Zamanı kaybetmekle başlar her şey. Sonra gerçek kaybolur. Sonra sen kaybolursun… zaman, gerçek ve sen ortadan kalktığınızda kaybolma durumu da ortadan kalkar. Ve her şey yeni baştan başlar. Sesleri duydun mu dün gece? Yukarıya bir kadın getirdiler. Adı Zehra. Sana benziyor. Senin saçların da bir zamanlar uzun muydu? Gözlerin kara? Bileklerin incecik? Senin de abin kayıp mı oldu? Senin de annen delirdi mi? Onu da senin gibi öldü zannedip buraya atarlar, sonra cesedini unuturlar mı dersin? Korkuyor musun?
Anlatıcı Şahbaz, belki gerçek belki doğaüstü bir varlık. 12 Eylül Darbesi’nin hemen öncesinde, 1979 yılı boyunca bir bodrum katında işkence görmüş bir kadını hayatta tutmaya çalışıyor. Binbir Gece Masalları’nı andırırcasına ona hikâyeler anlatıp duruyor. Gelgelelim Mine Söğüt’ün diğer eserlerinde de olduğu gibi, anlatılan masalların ne kadar hayalî ne kadar gerçek, hatta fazla fazla gerçek olduğu pek açık değil.
Mine Söğüt Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979’da, okurları bir kez daha gerçek denen korlaşmış alevle temasa davet ederek ülkenin belki de en karanlık döneminden cesurca sayfalar açıyor. Ancak insanın ölçüsüz vahşetini doğanın, varoluşun nimetleriyle yan yana getirerek bu gerçekliğin farklı katmanlarına da dikkat çekiyor. Her şeye karşın yaşamın yanında yer almak için…
Mine Söğüt (1968, İstanbul), Türk gazeteci, yazar.
Babası bir deniz subayı olan Mine Söğüt, ortaöğrenimini Kadıköy Kız Lisesi’inde tamamladığı 1985 yılında babasını kaybetti. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümünde girdi.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş Gazetesi’nde başladı, İnsan Hakları Servisi’nde muhabirlik yaptı. Güneş Gazetesi’nin kapanmasından sonra Tempo Dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesinde çalıştı.
1993 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yarışmada, Haber dalında mansiyon aldı. 1996-2000 yılları arasında Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı. 1999-2001 yıllarında Öküz dergisinde yazdığı yazılarla tanındı. Profesyonel gazeteciliği bırakan Söğüt, 2001-2005 yılları arasında Cihangir Postası adlı yerel bir gazetenin gönüllü editörlüğünü yaptı.
Çok vurucu ve etkileyici bir kitaptı, 12 Eylül öncesini tüm karanlığı ile okuyucunun içine işliyor. Tüylerim diken diken okudum, politik bir kitap bekliyordum fakat apolitik bir biçimde sadece insanın vahşetini göz önüne sermiş ve bunu çok başarılı bir biçimde yapmış. Masal dinler gibi dinliyoruz Şahbaz’ı ve harikulade yılını, bir daha yaşanmaz diye umarak bir daha bir daha bir daha yaşanacağını bilerek.
“Gerçeklerin en dibine girmeye çalıştım. Gerçekler üzerine fazla giderseniz kendiliğinden masala dönüşüyorlar.” Demiş Mine Söğüt bir söyleşisinde , bu kitap bu cümlenin hakkını verir nitelikte. Mutlaka okunmalı 👍🏻
Şahbaz, kabusum oldu dün gece! Ve bağırarak uyandım uykudan ilk defa! 1979 yılında, ömrümün ilk baharında, tam 17 yaşında, ne yaşadım, neye tanıklık ettiyse döküldü kucağıma.
Çarpıcı, yoğun, cesur, aykırı ve çok ustaca kurgulanmış bir roman okudum. Bir gazeteci titizliğiyle hazırlanmış 79 Almanağı, olağanüstü başarılı bir öyküye dönüştürülmüş.
Fazla söze gerek yok. Şiddetle tavsiye ederim. Evet bazı satırları okurken rahatsız olacaksınız!
Şahbaz'ın Harkulade Yılı 1979 / Mine Söğüt /
Namık Somel /24 Haziran 2016/ Ankara namiksomel.blogspot.com
Hem çok duru hem çok doyurucu bir dil kullanımından olsa gerek rahatsız olabilecek ve yer yer şok etkisi yaratabilecek içeriğine rağmen bu sene okuduğum en akıcı kitaplardan biriydi. Bir de çok çekiciydi. Bazen kitapları bitirmek için ben kendime çekerim, çekmek zorunda kalırım ama bu kitap beni kendisi çekti. Gerçekten okunmak ister gibi.
Art arda gelen hikaye ve almanak 1979 bölümlerini sıralı okumak yerine her ayın önce hikayesini, sonra almanağını okudum. Böyle olunca kurgu ve gerçek daha çok örtüşüyor ve tarihe dayanan kurguyu seçebiliyorsunuz.
Bir de eleştiri getirecek olursam, hikaye kısmında az sayıda karakterin sürekli tekrar eden ve birbirleriyle bağlanan hikayelerinin yanında yeni karakterler de görmek isterdim. Sonuçta uzun bir roman denemesi olmuş.
“İnsan unutmasaydı yaşayamazdı.”
“Unutmanın sihirli gücü... eğer hayatımızı acılar yönetseydi, yaşam fazla ilerleyemezdi.”
Mine Söğüt bu sene okumaya başladığım bir yazar, uslubunu genel olarak sevdiğimi söylemeliyim. Bu kitaba 3* vermem tamamen içeriğin yoruculuğu ile ilgili..
