Kemal Tahir, ölümünden sonra yayımlanan romanı Karılar Koğuşu'nda Malatya Cezaevi deneyimlerini, İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiyesini anlatmak için kullanır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na katılacak mı? Katılacaksa Almanların yanında mı müttefiklerin yanında mı yer alacak? Savaşın belirsizliği, insanları daha büyük bir sefalete sürüklerken Murat, mahkumların seslendikleri biçimiyle İstanbullu, hapis hayatının zorlukları içinde, giderek bayağılaşan, bayağılaştıkça her şeyi yapabilen insanların yaşamına tanık olur. Bu tanıklık, "kötü yola" düşmüş kadınların, cezaevine gelmesiyle yeni bir biçim kazanır. "Ahlak ve namus kavramları, para ve güç karşısında elden ele gezer bir haldeyken tutuklu olmakla özgür olmak arasındaki fark nedir?" diye sorar kendi kendine Murat. İdama mahkum edilen Hanım, Malatya Genelevi'nden gelen Tözey, Gardiyan Şefika ve küçük mahkum Aduş... Her birinin birbirinden farklı hikayesi, Murat'ın sorgulamalarıyla birlikte, okura, Anadolu kadınının hapisanede de bitmeyen çilesini anlatıyor.
15 Nisan 1910’da İstanbul’da doğdu. 21 Nisan 1973’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Kemal Tahir Demir. Deniz yüzbaşı olan babası, Sultan II. Abdulhamid’in yaverlerinden. Babasının görevleri nedeniyle ilk eğitimini Türkiye’nin çeşitli yerlerinde tamamladı. 1923’te İstanbul Kasımpaşa’daki Cezayirli Hasan Paşa Rüştiyesi’nde mezun oldu. Galatasaray Lisesi’nde 10’uncu sınıftayken öğrenimini yarıda bıraktı. Avukat katipliği, Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu yaptı. İstanbul’da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde düzeltmenlik, röportaj yazarlığı, çevirmenlik yaptı. Yedigün, Karikatür dergilerinde sayfa sekreteri oldu. Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1938’de Nâzım Hikmet’le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde “askeri isyana teşvik” suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl hapse mahkum oldu. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde yattı. 12 yıl sonra 1950’de genel afla özgürlüğüne kavuştu.
İstanbul’a döndükten sonra bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini görevinde bulundu. “Körduman”, “Bedri Eser”, “Samim Aşkın”, “F. M. İkinci”, “Nurettin Demir”, “Ali Gıcırlı” gibi takma isimlerle gazetelere tefrika aşk ve macera romanları, senaryolar yazdı. Fransızca çeviriler yaptı. 6-7 Eylül olayları sırasında tekrar gözaltına alındı. Harbiye Cezaevi’nde 6 ay yattı. Çıktıktan sonra 14 ay kadar Aziz Nesin‘le birlikte kurdukları Düşün Yayınevi’ni yönetti. Edebiyata şiirle başladı. İlk şiirleri 1931’de “İçtihad” dergisinde yayınlandı. Yeni Kültür, arkadaşlarıya birlikte kurdukları “Geçit”, Var, Ses dergilerinde şiirleri çıktı. İlk önemli eseri olan 4 bölümlük “Göl İnsanları” uzun öyküsü Tan gazetesinde tefrika olarak yayınlandı, 1955’te basıldı. Yine 1955’te basılan “Sağırdere” romanıyla adını duyurdu. İstanbul’u bir çerçeve gibi alıp Türklerin Osmanlılıktan Cumhuriyet’e geçişini incelediği “şehir romanları” dizisinin ilk kitabı “Esir Şehrin İnsanları” 1956’da yayınlandı. Bu kitapta Mütareke dönemi İstanbul’unu anlattı. Dizinin diğer kitabı olan “Esir Şehrin Mahpusu” 1961’de, “Hür Şehrin İnsanları” 1976’da basıldı.
