"Sen de Gitme Triyandafilis", düşsel güzelliklerle kurulmuş dokuz öyküyü içeriyor. Değişik bir doğa ve binbir parçadan oluşan kültür mozayiğinin birleşimiyle oluşan bir çevrede; renkli, duyarlılıklarla ve masalsı coşkularla dolu bir Türkçeyle çoğunlukla kadınları konu alan öykülerini sunuyor Ayla Kutlu. "Sen de Gitme Triyandafilis", gönüller çelen, duygulandıran, gönendiren ve öte yandan gizil bir kaynak olarak yürüyüp giden hüznüyle, doyulmaz tatlar veren bir kitap. Elinize almanız yeterli, sonrasında Kutlu'nun kadınları -ki onlar dışlanmışlıklarına karşın yaşama tutunmayı başarmışlardır- sizi zaten bırakmayacak.
Ayla Kutlu, 15 Ağustos 1938'de Antakya'da doğdu. İlköğrenimini Antakya ve İskenderun'da, ortaöğrenimini İskenderun, Gaziantep ve Antakya'da yaptı. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi (1960). Burslu olarak okuduğu İçişleri Bakanlığı'nın merkez örgütünde görev aldı. Eğitim yöneticiliği, organizasyon ve metod konularında ek öğrenim gördü. Çeşitli baskı dönemlerinden geçerken, görevlerinden uzaklaştırıldı. Devlet İstatistik Enstitüsü, Başbakanlık, T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü'nde üst düzey görevlerde bulundu. Yazarlığı, Özgür İnsan dergisinde yazdığı kitap tanıtma yazıları ve öyküleri ile başladı (1976). İlk kitabı Kaçış'tan (1979) sonra art arda kitapları yayımlandı. 1980 yılında emekliliğini istedi.
Ne kadar övsem az kalacak. 1990 yılı Sait Faik Hikaye Ödülünü almış bir eser ki sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum.
Kitabın içinde biri uzun dokuz öykü var. Sinemaya uyarlanan ve kitaba da adını veren Sen De Gitme Triyandafilis daha iyi bilinse de başta Altın isimli öykü olmak üzere çok çarpıcı, hüzünlü, iç burkan, kimi yerde masalsı kadın hikayeleri okuyoruz yazarın kaleminden.
Kitap İskenderun'a adanmış ve sona eklenen yazarla söyleşide belirtildiği üzere kentin yapısı ve doğası her hikayeye yansımış. Bu apayrı bir güzellikti.
Türk edebiyatının en güzel öykü kitaplarından biri bu eser. Soran herkese tavsiye edeceğim.
"Yaşamın çemberi budur kutsal kitaplarda: insan topraktan gelir toprağa gider. Arada can denilen, sürgit kanat çırpan bir kuş vardır yalnızca. Kuş düşer, yaşam biter. Benim farkında olduğum, sizin unutmayı yeğlediğiniz yalnızca budur."
"Sevi her zaman haklıydı. Güzelliği yakalayınca onunla birlikte yaşamak kadar sevinçli şey yoktur."
Okuduğum ilk Ayla Kutlu kitabı. Naif, ince ve büyülü bir anlatımı var Ayla Kutlu'nun. Her öykü ince ince işliyor insanın yüreğine. Özellikle kitaba ismini veren "Sen de Gitme Triyandafilis" öyküsü beni oldukça etkiledi. Zamanında Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından da sahnelenmiş, izleyebilmeyi çok isterdim. Ayrıca "Sen de Gitme" ismiyle sinemaya da uyarlanmış, onu da en kısa zamanda izlemeyi düşünüyorum.
Öykülerin geneline "İskenderun" hâkim. Her bir öykü bir kadın üzerine kurulu. Aslında öyküleriyle ilgili en güzel açıklamayı Ayla Kutlu yapmış. Kitabın sonunda kendisiyle yapılan bir söyleşiye yer verilmiş, şu kısım çok hoşuma gitti: "Önceden belirlenmiş bir mesaj vermekten özellikle kaçınıyorum.İnsan olma durumlarıdır anlattıklarım. Bu öykülerin tümünde özellikle vurgulamak istediğim tek şey vardı. Hani o ayrıntı olarak, figüran olarak, renklendirme aracı olarak, cinsellik nesnesi olarak görülen ve gösterilen kadınlar var ya... Onlar sizin gördüğünüz ve gösterdiğiniz gibi değildir. Bunu vurgulamayı amaçladım. Geri kalanı ise öyküdür".
