bir dil , muhteşem bir anlatım.
Mine Söğüt’ü okurken bir koltuğuna uzanıp ruhunuzu bedeninizden ayırmanız gerekiyor. Öyle ki aklınız kitaptan başka hiçbirşeyi düşünmesin. Kırmızı Zaman da işte tam böyle bir kitap. Birbirinden farklı ve habersiz beş karakterin ortak hayatı. Hem efsane, hem de bilinmez zaman hikayeleri gibi oldukça etkileyici bir biçimde yazmış romanını Mine Söğüt. Küçük küçük hikayelerin sonunda, hikayenin konusunu oluşturan kelimeleri sözlükdeki gibi açıklamış. Kitapla öylesine bağlantılı ki bu açıklamalar bu da ne demeden heyecanla diğer kelimeyi bekliyorsunuz. Okunmadan anlatılamayan romanlardan. Kalemine sağlık sevgili yazar ☺️
"Hayat tuhaflıklarla doludur ve katlanılabilir olmasını bu tuhaflıklara borçludur." (s.11)
çok güzel bir masal. midenizi kaldıran, gözünüzü dolduran, içinize bir dehlizin kapısındaki taşı laps diye bırakıp biten bir masal. nasıl olduysa yine de sonunda gülümsetti beni.
Birbirinden farklı yaşam öykülerini ustalıkla birleştiren bir roman. Özellikle sonlara doğru heyecanla okudum, dili de oldukça akıcı. Masalsı bir atmosfer içerisinde karakterler ve acı gerçekler o kadar iyi konumlandırılmış ki farkına varmadan gerçek dünyaya dönüş yaptırıyor.
Mine Söğüt'ten okuduğum ilk kitaptı ve son olmayacağını garantiledi.
Mine Söğüt'ün olayları birbirine bağlayışı, her bir kahramanın yaşadığı şeyler, karakterlerin yapısı o kadar naif ve o kadar ince düşünülmüştü ki sanki kitabın içindeydim; Zaman Dayı, Kambur, Halat, Hüsran, Leon ne yaşıyorsa onu yaşadım. - Bir tek Botan'ı sevemedim. Pek bir itici geldi bana. -
Bölümlerin kısacık- iki/üç sayfa- olması, bölümler arasındaki geçişlerin ustaca kurgulanması ve de yazarın yazım dilinin akıcı ve etkileyici olması sayesinde hemencecik bitirebileceğiniz ve bitirdiğiniz zaman da bir süre boşluğa bakacağınız bir kitap Kırmızı Zaman.
3 Yıldız az geldi, 4 Yıldız fazla… kitabı sevdim aslında. Anlatımını, hikayeyi… zaten en sevdiğim renk kırmızı… bir kaç insanın hikayesinin birleşmesi, seviyorum böyle hikayeleri. Acaba nerede birleşecek diye beklemek keyifli. Yazım tarzını çok sevdim. Çok akıcı, ufacık bir kitap. Hızlıca bitiyor… keyifli.
Depresif yanı dışında iyi bir kitap aslında..olayların içinde buluyorsunuz kendinizi..tek sıkıntı bana depresif gelmesi oldu..o yüzden bunalttı biraz..
Mine Söğüt’ün okuduğum 3.kitabı oldu ve yine tek kelime ile bayıldım.
Mine Söğüt kesinlikle sıradışı bir yazar, kelimelerle ustaca oynuyor, masallardan gerçeğe, gerçeklikten masallara kıvrak geçişler yapıyor. Öyle ki, bir masal edası ile, ve bir denizkızı romantizmi içerisinde iken bir anda çocuk tecavüz ve cinayeti ile ensest ilişki gerçeklerini okurun suratına cesurca çarpıyor.
Halat Niyazi, Zaman Dayı, Botan, Hüsran, Cellat Leon, Baba Veysel…
“Hayata halatla bağlanmak her zaman yaşamı çok sevmek anlamına gelmez; halatın bir ucu bazen ölüme de bağlı olabilir.”
“Yaşamında ne fazla bir eşyaya, ne fazla bir insana, ne fazla bir söze, ne de fazla bir balığa yer yoktu.” - Zaman Dayı
“Hayatı, baştan sona ‘ölüme yolculuk’ olduğunu bildiğimiz halde, hevesle sürdürmemizin sırrı şeytani cazibesinde gizlidir.”