Kemal Tahirİlk kitaplarında daha çok köy ve köylü sorunlarına eğildi. Daha sonra Türk tarihinin ve özellikle yakın tarihin olaylarını ele aldı. “Devlet Ana“da, kuruluş sürecindeki Osmanlı toplumu ve yönetim sistemini, “Kurt Kanunu”da Atatürk’e karşı düzenlenmek istenen İzmir suikastini, “Rahmet Yolları Kesti” ve “Yedi Çınar Yaylası”nda ağalık kurumu ve eşkıyalık olgusunu inceledi. “Yorgun Savaşçı”da Anadolu’daki başsız, öndersiz ulusal güçlerin birleşip Ulusal Kurtuluş Savaşı’na başlamasına kadar geçen dönemi anlattı. “Bozkırdaki Çekirdek”te de köy enstitüleri üzerinde durdu. Kemal Tahir’in düşüncelerindeki çıkış noktası Marksist görüş ile Türkiye gerçeği arasındaki bağlantı sorunuydu. Siyasi eylemlere de katılmış bir yazar olarak, Türkiye’de kendi algıladığı siyasal, sosyal, kültürel yapı ile Marksist görüşün sunduğu çözüm arasında bir çelişki görüyordu. Türk toplum yaşamına uymadığına inandığı Batılılaşmaya ilişkin yargısı da bu Marksist çözümü yetersiz bulmasına bağlıydı. Çünkü Marksizim, “Türkiye’de 2’nci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin siyasal ve kültürel uygulamalarını bir ticaret burjuvazisi devriminin sonucu” olarak değerlendiriyordu. Kemal Tahir ise böyle bir sınıfın varlığından kuşkuluydu. Böylece hem Marksist görüşün, hem de Batılılaşmanın ürünü olan Cumhuriyet dönemi resmi tarih görüşünün aşılması düşüncelerini belirleyen temel nokta oldu.
“Devlet Ana”da Osmanlı toplumunun kölecilik ve feodalizmden çok farklı ve insancıl bir temel üzerine kurulduğunu anlatmayı amaçladı. Diğer romanlarında da “Türk insanı ve Türkiye özeli” olgusunu ortaya çıkarmaya çalıştı. Toplumsal gerçekçi çizgide sürdürdüğü yazarlık yaşamında eserlerinde yalın bir dil kullandı. Diyaloglarla zengileştirdi, karizmatik karakterler yarattı. En üretken romancılarımızdan biri oldu.
Açıkçası roman gözüyle okuyamadım çünkü tamamen diyaloglardan oluşuyor. Feci baş ağrıtan bir kitap. Sanki başınızda birileri sürekli konuşuyormuş hissi veriyor. Tiyatro desen değil senaryoya kolay çevrilsin diye böyle desen değil. İyi diyalog yazıyor diye çok övüldüğünden böyle bir yol mu seçti acaba bilemiyorum. ^_^ Din konusunda okuyanları şaşırtmış beni pek etkilemedi ama kadınlara karşı anlamsız bir tutumu var. Hem Peygamber eleştirip hem de alttan alttan bir kadın küçümsemesi yapması sosyal hayatında bu konularda sorunları olduğunu düşündürdü bana. Neyse... Genel anlamıyla okunabilir bir fikir peşinde olmadığı gibi tamamen dedikoduya dayandığı için su gibi akıyor. :)
İlginç "sözlerle" dolu bir hapishane kitabı: "...Ne halt edelim Hacı, zamparalık bize Peygamberimizden miras. Mübarek de karı dedin mi şuraya yatar da ölürmüş. — Töbe de beyim, günah... — Ölürmüş. On üç karısı varmış. Hazreti Ayşe Ana'mızı, kendisine yemek getirdiği sırada kucağına çekmiş de öpüvermiş. O sıra Ayşe kaç yaşında bakalım, yedi yaşında... — Töbe de... Vallaha dinden çıkıyorsun. — Merak etme, çıkmam... Yapan çıkmamış da, ben mi çıkacağım? Demek Ayşe Ana'mızın o sıralar ya aklı ermiyordu, Arabistan'da yedi yaşındaki kızlar rüya görür diye bir laf var ama... Belki ihtiyar herifi beğenmemiştir. Karı milleti Peygamber, embiya tanımaz... Gönlüne göre iş görür. Ayşe Ana'mız ağlayarak babasına şikayete gitmiş. Ebubekir Hazretleri de, "Vardır bir hikmeti... Sus hele... Senin Aklın ermez " demiş..." "...Zaten marifet Allah'tan korkup yahut da "Cennete gideyim ne olacaksa!" deyip iyilik etmekte değil ki... Allah'a, cennete, cehenneme inanmadan iyi olmak marifet... Öteki türlüsü alışveriş oluyor. Pazarlık oluyor. Yani Allah bile, kullarına boşu boşuna söz geçiremeyeceğini anlamış da, "Ey kullarım, iyi olursanız sizi cennete koyarım. " demiş. Analarımız da bize böyle demezler miydi? "Uslu dur, sana şeker alırım, yaramazlık edersen babana söyler akşama seni dövdürürüm. " İşte bundan da belli bir şey, Allah'ı adamlar uydurmuşlar. O da tıpatıp bize benziyor..." "... Beş yaşındaki bebeklerin on yedi yaşına girdikleri bir acayip dünya!... On yaşındaki sümüklü kızlar, kim bilir kaç çocuk sahibi oldular? Mahallelerde yeni evler yapılmıştır. Bekçiler, dükkancılar, değişti. Mahpuslar için ömür uzun sürermiş. Doğru bir söz. Hacı Abdullah, muhakkak ki yaşına göre iki misli yaşamış gibi şaşırtıcı bir şeyler hissedecektir..."
