Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün için demişti ki: ´Karakolda ona, İstiklal Mahkemesi'ne gideceksin denir. Niçin İstiklal Mahkemesi'ne gittiğini bilmez. İki jandarma ile, kelepçeli olarak İstiklal Mahkemesi'ne sürüklenir. Mahkemenin bulduğu bir suç vardır. Sonunda cezasının idam olacağı anlaşılır. Sabırlık ve tarlakuşu eller, göğüste kavuşturulmuş, idamı bekler. Sürgün edileceksin, denilir. Sürgün yeri Bodrum, bir muammadır, bir karanlıktır. Ama işte apansız karanlık kalmaz. Bu Mavi Sürgün yazısı, bu işin nasıl olduğunu anlatacaktır.´
Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Balıkçı 17 Nisan 1890'da doğdu. İlköğrenimini Büyükada Mahalle Mektebi'nde, ortaöğrenimini Robert Koleji'nde yaptı (1904). Oxford Üniversitesi'nde dört yıl Yakın Çağlar Tarihi okudu, üniversiteyi orada bitirdi. İstanbul'a dönünce Resimli Ay, İnci vb. dergilerde yazılar yazdı, kapak resimleri ve süslemeler yaptı, karikatürler çizdi (1910-1925). Cumhuriyetten sonra asker kaçaklarıyla ilgili bir yazısı yüzünden üç yıl kalebentlikle Bodrum'a sürüldü. Cezasının son yarısını İstanbul'da çektikten sonra yeniden döndüğü Bodrum'da kaldı; Anadolu ve Akdeniz kültürünün tanınması için çalıştı, kapsamlı araştırmalar yaptı. Araştırma sonuçlarını denemeleriyle dünya okuruna sundu. Serveti Fünun, Cumhuriyet ve daha sonra Demokrat İzmir gibi dergi ve gazetelerde yazdığı yazı, hikâye ve romanlarla uluslararası bir üne ulaştı. Hedefi Yunan uygarlığının kökeninin Anadolu uygarlığı olduğu düşüncesini yaygınlaştırmaktı. Bodrum’un uluslararası düzeyde tanınmasını sağladı. Neredeyse Bodrum’la özdeşleşti; bu nedenle, Bodrum’un eski adı Halikarnassos’tan kaynaklı, “Halikarnas Balıkçısı” adıyla anıldı. 1947'de İzmir'e yerleşen Halikarnas Balıkçısı, 13 Ekim 1973'te bu kentte öldü. Çok sevdiği Bodrum'a gömüldü.
Cevat Şakir'in Halikarnas Balikcisi'na dönüşümünün hikayesini kendi kaleminden anlattığı bu kitapta özellikle yazarın Bodrum'daki sürgün hayatına başladığını donemler döne döne okunulasi. Sürgün cezası bittikten sonra geri dönüp yaptıklarını anlattığı bölümler, bitki sevdası, kendisini Bodrum'un bitki ve turunçgiller florasını geliştirmeye adadığı bölümleri okumak çok keyifliydi. Tatil yaptığınız şehri daha iyi anlamak istiyorsanız hepinize tavsiye ediyorum. Bodrum'da başlayıp İstanbul'da bitirdiğim bu kitap artık bizimle olmayan o temiz bakır toprakları çok naif bir dille anlatıyor. Çok yaşa sen Halikarnas Balıkçısı sendeki yaşam sevdası ve enerjisi keşke hepimizde olsa.
Bazı kitapların son cümlesini okuduğunuzda, o cümleye bir iç çekiş eşlik ediyor değil mi?
Gelsin:
...
Vakit öldürüyoruz, diyorlardı. Kimin haddine düşmüş vakti öldürmek! "Vakit" onu yaşatmayı bilmeyenleri öldürür; bitkileri, insanları, imparatorlukları, uygarlıkları, çağları hep yok eder. Galiba onun için pek eskiden en büyük Tanrıya, her şeyi var eder, yok eder anlamına Kronos dediler.