“Tanrıyla rastlantı arasında tuhaf bir bağ vardır.”
“İnsanlar delilerden uzak dururlar çünkü kendi içlerindeki delinin uyanmasından korkarlar.”
“Boş ver Halat, boş ver… Hepimizin tarihinde cinai hayatlar, kan kırmızı zamanlar var… Ölenlerden, öldürülenlerden af dilemeyi boş ver sen. Onlar seni duymazlar. Becerebiliyorsan, sen kendinden özür dile. Affedebilirsen, sen kendini affet Halat.”
“Işık vurduğu yeri aydınlatır ama her zaman görmeyi kolaylaştırmaz; bazen gözleri kamaştırır; akla olmadık hayaller sızdırır.”
Mine Söğüt'ün hayal gücü o kadar iyi ki yazdığı her cümle hafızamda yer ediniyor. Karakterlerin özenle tek tek işlenişi çok hoşuma gitti. Zaman Dayı, Hüsran, Halat, Deligavur, Botan vs. hepsinin hikayesi ayrı güzel. Bitmesin istedim ama bitti. İyi ki okumuşum dediğim kitaplardan biri oldu Kırmızı Zaman.
Mine Söğüt’ü çok yakın zamanda keşfedip peş peşe diyebileceğim bir zaman aralığında üç kitabını okudum. Çok geniş, çok güçlü bir hayal gücü var. Karakterler ise bir kadar gerçekçi. Yeni dönem yazarları içinde şu ana kadar en beğendim kalem Mine Söğüt. Diğer kitapları da okuma listemde. Bu sene muhakkak bir iki tane daha Mine Söğüt kitabı okuyacağım.
Gerçekten çok güzeldi. Kitaptaki zaman ve mekana girdiğiniz anda o tekinsizlikten ve karanlıktan ara ara kendinizi yokluyorsunuz. İnsanlar kitap için efsunlu demiş, gerçekten öyle. Garip bi hissiyatı var
Mine Söğüt efsunlu bir kaleme sahip, öyle ki yazar merceği bütüne varan parçacıklar arasında savrulup dururken ne olduğunu anlayamadan her şeyin ortasında buluyorsun kendini. Karakterlerin başlangıçta bağımsız öykülerinin arasına dalıp, yol aldıkça canının yanması yine de ilerlemeye devam etmenle tamamlanan bir süreçti okumak. Kelimelerden türeyen anlamlar ve kullanımlarla rotayı sezdirmesi ya da tamamen yoldan çıkarmasını da başarılı buldum. Amaçladığını bilemem fakat bu kitabın manalardan yontulduğuna inanmamı sağladı. Adeta karşıtlarıyla, türetilenleriyle, benzerleriyle veyahut aykırı duruşlarıyla yaşama dair kesitler sunmuştu.
Karakterlerine ruh üflemekten de geri durmamıştı elbet. Kanıksadığımız gerçekleri, mutluluğa karışan çaresizliklerimizi, hayal bildiklerimizi, sırların gizini, celladın öldürdüğünü, celladın kendini, kimsesizin sesini, kamburun kuvvetini, kaybolduklarımızı, arayıp bulamadıklarımızı, tabularımızı, yanlışlarımızı, görüp de yok olduklarımızı, boynumuza ilmekli boğazımıza takılı kalanları ve daha fazlasını bir kitaba sığdırmayı başarmıştı.
Surların eşsiz gizlerinde düğümlenmiş hayatlar: Halat Niyazi, Zaman Dayı, Botan, Hüsran, Deligavur Leon ve Kambur. Kurgu içindeki dinamiği severek takip etmekle birlikte finale geldiğimizde fazla hızlandırılmış bir sonla karşılaştığımı hissettim. İlave birkaç bölüme ihtiyacı vardı sanki ya da tepe noktasına vardıktan sonra daha yavaş bir inişe.