Kemal Tahir’in kendi hapishane yıllarından gözlemlerine büyük ölçüde yer verdiği romanı Karılar Koğuşu. Çarpıcı ve rahatsız edici metinlerinden biri. Roman boyunca sürgün gibi bir hapis hayatı süren İstanbullu Murat’ın Malatya Cezaevinde kadın ve erkek koğuşlarının yakın olduğu bir ortamda onlarla yaşadığı olayları okuyoruz. Kadınların yaşadıkları cezaevinde de çok ağır. Ama yine de ‘ezilen masum insanlar’ olarak anlatılmıyor. Tam tersine; kıskançlıklarıyla, çıkar ilişkileriyle, sorunlu bakış açılarıyla ele alınmış. O yüzden bir taraftan kadınlarla empati kurmak isterken diğer taraftan itiliyorsunuz. Yine de idam mahkumu Hanım, genelevden gelen Tözey, gardiyan Şefika unutulmaz karakterlerdi.
Diyaloglar burada da yine çok canlı; koğuşun içindeki hiyerarşi, dedikodular, güç savaşları sanki bir sinema izler gibi gözünüzün önüne geliyor. Ama erkek egemen bakış açısı ağır bastığı için yer yer sinirlerinize hakim olmanız zorlaşıyor. Buna rağmen bazı yerlerde beni bayağı güldürdüğünü de söylemeliyim.
Istanbullu’nun ahlaki sorgulamaları düşünmeye değerdi. Ama dinle ilgili konularda yer yer haddi aştığını düşünüyorum bu romanın.
Okuduğum en iyi Kemal Tahir'di. Murat'ın hayat, savaş, mahpus, yokluk ve özellikle din ve yobazlık hakkındaki görüşleri ufuk açıcıydı. Benim gözümde en güzel Türk klasikleri arasında baş köşede yerini aldı...!
Bir avlu düşünün, bir yanı kadınlar bir yanı erkekler koğuşu. Parmaklıklar ardında mahpus komşuluğu yapan genç-yaşlı, evli-bekar bir sürü kadın ve erkek... İşin içine gardiyanlar da girince illet de oluyor aralarında, minnet de pek tabii. Siyasi suçlu İstanbullu Murat Bey anlatıyor bize olanları, ağzımız açık dinliyoruz. Her okuduğum kitabında, "inşallah bir milyon kitabı daha vardır okumadığım" dediğim bir yazar Kemal Tahir. Hele kızdığı zaman kullandığı kelimeler... Öyle hoşuma gidiyor ki, keşke şu zamanda da onun gibi konuşanlar olsa. Velhasılıkelam, ben çok beğendim. Tavsiye ederim. =)
1930’lar Türkiyesini satır aralarında anlatan, toplumun kültürel alt yapısını da gözler önüne seren, Türk edebiyatının önemli eserlerinden birini bitirdiğimde aklımda kalan Kemal Tahir’in güçlü kaleminin yanısıra, nasıl bir kültürel ve sosyal değişim gösterdiğimiz ama yine de aynı zihniyetin devam etmek de olduğunu görmek oldu.