Halikarnas Balıkçısının hassas ruhundan ezgiler olarak tanımlayabileceğim ''Mavi Sürgün'' o kadar hoş bir anlatımla sunulmuş ki otobiyografik bir eser olduğundan ister istemez yazarın ailesi ile ilgili okuduğum diğer kitabı da burada kaynak olarak elden geçirdim faydalandım. Ve ayrıca Azra Erhat'la olan mektuplaşmalarını da ....
"Bir İtalyan sözü, ozanlar benzetmelerinde, "Güneş gibi parladı", "güneş gibi aşikar" yollu şeyler diye diye, güneşi o kadar çok kullandılar ki, güneşi tükettiler, der. İşte kahraman sözü ve şanlı sözü, güneşin akıbetine uğradığı için, ben o iki sözü ve sözler gibi olanları ya hiç kullanmam ya da pek seyrek kullanırım."
Keşke özellikle şu son dönemlerde biz de bazı sözlerin güneşin akıbetine uğradığını fark edebilsek. Keşke...
Cevat Şakir Kabaağaçlı şifa niyetine okunur, öyle iyi geliyor insanın ruhuna, gönül yaralarına... Satırları iyot kokuyor, o satırlardan doğa canlanıp ayaklanıyor. Bu vakte kadar okumadığıma yandım. Gayrı nesini bulsam, yutar gibi okurum. Çok güzel...
Bir sürgün hikayesi normal şartlarda içinde hep daha fazla olumsuzluk barındırır değil mi? Ama bu hikayeyi okuyunca insan sürgün hikayesi yerine mutlu bir hayatın hikayesini okumuş gibi oluyor. Bu da aslında yazarın üslubunu ve hayata karşı bakışını bize anlatıyor. Tabii bunda sürgün yerinin Bodrum olması da etkili. Bunu inkar etmemek gerek. Tabii yüz yıl önceki Bodrum şimdiki gibi ülkenin en gözde tatil yeri değil Muğla'dan araba ile gidilemeyen ancak at üstünde gidilebilen bir yermiş. Ne olursa olsun aynı mavi deniz ve aynı mavi gökyüzü. Belki daha da mavi olanı. Zaten onun için adı Mavi Sürgün. Kitap insanda Bodrum'a gitme isteği uyandırıyor. İlk defa okudum ama sanırım okumaya devam edeceğim yazarı.
"Gönül dolusunca yaşıyorum. Zamanı hep yatay sanırlar. Ben geçmişte yokum, gelecekte de yokum, şimdi dikine varım, yükselmesine sonsuz, derinlemesine sonsuz."
"Geçtiğim yerleri anlatıyorum, çünkü ben, onların bir parçasıyım. Onları anlatmamak. Mavi Sürgünü senden esirgemektir. Onun gözü zaten hep kaçmaktadır, işte bu vardığım yerde berraklık ve açıklık vardı. İnsan dirseklerini gönlü genişliğince yayabiliyordu."
“Prosper Merimée’nin Karmen’ini Türkçeye çevirirken, Karmen’in tütün imalathanesine saçlarında bir kassiya demetiyle girdiğini okudum. Bodrum da Akdeniz’in Anadolusiya gibi, güneş iliydi. Oradaki kadınlar saçlarına neden “kassiya” demetleri takmasınlardı? Hemen kassiya tohumları ısmarladım. Bunları ektim, fidanları sağa sola diktim. Bir gün bir dükkanda oturuyordum. Bir gelin alayı geçti. Fukaraydı zavallı kızlar, takınacak süs bulamamışlardı. Kassiya demetleriyle süslenmişlerdi. Öyle sevindim ki buna.”