1990 yılında Sait Faik Hikaye ödülüne layık görülmüş bir yazar ve eseri. Anadolu'da yaşamış bilumum etnik kökenin acı dolu geçmişlerini,ezilmiş ve taciz edilmiş kadınları, ömrünün sonlarına gelmiş yapayalnız kalmış yaşlıları, delirmişleri ve güçlü zannedilen perişan insanları anlatan 9 farklı öyküden oluşmakta kitap. Hüzün dolu ama sade bir dille yazılmış, naif hikayeler. Ayla Kutlu'nun yalın Türkçesine,abartısız ancak güçlü tasvirlere hayran kalmamak elde değil.
http://istanbuldasanat.org/cokkulturl... adresinde çok kaliteli bir eleştiri yazısı var o yazıyı okuduktan sonra daha bir şey demeye gerek yok aslında ama içi acıtan bir yönü var öykünün. Triyandafilis'in çocuksu yapısından kaynaklanıyor bence. "Rıfat gitti, portakal çiçekleri de gitti. Portakal geldi. Sonra ayva geldi. Sonra çok çiçekler geldi. Gök ağladı. Yine portakal çiçekleri geldi..." (s.56)
"Bak Sultan ana başka insanların yanında uslu uslu oturacaksın. Benim ısmarladığım şeyi içeceksin. Baska bir şey istemek yasak. Balon istemek yasak. Hele ağlamak hiç yok. "
"Tamam, başka insanlar ne yapıyorsa ben de onu yaparım. Denizi seyrederim. Triyandafilis denizi sever. Eve dönerken de ağlamayız ki "
Canım benim kız kendine oyuncaklardan oluşan ayrı bir dünya oluşturmuş yaa
10 yıldız verebilsem onu da verirdim. zarif bir şeklde oya oya işlenmiş kadın hikayeleri… okurken her duyguyu yaşıyor insan. sen de gitme triyandifiliste hüzün ve ayrılık acısı iliklerime işlerken, altın öyküsünde yaşlı nine ve kız çocuğu sevgisini o kadar yüreğimde hissettim ki! ALTIN en etkilendiğim öyküydü. kitabın hepsini okuyamazsanız da altını muhakkak okumalısınız derim. gülperide dedesiyle geçen günlerden sonra günyüzü göremeyen bir hayat kadınını; üçgenin perişan kenarında, yaşlandığını yavaş yavaş idrak eden aşık saime hanımın hikayesini okuyoruz. saime hanımın genç sevgilisine tutkusu ve bir gece süresince geçen hezayanları sonrası sabah herşeyin eski haline dönmesi ve yaşamına devam etmesi, her karakter o kadar hayatın içinden ki! bu öykülerin yanısıra can kuşundaki gibi doğaüstü olaylar da çok heyecan vericiydi. sanırım ikinci favorim de can kuşu oldı. kısaca her karakter çok gerçek, her öykünün atmosferi şahane işlenmiş. antakyada kısa süre yaşamış biri olarak, yöreden etkilenerek yazılan satırlardan ayrıca keyif aldım.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Öykü denen narin bardak, Sen de Gitme Triyandafilis'in bitmesiyle ile elimden düşüp kırıldı. Bir daha asla bu güzellikte bir öykü yazılamayacak diye korkuyorum! :)
Sen de Gitme Triyandafilis bir yana, dünya bir yana! Yok yok, öyle değil; Triyandafilis bir yana, kitaptaki diğer öyküler bir yana olacak. Keşke Sen de Gitme Triyandafilis kitabın son öyküsü olsaymış. En başa konunca, sonrasında diğerlerini okumakta zorlanıyor insan. Başka sözüm yoktur. Mendilim ner'de benim, şuraya koymuştum en son...
Son zamanlarda girdiğim reading slump ( :(() dolayısıyla kendime gün içinde az da olsa okuma zamanları yaratmaya çalışıyorum. Sen de Gitme Triyandafilis'teki öyküleri de her gece yatmadan 1 öykü okuyacak şekilde okudum. Diğer öyküler çok başarılı olmasa da Sen de Gitme Triyandafilis gerçekten okuduğum en başarılı öykülerden biriydi. Karakterler ve olaylar üstünden zaman da geçse de unutamayacağım, zihnimde canlandıracağım ögeler oldu.