İstanbullu Murat'ın Malatya cezaevindeki mahpusluğu devam ediyor... Ama bu kez olayları Kadınlar koğuşu ağırlıklı izliyoruz. Yazarın o gün betimlediği olayların bugün de devam ediyor olması çok üzücü...
Yıllarını cezaevlerinde geçiren Kemal Tahir’in kendi hayatından bir roman. Diğer eserleri gibi çok değerli. Ahlaki analizleri en azından bu topraklarda, yıllar geçse de geçerliliğini koruyor sanki.
Kemal Tahir’in, ilk kez Yol Ayrımı kitabında gördüğümüz Gazeteci Murat karakterinin Malatya Cezaevinde yaşadıklarını anlattığı kitabı. Bu karakter, Kemal Tahir’in kendisi belli ki. Hapis olmanın ne demek olduğuna dair çok şey var, hele sonu fena etkiledi beni. Kemal Tahir’in kitaplarının birbirine bağlı olmasını çok seviyorum. Bı kitapta da Murat Bey Yamörenli Mustafa’yı yazdığını söylüyor. Okuyanlar anımsayacak, Yamörenli Mustafa, yazarın Sağırdere ve Körduman kitaplarının baş karakteri.
Yazarın Müslüm babanın şarkısında olduğu gibi bazı itirazlari var yaşama dair:)Bu kitapta da bazılarını anlatmaya çalışmış. Adaletsizliklere, adiliklere, çaresizliği değinmiş durmuş. Baş karakter Murat’ın bazı bazı karşısındakini dalgaya alarak, kücük isyanlarını yumuşak esprili bir uslupla göstermesi güzeldi. Özellikle hayat kadınları üzerinden insanlar arasındaki eşitliği vurgulaması da. Kitapta din kisvesi altında ahlaksızlık yapanlar dindar görünüp adiliğin zirvesine çıkanlar o dönem için cesurca sayılabilecek bir şekilde eleştirilmiştir. Tanrı ve peygamber ile ilgili bazı kısımları tabi ki inançlı bir insan olduğum için saygısızca buluyorum. Aynı gerekçeyle çaresizlikler karşısında Tanrı’ya insafsızca saldırılmasını da zayıfça buluyorum çünkü insanın baş etme gücünün problemleriyle orantılı olduğuna inanıyorum. Bunun dışında kitaptaki karakterlerden Hanım ile Ali’nin aşkları için hanımın eşini Zehirleyerek öldürmesi ve bundan sonraki vicdan yoksunu davranışları kayıtsızlığın korkunçluğunu ve soğukluğunu ve insan dışılığını da başarılı bir şekilde ortaya koymuştu. Başkarakter Murat’ın ise bu kadına yardım etmeye çalışırken yaşadığı içsel sorgulama kişinin iyilik yaptığını zannederken bile muhakemesinin hiç susmaması gerektiğini anlatıyordu aslında. Bunların dışında genel yorum eklemek gerekirse kitap akıcıydı kafa boşaltmalıktı okunabilir diyorum..
Kemal Tahir benim için Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden birisi. Karılar Koğuşu belki en iyi eseri değil, ama okumaktan yine de büyük keyif aldım. Mahlas ile yazdığı birkaç kitabı saymazsak da külliyatı böylece tamamlamış oldum.
Kemal Tahir yaşadığı dönem ne sağa ne sola yaranabilmiş (belki bu yüzden daha fazla seviyorumdur), solu anlamıştım da sağın neden bu kadar tepki verdiğini bu kitap ile çözdüm sanırım.
Kol kırılır yen içinde kalır esasınca, kendinden saymadıklarına ya da bir hesabın parçası olmadıkça başkasına anlatılmayan, anadolunun köylü kurnazlıklarını bu kadar iyi kaleme alan çok az yazar tanıyorum. Yazarın anlattığı insan tiplemeleri ile senelerce yüz göz olduğunu bilmek ise yazdıklarına ayrı bir derinlik veriyor.