Bilmediğim bir sürü bilgiyi senden edindiğim için, sana minnettarım Cevat Şakir. Hatta sana aşığım. Bu kitap çok özel benim için. Yaşama azmin, çirkinliği güzelliğe çevirme kabiliyetin, azla yetinmen, denize olan aşkın... Sana hayran olmam için cok nedenim var. "Artık serbest olarak kendi ayaklarımın üzerinde dere tepe geziyorum. Seviniyorum, tepeme mavi ve uzun bir gök parçası taktı yaradılış, tüy diye. Jandarmaların silahlarına bile bakmıyorum. Bodrumda hapishaneye tıkılacakmışım, vız gelir! Gönül dolusunca yaşıyorum. Zamanı hep ufki sanırlar. Ben geçmişte yokum, gelecekte de yokum, şimdi varım, derinlemesine sonsuz."
Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın İstanbul'daki yaşamından başlayarak Bodrum'a sürgüne gönderilmesi ve sonrasında Halikarnas Balıkçısı'na dönüşümünü anlatan otobiyografik kitabı. Diline, samimiyetine ve doğa sevgisine hayran kaldım. Doğaya, çiçeklere ve ağaçlara olan sevgisi, gittiği yerleri yeşillendirmesi, ağaçlandırması bana sevgili dedemi ve çocukluğumu hatırlattı.
Kabaağaçlı gözümde bu memlekete inanılmaz faydalar sağlamış ama bence yeteri kadar değer görmemiş bir sanatçı. Otobiyografi diyebileceğimiz bu eser, kendi adıma geç kalmış bir okuma. Her kelimesi ayrı keyifti.
Cevat şakir in asker idamlarına yazdığı bir yazı sonrası Sürgün olarak gönderildiği ama 25 yıl severek kaldığı Bodrum anıları. Doğa, deniz ve ağaç aşığı bir adam sıcak ve huzurlu tavsiye ederim.
Cumhuriyet dönemi aydınlarının yazdığı kitaplara bayılıyorum hele kendi hikayelerini anlatıyorlarsa. Nasıl emek vermiş Bodrum’a nasıl güzel uğraşmış nasıl bir doğa aşığıymış🙏🏼 Bodrum’a aylarca gitme mücadelesi, imkansızlıklar, saçma kararlar...ahhh ne hayatlar geçmiş gitmiş. Okuyunuz, ilham alınız...
Yaşam öyküleri mesafeli durduğum edebi türlerden biri olagelmişti bugüne kadar hep. Mavi Sürgün'ün kapağını açana kadar da bu kitabın bir öz yaşam öyküsü olduğundan habersizdim açıkçası, Halikarnas Balıkçısı'nın elinden çıkma eserlerden birini okumaktı aslında amacım. Mavi Sürgün ise, zamanın birinde kimbilir kimin tavsiyesine uyarak alıp kitaplığıma yerleştirdiğim kitaplardan biriydi. Eserin, yazarın kendisi tarafından yazılmış önsözünü okuduktan sonra yaşam öykülerine ilişkin önyargılarım yavaştan yerlerini Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın sürgünlük dönemindeki maceralarına yönelik merağa bırakmaya başladı ve böylece sonunda iyi ki de bu kitabı kitaplığımda bulundurmuşum diyeceğim bir okuma serüvenine atılmış oldum.
Kitap, yazarın saçma sapan bir nedenden ötürü Ankara'ya, İstiklâl Mahkemesi'ne çağrılmasıyla başlıyor yaklaşık olarak. Yaklaşık olarak diyorum, çünkü anlatının ilk sayfalarında, bu çağrıya zemin hazırlayan olayların ve o dönemin koşullarının kısa bir değerlendirmesi veriliyor. Bu giriş bölümünün hemen ardından Cevat Bey'in İstanbul'daki evinde tutuklanarak iki askerin gözetiminde Ankara'ya götürülmesi kısmına geçiliyor. İstiklâl Mahkemesi'ne çıkarılana kadar suçunun ne olduğu hakkında en ufak fikri olmayan yazarımız, dönemin siyasi koşulları da göz önünde bulundurulduğunda, mahkemeden çıkan idam cezası yerine Bodrum'da 3 yıllık sürgünlüğe çarptırılması kararını haklı bir sevinçle karşılıyor. Böylece Cevat Bey'in birkaç ay sürecek Bodrum yolculuğu başlıyor.