Yazar'ın 'sevgisizliğin çoraklığı ve sevginin zenginleştirici gücünü anlattım' dediği ilki neredeyse bir romancık(novella) kadar uzun dokuz öyküden oluşan kitabında 7 öyküyü okudum. Ne yalan söyleyeyim belki daha sonra okurum diye kitabı bir kenara bıraktım son iki öyküyü okumadan. Nerde gerçeğin başladığı nerde düşün bittiği tam da belli olmayan flu kesişmelerin olduğu öykülerden pek de hoşlanmadığımı söylemeliyim. Yazarın anlattığı bütün öykülerde karakterlerin bazen mutsuz,bazen çaresiz görünmesi sizi acaba acaba bu bir topyekun bir insan yazgısı mı diye sorgulamaya itiyor.Yaşadıkları mutsuzlukları yeknesak bir tonla onların kendi ağzından monologlar halinde okumak ise beni hikayelerden kopardı,sevemedim açıkçası. Sevdiğim tek öykü ise kitaba adını veren Triyandafilis. Bu hikayede yazarın düşsel ögeleri sona saklaması hoşuma gitse de çok uzun zaman dilimlerinin çok kısa cümlelerle geçiştirilmesi öykünün gücünü azaltmış doğrusu. Hikayeden uyarlanan aynı adlı filmde 15 yaşında olmasına rağmen 7 yaşında bir kızın zekasına sahip kızı oynayan Olivia Bonamy ve onunla adeta bir anne, bir arkadaş gibi ilgilenen Sultan'ı oynayan Işık Yenersu'nun şapka çıkarılacak bir performans sergilediğini söylemeliyim. Olay anlatımından daha çok durumlardan hoşlanıyorsanız, soyut düşsel anlatımlardan hoşlanıyorsanız bu kitabı sevme ihtimaliniz var doğrusu.
Sizin de canınız çok seveceğinize emin olduğunuz bir kitabı sevemediğinizde müthiş sıkılıyor mu? Ayla Kutlu'dan okuduğum ilk kitap. Okumadan gönül bağı kurduğum yazarlardan/isimlerden birisidir Ayla Kutlu. Mekruh Kadınlar Mezarlığı'nı okuma planımdan da kat'a vazgeçmiyorum, ama yalan yok, bu kitabı neredeyse hiç sevemedim. Triyandafilis sonrası öykülerin hemen hiçbiri okuma zevkime hitap etmedi. Triyandafilis kendini okutan bir öykü, fakat okuduğum "acıklı" öyküler çekmecesine girmesi dışında bir özellik atfedemiyorum. Velhasılı, istedim, yapamadım, sevemedim. Mekruh Kadınlar Mezarlığı'nı çok sevip bu ayıbımı telafi etmek arzusundayım ^^
Sevdiğim bir yazara 🌺❤️ Uzun zamandır aklımda olan bir mektubu, katıldığım yazım kulübündeki ‘’sevdiğiniz bir yazara kitabı hakkında bir mektup yazın’’ çağrısı ile gerçekleştiriyorum.
Sevdiğim yazar, sevdiğim kitap nedir sorusunu ayrı ayrı değerlendirdim kafamda ilk ama sonunda ikisi de aynı yere çıktı . Genellikle okuduğum yazarların, benim dünyamda bana ait olan yerde kalmasını isterim ama işte bazen tanımak da nasıl desem, bir başka güzel oluyormuş. Hele ki bir de o yazarın gerçekliği, kitaplarına ek olarak hayal gücümün bile üzerine çıkıyorsa. Ve ne kadar şanslıydım ki sevdiğim yazar ile çevrimici bile olsa tanıştım, görüştüm ve hatta bana ismimle dahi seslendi ve bir iki de tatlı tatlı payladı.
Evet ben Ayla Kutlu’yu, yani sizi, kitap kulübümüzde çok sevgili Gülsüm hocamın önerisiyle seçtiğimiz ''Sen de gitme Triyandafilis'' kitabı ile tanıdım.ilk defa o gün anladım ve deneyimledim iyi bir yazarı geç tanımamın, kelimelerine bu denli geç dokunmanın acısını. Size de ulaşan ‘’Biz Ayla Kutlu’yu nasıl bu kadar geç tanıdık, Edebiyat severler ve kadın dünyası için bu kadar önemli bir yazar neden çok az biliniyor ’’ haklı isyanımızı bugün dahi sorgularım. .. Burda sanırım bir sebep de Ayla Kutlu’nun bir yazar olarak alçak gönüllü davranması ve populist bir yazar olmamasi.