Okumasi keyifli guzel bir Kemal Tahir kitabi. Yarattigi karakterler her zamanki gibi nefes alip veriyor. Murat karakteri uzerinden toplum ve dunya ahvali hakkinda fikirlerini paylasiyor yazar. Kendi de 15 yil hapis cezasi alip 12 senesini yatmisti. Yazarin "Namuscular" romaniyla bir butunluk olusturabilir kitap. Orada namus cinayetleri islenmis olsa da bu kitapta da benzer konu uzerinde olaylar ve durumlar soz konusu. Diyaloglar cok akici ve ayni zamanda siirsel halbuki ayni zamanda halk agzi. Bunlarin bir arada olabilmesi cok iyi. Ozellikle Murat'in kurdugu her cumle bir atasozu gibi keyifli ve anlamli. Zaman zaman da komik. Tam tiyatrosu oynanacak bir kitap bence. Filmi var, yonetmeni de Halit Refik'mis. Kitabi Kemal Tahir seven ve onun disinda da kitap okumayi seven herkese oneririm.
Kemal Beyin okudugum ilk eseri. Farkli insanlari, onlarin halini ve pisikolijisini anlatan daha cok dioloklardan ibaret bir kitap. Ozellikle benim icin kitapta gecen Turkiye turkcesinde soylenen ata sozleri veya deyimleri ogrenmek cok muhtesemdi. Adam gercekten Peygamber gibi bir adam. PS: Turkiye siyasi tarihini iyi bilmediyimi icin her zaman merak ettiyim konu Turkiyede kommunizmin neden bu kadar populer oldugu konusudur. Bu konuyla ilgili kitap tavsiye ederseniz cok sevinirim. PPS: Haddime diyil ama belki o donem idari sistemi kommunizmden daha da mi kotuydu? Ya da kommunizm disardan bakilirken daha mi cazib gorunuyordu?
Kemal Tahir'in bir kitabını daha yine elimden düşüremeyerek okumuş bulunmaktayım. Kitabın büyük bölümünü oluşturan diyaloglarda, gerek ana karakter Murat'ın amansız dalgacılığı, gerek kadınların birbirleri ile yaşadığı anlamsız çekişmeler, gerek erkeklerin sınırsız çiğliği ve ahlaksızlığı olsun o kadar başarılı bir şekilde ortaya konmuş ki, şaşırmamak elde değil. Bize iyi insanlarmışçasına yutturulmaya çalışılan Anadolulu'nun aslında ne kadar içten pazarlıklı, en ufak gücü bulduğu anda ne kadar ahlaksız, dini kendi işlerine alet etmekte ne kadar yaman olduğunu tekrar gözler önüne sermiş.
Kemal Tahir'in Malatya Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde cezaevinde ki ortamı ülkenin gerçekleriyle örtüştürerek anlatmıştır. Bunlar; fakirlik, yoksulluk, adaletsizlik, kadının ikinci planda olması gibi günümüzde de güncelliğini yitirmeyen konulardır. Cezaevinde bulunan kadınların neredeyse çocuk yaşlarında tacize veya tecavüze uğraması sonucunda hayatlarının istemedikleri şekilde değişmesini belirtmiştir.
Hikayede yine yüz güldüren bir "Mahpus" kedimiz var. Tesadüfen cezaevinde tablosuyla eşlik eden Nazım Hikmet gibi mavi gözlü...
Son olarak üzerine filmi izlenebilir.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kemal Tahir seviyorum bu yazarı gerçekten karılar koğuşu gerçekten güzel eserlerinden bir tanesi dönemi anlamak adına sosyolojik siyasi bürokratik yapıyı anlama mevcuttaki aslında anayasaya göndermeler ,tutumu gerçekten Kemal tahir'e hayranlığımı tekrar hatırlattı bana
Kitabi genel olarak begendim. Ancak yazarin din gibi kutsal kavramlarla alay edici kucumseyici dusuncelerini hic begenmedim. Yazar inanmayabilir ama okuyularinin arasinda bu konuda hassas kisilerin olabilecegini dusunmesi gerekirdi
Kemal Tahirin 1943te, ikinci dünya savaşının en cevcevli zamanlarında Malatya cezaevindeki hapishane anılarını derlediği (belki de esinlendiği) anılarını derlediği kitap, Nazim Hikmet bahsinden, yazarın ateist dünya görüşüne en sözünü budaktan esirgemeyen metinlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Kitabin kahramani Muratin o melek huylu tasviri bana çok gerçekçi gelmedi, tüm malatya karılar koğuşunun tren yapmasınınsa fazlası vardır, eksiği yoktur eminim...