Sürpriz bozanla devam etmek gerekirse cellat-kimsesizler mezarlığındaki Hüsran dokunuşlarının sonuçlarıyla bağlanan finalle Halat Niyazi’nin çözülme noktası birbirine fazla hızlı giriyordu. Halat’ın dedesi ve babasının öldürdüklerini yüklenmesi nihayetinde daha çocuk yaşta deliliğe yatkın bir tutumla olanları kabullenmemesi makul ve anlamlı bir birleşmeydi. Tam olarak kafamı yoran detayı ben de çözemediğim için sırların dökümünde hafif bir aksaklık olduğunu belirtip geçmekle yetineceğim sanırım. Mine Söğüt’ün rastlantılardan dokuduğu bu kilimin tüm düğümlerinde gerçek yaşamların birinde haberlerde okuduğumuz belki de yaşamak zorunda kaldığımız bir acı vardı. Yüreği dağlamak derler ya yine yeniden bunu yaptı. Efsunu daim olsun.
Kitabın finalini de saklamak istedim kendime:
"Mezarlığın bu tuhaf konukları birbirlerini görüp ürkmesinler, ilelebet o delikten çıkıp buraya gelsinler. Bir menekşe koksun etraf bir kan; bir şiir yazılsın, bir baba aransın... Küçük kız öksürerek, koca adam üzülerek, meczup ağlayarak, Botan yılarak ölmesin."
Olaylar nerede birleşecek merakıyla okumaya devam ettim ve bitirdim. Çok kısa ve bir o kadar da etkileyici hikayeler. Yalnızların hikayeleri diyebilir miyiz? Mine Söğüt'ten okuduğum ilk kitaptı. Biraz geç kaldığımı düşünüyorum. Keşke biraz erken davransaydım.
"Delilere sır konusunda güvenilmeyeceğini sananlar çok yanılırlar. Bir deli değer görürse tüm sırları saklayabilir, çünkü bir deli, kara kutunun içini, onu hiç açmadan da görebilir. (sayfa88)
Üç ölü bebek ardından doğan Hüsran, halat denilince ağlayan Halat Niyazi, kırmızı bir kayıkla kıyıya gelen gizemli adam Kırmızı Zaman, babasını arayan Botan, Cellat Leon ve dahası.
Okumanızı ve bu karakterlerin gizemli ve bir o kadar gerçek üstü yaşamlarını görmenizi istiyorum. Eğer bir gün kırmızı kayık ve yakınlarında deniz kızı görürseniz bana haber verin.
mine söğüt’e istanbul’un farklı köşelerinde rastlıyorum. bir keresinde karaköy’den kadıköy’e giden bir vapurda, diğerinde de cihangir’in sıkışık sokaklarının birinde. onun yaşadığım şehri adımlarken hayatı nasıl duyumsadığını merak ediyorum; bir insana bakınca hangi izleri sürdüğünü, hikayesini nasıl da bu izleri acelesiz takip ederek kafasının içinde şekillendirdiğini düşünüyorum. kimselerin dikkatini çekmeyen mekanların, kimselerin üzerinde durmadığı insanların hikayelerini böylesine büyülü yazdığı için ona imreniyorum. deliler, cellatlar, balat’ın heybetli balıkçıları, ömrünü bitimsiz bir umutla babasını aramaya adayanlar, dehlizlerde dolaşanlar, kimsesizlerin mezar taşlarına şiirler yazan çocuklar...
Mine Söğüt’ün kurguları gerçekten çok özgün, çok yaratıcı. Karakterleri de gerçekten çok çarpıcı ve akılda kalıcı, uzun süre aklınızdan çıkmayacak türden. Son birkaç sayfasının kitabın geneline göre daha zayıf kaldığını düşünmekle birlikte çok beğendim, karakterlerin hikayeleri nasıl kesişecek diye elimden bırakamadan okudum.
Karanlık ve farklı bir havası vardı. Olumsuz pekçok duyguyu hissettirmesi pek hoşuma gitmedi. Oluşturulan dünya, karakterler ve karakterlerin geçmişleri de başarılıydı ve sonlara doğru iyice sevdirdi kendini. Başlarda sıkıla sıkıla okuduğum bir kitaptı sonlarında iyice akıcılaştı. Yazara karşı önyargım oluşsa da beğendim.
Karakterleri ve olay örgüsü ne kadar karamsar görünse de aslında aklıma dahi gelmeyecek şeylerden heyecan duyan insanların hikayesini okumak bana dünyada ne kadar farklı hayatlar yaşayan insanlar olabileceğini gösterdi. Mine Söğüt'ün anlatımı da çok akıcı ve dili kullanışı etkileyici.