Sen de gitme Triyandafilis, İsminin özgünlüğü ile daha konusunu bilmeden içine çekmişti beni. Birbirinden farklı onlarca kadın hikayesi olan, her hikayede düşündüren, ince bir sızı gibi kalbimi titreten müthiş bir kitap. Ayla kutlu okurlarının ifade ettiği gibi ‘’derdi kadın olan’’ bir yazarın yıllarca süren gözlem, derin araştırma ve deneyimlerinin süzgecinden geçip, oluşturulmuş satırlar. Kitaba İsmini de veren Triyandafilis öne çıkan hikayelerden. Antakya’da geçmesi, depremden kısa bir süre okumam, Triyandafilis’in çocuksu saflığı, karakterin ve olayların özgünlüğü. Hikaye hala tum canliligi ile aklimda. Bu hikaye burda kalmamalıydı, bundan bir roman bile çıkardı desem, yine acaba hay hay çok biliyorsunuz efendim dermisiniz bilemiyorum. Çok kısa bir an aklımdan geçirdim ama demedim sayın. :) Hikayenin filminin yapılmış olması ama çok az kişi tarafından izlenilmiş olması bugün bile canımı çok acıtır. Sanki bu olayla güzeller güzeli Triyandafilis’in kalbi bir kez daha kırıldı.
Geçenlerde Kurtuluş Savaşı döneminde geçen bir kitabı bir arkadaşımla tartışıyorduk. Savaşın zalimliği, caniliği ve yaşanan olaylar sansürsüz diyeceğimiz bir sekilde anlatılıyordu. ‘’Acının pornosunu yapmış’’ şeklinde bir yorumda bulunmuştu arkadaşımda. Sizin kitaplarınızda, hüzünler ise çok içsel, yaşananları direk ifade etmeden ama olay kurgusu içinde okuyucuya bırakıyor ve düşündürüyor.
Buarada röportajlarınızı da okumayı ve dinlemeyi de çok seviyorum. Okuyucunun zekisini de sevdiğinizi artık biliyorum ve artık kitaplardan sizden sonra da keyif almayı bıraktım, mümkün oldukça hayatı ve eylemleri basitleştiren keyif sözcüğü ile arama mesafe koyuyorum. Kitaplarınızı nasıl buluyorsunuz sorusunu, ben yazarım eleştiri okuyucuya aittir sözleriniz de her yazı yazdığımda kulağımda çınlıyor.
Suaralar, çocuk kitabınız Merhaba Sevgi’yi okuyorum. Yine vurucu bir cümle var içinde, belki bu kitapta olmasa da genel olarak yazdığınız hikayelerin konusunun biraz hüzünlü olmasından da gerek, ben de fazlasıyla yer etti. ‘’Sizleri üzdüğümü biliyorum. Yaşam sevinçlerle birlikte, üzüntülerle de sürüyor. Onlara tutsak olmazsak acıları en aza indirgeyebiliriz.‘’
Dünyamdan Ayla Kutlu meltem gibi esti ama geçmedi. Bir gün, Ankara’da size ziyaret edebilmek ve dünya gözüyle görebilmek dileğiyle.
Kutlu’nun bu ödüllü eseri, kitaba da adını veren uzun (neredeyse bir kısa roman kadar uzun) öyküsü ile açılıyor ve insanı gerçekten başka bir zamana, başka bir düşle kabus karışık gerçekliğe götürüyor. Ayla Kutlu ile ilk tanışmam ancak bana sorarsanız anlatım tarzı romana daha çok yakışıyor. Konuları çok derin, geçmişli, gelecekli, istisnasız hep acılarla bezeli. O yüzden Sen de Gitme Triyandafilis ile birlikte kitabın uzun öykülerinden Üçgen’in Perişan Kenarı’nı ve Gitmeyi Bilmek’i de ilgiyle okudum. Diğer öykülerin anlatımı ise türle ilgili olduğunu düşündüğüm bir gerekçeyle, inadına kapalı geldi. Yazarın memleketi Hatay’ın o zor dönemi insanı zayıf bir anında yakalarsa fena halde deprese edecek cinsten. İlk öyküyü herkes okumalı, Triyandafilis’i, Sultan’ı, onlarla beraber yaşlanan evi herkes tanımalı. Kalan öyküler her zevke hitap etmeyebilir.