Nispeten kısa geçilen bu ilk bölümün ardından Bodrum yolculuğu kısmı biraz daha uzun yer tutsa da, kitabın üzerine en çok titrenen bölümü, Cevat Bey'in kendi kimliğini bir yana bırakıp, Halikarnas Balıkçısı adında yepyeni bir insana dönüşümünü içeren Bodrum kalebentliği yılları oluyor.
Yazar, o zamanlar daha doğru dürüst yolu bile bulunmayan ufacık bir köy olan Bodrum'u uzaktan gördüğü o ilk andan itibaren buraya aşkla bağlanıyor. Kitabın bundan sonraki bölümlerinde yazarın denize, gökyüzüne, doğaya, hayata, yaşamaya duyduğu coşku sayfalardan taşıp yüreğinize işliyor.
Bodrum'da geçirdiği yıllar boyunca Halikarnas Balıkçısı, çocukluk ve gençlik yıllarında yurtiçindeki ve yurtdışındaki saygın kurumlardan almış olduğu üst düzey eğitimi, üretime dönüştürmenin yollarını arayıp duruyor hep. Sürgünlük cezası bittikten sonra da uzun yıllar Bodrum'da kalarak yerli halkın yararına, gerek yıllardan beridir kullanagelinen balıkçılık tekniklerini daha verimli kılacak çalışmalarda bulunuyor, gerek evlerin mimari anlayışını evleri bölgenin hakim rüzgarına daha dayanıklı kılacak biçimde değiştirmeye çabalıyor. Ama şüphesiz en büyük katkısı, yurtdışından mektup yazarak sipariş ettiği tohumları kullanarak, günümüzde Ege ve Akdeniz'in artık marka değeri haline gelmiş begonvil, şebboy, turunçgil gibi bitkilerin üretimini başlatmış olması. Ülkedeki turunçgil tarımının Halikarnas Balıkçısı'nın şahsi çabalarıyla başladığını öğrenmek bu kitabın bana en büyük sürprizi oldu. Yüreği doğa ve insan sevgisiyle böylesine dolu, bu denli üretken ve paylaşımcı bir insanın değerini toplumca yeteri kadar iyi anlayabildik mi, ondan pek emin değilim.
Sonuç olarak Mavi Sürgün, zeki ve eğlenceli biçimde kaleme alınmış, sürükleyici, sımsıcak, coşku dolu bir Ege anlatısı. Son zamanlarda tutsak düştüğümüz tüm bu karanlık zincirlere ve bizi çevreleyen bu kötücül atmosfere inat, içinizdeki umudu canlı ve mavi tutabilmek istiyorsanız, mutlaka okuyun bu kitabı.
yazdığı bir hikaye nedeniyle askerlik düşmanı ilan edilen cevat şakir'in istiklal mahkemesi'ne çıkmasıyla başlayan kitap yazarın 3 yıllık bodrum sürgününü anlatıyor. aslında baştan aşağı değişen hayatını. bugün bodrum'u bodrum yapan en önemli kişilerden biri halikarnas balıkçısı. yurtdışından getirdiği çiçek ve meyvalarla, denizi, koyları, rüzgarı anlatışıyla. öyle ki asıl sürgün son 1,5 yılını istanbul'da geçirmesi gerektiğini öğrendiğinde başlıyor onun için ve sonraki hayatının büyük bölümünü yine bodrum'da geçiriyor. çok iyi bir dil kullanımı ve daha önemlisi gözlem gücü var. o günün manzaraları, bodrum'a yolculuğunun 10 günden fazla sürmesi ve karşılaştığı insanlar Türkiye'yi anlatıyor aslında. sadece denizi ve maviyi anlattığı bölümlerde de kaçıp bodrum'a gidesi geliyor insanın.
Çok güzeldi.. “Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” Şems-i Tebrizi'nin bu sözüne kanıt olabilecek bir sürgün hikayesi. İnsana umut aşılayan, hayat aşılayan bir kitap okudum, Cevat Şakir iyi ki yazmış diyorum.
bir biyologun ve/veya bir dogaseverin zevkle okuyacağı bir kitap. betonarme cennetinde yaşayan yeteri kadar insan okuduğunda, kimbilir, bir şehir devrimi çıkartacak kadar da güçlü.
Cevat Şakir’in kendi dilinden kendi hayatının bir kısmını okuyacaksınız bu kitapta. İçiniz burkulacak canınız sıkılacak yaşadıklarına ama bir yandan da heyecanla dolacak içiniz sürekli, öyle anlatacak ki size hissettiklerini, gördüklerini, göreceklerini. Her döneme hitap edebilen bir yazar olduğu kanaatindeyim, öyle bir üslubu var ki. Hiç yoktan ne çok cefa çekmiş ama yine de yılmamış, herkes bilir zaten Bodrum’u Bodrum yapmış insan. Nasıl da didinmiş uğraşmış azıcık imkanıyla. Hepsini kendi dilinden okunanın keyfine varacaksınız.
İlk defa ondört yaşımda okumuştum. Sanırım hayatım boyunca ikinci defa okuduğum ilk kitap oldu. Bodrum tatilimde bitiririm diye başladım. Ormanlar yandı. Gideceğim koy yandı. Gidemedim. Kitabı o ormanları hayal ederek o ormanlardan çok uzakta bitirdim.
Kendime not: Cevat Sakir ile tanistigim icin cok mutluyum. Cok naif bir dili var. Bircok yerde o kadar guzel betimlemelerde bulunmus ki. Ornegin agustos bocegini hic unutmayacagim. Ayrica Mina Urgan’in bir arkadasinin anilarini dinlemek cok hostu. 4 vermemin sebebi: tavsiye ederim.
halikarnas balıkçısı, gerçek ismi musa cevat şakir'in istiklal mahkemesinde yargılandıktan sonra bodrumda aldığı kalebentlik cezası sonrasında yaşadığı maceraları konu alan bir kitap olarak bodruma ulaşma sürecinde yaşadıkları çok eğlenceliydi diyebilirim. bodruma tekrar dönen halikarnas balıkçısı, kitabın sonlarında bodrumdaki rutin hayatını anlatırken dilinin ağır olmasından biraz sıkıyor ama genel olarak güzel ve halikarnas balıkçısı hakkında bir fikir sahibi olmak için iyi bir kitap. kitabı okumayı bir ayda bitirmeseydim iyiydi ama :)
Cevat Şakir hem hayat öyküsüyle hem de edebi şahsiyetiyle hep ilgimi çekmiştir. Bu kitabı okuduktan sonra da kendisinin bambaşka taraflarıyla tanıştım. Onun tohuma olan bunca sevgisi, tek başına Güney Anadolu’daki tarıma, kalkınmaya yaptığı katkı, bazı sayfalarda gerçekten gözlerimi yaşarttı. Miras bıraktığı bütün ağaçlara tek tek sarılasım geldi. Sürgün yolculuğu ise apayrı bir hikaye. Bu insanları herkes okumalı ve iyice anlamalı, özümsemeli. Var ol Halikarnas Balıkçısı, sana borçluyuz!