Beni mahvettin be Filiz. Ağla ağla gözlerim şişti. Ayla Kutlu ile tanışmam biraz sulu sepken oldu yani. =) Gerçekten o kadar pişmanım ki, keşke yıllar önce okusaydım bu kitabı. Keşke bütün öykülerini, bütün kitaplarını yıllar önce okusaydım. Her biri birbirinden güzel dokuz öykü var kitapta. Kitaba adını veren öykü, aralarında en sert olanı, gerçekten can yakıyor, uzun zamandır bir karakter beni böyle ağlatmamıştı. Diğer öyküler de ondan aşağı kalmıyor gerçi. Kadın ağırlıklı, büyülü ama gerçek bir dünya seriliyor önümüze. Bir kadın olarak kadını anlamak, büyülü olduğu için hayalle gerçeği buluşturmak, bana nefes almak kadar doğal ve kolay geldi. Buruk ama tamamlanmış hissettim kitabı kapattığımda. En son Erendiz Atasü'de böyle hissetmiştim sanırım. Tavsiye ederim. =)
Uzun zamandır Ayla Kutlu’nun Yedinci Bayrak ve Mekruh Kadınlar Mezarlığı romanlarını okumak istiyordum. Önce bir öykü kitabıyla tanışalım dedim. Anlatım tarzını, dilini sevdim yazarın. Ama anlattığı öyküler çok içli, çok üzücü hikayeler. İskenderun’da, farklı medeniyetlere her zaman kucak açmış kadim topraklarda geçiyor öyküler. Halkların bir arada yaşadığı bu topraklarda sevdalar da iç içe geçmiş. Çoğu hikayede kadın kahramanları okuyoruz. Bir taraftan bu toprağın kadınları hep ne kadar zor hayatlar yaşamış onu görüyoruz. Sevdim gibi ama arka arkaya sürekli kaybedilen hayatları okumak, sürekli bir melankoli hali beni biraz yordu. Romanları aradan biraz zaman geçtikten sonra okuyacağım sanırım.
O kadar bunalmış durumdayım ki; kitap okumak artık mutlu etmiyor, acı veriyor. Hiçbir şey iyiye gitmiyor. Çok uzun süredir haber izlemiyorum, internete bile girmek istemiyorum. Başkalarının kötülükleri ve cahillikleri yüzünden göz yaşı dökmekten yoruldum. Bu kitap da tuz biber oldu. Çok iyi yazılmış, yalın bir "kadınlara ait acılar manifestosu" gibi bir yapıt bu. Mutlaka okuyun ama mutlu günlerde...
Hayatımda okuduğum en iyi öykülerden biri, kitaba da adını vermiş olan Sen de Gitme Triyandafilis. Neresine baksan düşünecek, altını okuyacak, üstünü çizecek, sonrasını şimdisini tartacak bir şey çıkıyor. Enfes!
Yaklaşık 10 sene önce okumuştum bu kitabi. Hala ilk öyküde, Triyandafilis'in Pierre'e söylediği sözler ara ara aklıma gelir. "Ne pars pas Pierre, ne pars pas!"
http://istanbuldasanat.org/cokkulturl... adresinde çok kaliteli bir eleştiri yazısı var o yazıyı okuduktan sonra daha bir şey demeye gerek yok aslında ama içi acıtan bir yönü var öykünün. Triyandafilis'in çocuksu yapısından kaynaklanıyor bence. "Rıfat gitti, portakal çiçekleri de gitti. Portakal geldi. Sonra ayva geldi. Sonra çok çiçekler geldi. Gök ağladı. Yine portakal çiçekleri geldi..." (s.56)
"Bak Sultan ana başka insanların yanında uslu uslu oturacaksın. Benim ısmarladığım şeyi içeceksin. Baska bir şey istemek yasak. Balon istemek yasak. Hele ağlamak hiç yok. "
"Tamam, başka insanlar ne yapıyorsa ben de onu yaparım. Denizi seyrederim. Triyandafilis denizi sever. Eve dönerken de ağlamayız ki "
Canım benim kız kendine oyuncaklardan oluşan ayrı bir dünya oluşturmuş yaa
Some of the stories are very sad, very deep... Some of them, I had to read twice to understand better, what was going on... and then I could establish the links. I like the book a lot.