Cevat Şakir, biraz da babasının işi icabı görece şanslı bir eğitim hayatı geçirir, ortaöğrenimini ve lise eğitimini ise Robert Kolej’de tamamladıktan sonra Oxford’da tarih öğrenimi görür. Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın babası Mehmet Şakir Paşa, Cevat Şakir’in silahından çıkan bir kurşunla öldürülür. Ardından Cevat Şakir yargılanır ve 14 yıl hapis cezasına çarptırılır. Bu cezanın yedi yılını çektikten sonra hapishane şartlarında yakalandığı verem hastalığından ötürü kalan cezası affedilerek tahliye edilir. Hikâye burada bitmez. Hapishane İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler’ isimli öyküsü yüzünden Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanır; Bodrum’da üç yıllık sürgün cezasına çarptırılır. 1.5 yılında sonunda cezası affedilir ancak Halikarnas Balıkçısı için artık Bodrum bir meskendir. İstanbul’a dönmez.
Bodrum’u Bodrum yapan değerlerin başında gelir Halikarnas Balıkçısı, sürgünü kendi tecrübelerinden aktarır bizlere ve Bodrum’un dönüşümünü anlatır. Bilinmez ama bugünleri, büyük talanı görseydi belki de kahrından ölürdü.
Bence bu kitabın en çarpıcı tarafları, en kötü günde bile Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkumunun Son Günü’ndeki iç hesaplaşmanın aksine hâlâ yaşama sevincine sahip olması, ihtiyacı olmayanın peşinde gitmemesi ve hayatı nasıl güzelleştirebileceğini düşünmesidir.
Halikarnas Balıkçısı’nın bilgi ve birikimi resmen bu kitaptan taşmış, insanın başını döndürüyor.
Dış sebeplerden ya da tüm dünyayı saran bir salgın yüzünden sürekli haberleri kontrol etmek gibi psikolojik sebeplerden dolayı okumanızın sürekli bölündüğü bir zamandaysanız, bu sizin için güzel bir kitap olurdu. Yazar - özellikle kitabın başlarında - her telden çalıyor, bunları da alt başlıklar halinde kategorize etmiş. Ortalara doğru bir ana hikayeyi takip etsek de kitap yine de çarşıda her dükkana uğrayan, her dükkan sahibiyle ayrı ayrı muhabbet eden yaşlı bir amca ya da teyze gibi ilerliyor. Muhabbet keyifli tabi, okuması da öyle. Ben çok kafamı veremediğim bir dönemde olduğum için kitap okuyamam sanmıştım, bu her telden çalma durumu sayesinde bu zor dönemde kitabı bitirebildim. Çok da beğendim aslında, yazarın diğer kitaplarını da okuyacağım. Yalnız kitapta ufak (?) bir kusur var. Kitaptaki kadın karakterler ya görünmez birer hayalet gibiler ya da bir ana, bir bacı, bir gariban köylü vatandaş olarak tasvir edilmişler. Ana karakterimiz evli, ama zevcesi ortalıkta yok, varsa da bahsi geçmiyor, arka planda çocuk bakıp yemek pişiriyordur herhalde diye mi anlatılmamış, yoksa yazar bilerek başka şeylere mi odaklanmış bilemiyoruz. Ben ikincisi olduğuna inanmak istesem de, aklımda hep ana karakter haksızlık altında ezilir, oradan oraya geçer, türlü insanla tanışır ve hayatı "yaşarken", evin içinde daha küçücük bir bebek olan oğluna bakan, ocakta tencere karıştıran, bahçeye çamaşır asan bir kadın geliyor aklıma, fazlası olmasına izin verilmemiş sanki, sesi yok. Tabi bir de Musa var ki aslında Musa değil, bir başkası (bu kitabın sonunda ima ediliyor, kayınvalide üzerinden) ve onun sevdiği, bahçede yalınayak gezen, fukaralığını gizlemek için geceleri alın teriyle çalışan gariban köylü kızı. Neyse, biz yazarı dış dünyaya odaklanmış gibi kabul edelim ve bu güzel kitabı bu pek de küçük olmayan kusura rağmen keyifle analım.
This entire review has been hidden because of spoilers.
İdam cezasinin bodruma surgun olarak cevrilmesinin ardindan istiklal mahkemesinden bodruma tam 3.5 ayda varabiliyor Cevat bey. Ve yol boyunca basina gelenleri okuyoruz.
Bodruma dair hic iyi seyler duymuyor. Kendisine kotu davranilmasindan korkuyor. Aslinda bodruma dair kimse bir sey bilmiyor.
Bodrumu gorunce bu sürgün ona cennet geliyor.
Tam ev kiralayacak, cebinde cok az bir para var 27 lira. Kaymakam kiralayacagi yer icin hemen alici gozukme diyor.
Ev deniz kenarinda, cennet gibi bir yer tam hayallerini susleyen bir yer..
Ev sahibi kira bedeli icin tam "yirmi be-" demeye kalmadan Cevat bey uzatiyor elindeki 25 lirayi "tutuyorum" diyor. Ev sahibi de kaymakam da delirdin mi der gibi bakiyor. Sonra beni şok eden o cumle geliyor.
" Cevat bey evin aylik kirasi 25 KURUŞ...."
Bodrumun bir gomulu hazine oldugu donemlerden bahsediyor halikarnas balikcisi. Hayal etmesi zor. Bahsettigi yerlere tek tek googledan bakiyorum hepsi simdi Otel olmus... Hem de her yer adimbasi...
Burayi kimse kesfetmemis oysa ne guzel yer ne guzel iklim diye bahsediyor yazisinda.
Simdi ise bodrum dunyanin gozbebegi.
Tabi Turk halkinin cogu hala gidememkstir orasi ayri. Ben kendi vatanimdaki bu yeri goremiyorum. Gorsem de konaklamam param yetmeyecek boyutlarda belki de. Hele orada yasamak imkansiz..
Bodrumun gunumuzdeki bitki ortusune cok katkisi var halikarnas balikcisinin. Hem de hic para gozetmeksizin yapiyor bunu.
"Tohum istedigi ve ne amacla istedigini belirttigi bir mektup gonderdigi bir ulkenin (adini unuttum suan) gorevli kisileri onun mektubunu bir ornek teskil etmesi icin yuksek sesle herkesin icinde okurmus. Cunku kendisi gelecek nesilleri dusunerek "yaradilis"a hizmet ederek dikiyor bitkileri yemisleri
Cok guzeldi.. unuttugum cogu detay var. Seslendjrme de cok guzeldi..
Sicacik bir dili var kitabin. Cok beyefendi cok elit bir dil. Storytelden dinledim
Cevat Şakir'in İstiklal mahkemelerinde yargılanıp sürgün edilmesiyle başlıyor hikaye fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen olumlu bakan yazar yaşama sevinci aşılıyor. Bodrum bodrum şarkısı çalıyor kulaklarda. Cevat'ın Halikarnas balıkçısına dönüşümü, doğa ,yeni flora türleri, deniz sevgisi ve daha bir sürü şey...
**
''Sabırlık vardır, güneşin ateş yağdırdığı iklimlerde biter.....on yıllarca alığı sıcaklık ve ışığı yine yaradılışa verir. Böylelikle iyi insana benzer. Hayattan aldığını gene fazlasıyla yaşama verir.''
''Vakit öldürüyoruz, diyorlardı. Kimin haddine düşmüş vakti öldürmek! "Vakit" onu yaşatmayı bilmeyenleri öldürür; bitkileri, insanları, imparatorlukları, uygarlıkları, çağları hep yok eder.''
'' Bir mevsimde bir ağaçtan kiraz tadarsınız, tadı damağınızda kalır. Ertesi mevsim ağaca yine uğrarsınız. Bir mevsim önce tadına doyamadığınız kiraz ,onu kopardığınız dalda yoktur. Ya ağaç ya siz ya da ikiniz de değişmişsinizdir. Ben ağzımın tadını kaybetmedim, belki onlar kaybetmişlerdir. Rahatsız etmek istemem.''