Kitap 2 kısımdan oluşuyor. İlk kısım roman ikinci kısım ise almanak. Roman kısmı Şahbaz aracılığı ile biraz masalsı (karanlık) bir şekilde çeşitli karakterlerin özelinde ama ülke içersinde olup biten şiddet olaylarını anlatıyor.
S32 "Ağıta bile yer yok bu evde.. ağıtın sözleri ne dese yetmeyecek..."
S180 "Karakollarda sorguya çekilen küçücük çocuklardan. Hakkını arayan herkes anarşist diye damgalanıyor."
S181 "İstemekten vazgeçince elde edememenin hırçınlığı da ortadan kalkacak."
Almanak kısmı ise gün gün 1979 yılında olup bitenleri listelemiş. Edebi olarak değil ama bugün olup biten bazı şeyleri anlamak için özellikle almanak kısmını okumanızı öneririm. Arka arkaya okuyunca daha çok etkileniyor insan.. Her görüşten öldürülen bir sürü insan, bir sürü hırsızlık, bir sürü felaket yokluk 36 yılda hiçbirşeyin değişmediğini gösteriyor.. Aşağıda ise çarpıcı bulduklarımı alıntıladım..
17 ocak, s 233 "Türkiye'den Suriye'ye kaçırdıkları kız çocuklarını 70bin liraya satanşebeke yakalandı. Çocuklar zengin evlerinde hizmetçi olarak çalıştırılıyorlardı."
2 şubat, s237 "Türkiye'den Yunanistan'a geçen bir minibüste İrlanda Cumhuriyet Ordusu'na götürülen çok miktarda silah ele geçirildi."
20 nisan, s256 "Türkiye'ye Beyrut ve İsviçre'den külçe altın getirerek altın piyasasını da ellerinde tuttukları anlaşıldı."
3 ekim, s314 "İçişleri bakanı halkın sokağa çıkamadığı Kars için, "durum normal" dedi."
"..Neden cenneti de cehennemi de hayal edebilen insan bu dünyada cehenneme ikna olur? Neden bambaşka bir şey yapsa hayal ettiği cenneti yaşayabilecekken o şeyi yapmaz, tercihini cehennemden yana kullanır.."
1980 darbesine bir yıl kala, dili ürkütücü, içeriği kasvetli ama harikulâde yazılmış bir kitap.
Siyasi değil kesinlikle insani. Şahbaz da, neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyen değil sorgulatan biri. Cinnet geçiren bir şehir ve aynı yere bambaşka yollardan gitmek isteyen yığınla insan. Kitap boyunca düşündüğüm şey ise: İnsanın kötülüğünün sınırı nedir?
Sonundaki 79 yılına ait almanakta; ülkede ay ay, gün gün yaşanmış haberleri okurken fark ediyorum ki gerçekte yaşananlar romanda yazılanlardan daha uçuk.
“...Biliyor musun binlerce yıldır insanların başına hep aynı şeyler geliyor. Yazılmış karakterler ve hayatlar var. Bu karakterler sırasıyla sahneye çıkıyorlar. Sırasıyla olayları yeniden ve baştan ve aynen bir kez daha, bir kez daha, bin kez daha yaratıyorlar. O yüzden olacaklar aslında zaten oldu. Olanlar mütemadiyen olmaya devam edecekler. Hiç bitmeyen bir işkence gibi. Hayat kendini kimseye sezdirmeden her insanda ustalıkla tekrarlar…”
“...Sonsuzluğu hayal edemediğimiz için başımıza neler geldiğini düşündün mü hiç?...”
“...Ben şahbaz… Kuşlardan bembeyaz bir doğan, şahların şahı bir insan, hayat denen de ne yazık ki külliyen yalan…”
“...Birine katlanmak onu yatıştıracağına daha da sinirlendirebilir. birine katlanmak belki de bir lütuf değil, bir hakarettir. bunu sezmeyen insanın hayatı tehlikededir. "
“...İnsanlar yanlış yollara sapmayı severler. bırak birbirlerini öldürsünler. bırak bebekleri terketsinler. ismi kader olan kızlar bırak şefkatten yoksun, bir yerlerde kendi hallerinde büyüsünler. hayatın anlamının bu karmaşada gizli olabileceğini hiç düşündün mü? belki yaşam, sadece kötülük yol alsın diye vardır. senin sandığın gibi iyiliği yüceltmek için değildir bunca şey. kötülüğün de kıymetli bir şey olabileceğini hiç düşündün mü? onun da ilerlemek için bir yola ihtiyacı olabileceğini? ve bir gün bir yere varabileceğini?..
“...İnsan bir hedef olmadan varlığını hissedemez. İnsana varlığını hissettiren hedefidir. hiçbir yere gitmeyen, hiçbir şey yapmayan insan bile hiçliği hedeflediği için varlığıyla barışıktır. hedefini ıskalayan insansa varlığıyla her daim kavgalı. bu durumda eğer kaybetmeyi hedeflersen kaybettiğinde kendini iyi hissedersin. kazanmayı hedeflersen kazandığında. niyet yine kocaman kanatlarıyla karşımızda. affetmek aklına düştüğü anda senin hedef tahtanın ortasında o var demektir. ve affettiğin anda okunu doğru noktaya atmanın rahatlığını duyarsın. eğer hedefinde kin olsaydı, onlardan birini öldürdüğünde mutlu olacaktın. onlar seni öldürdüler, sen affettin. o yüzden artık herkes mutlu... şimdilik. oysa seni aslında öldüremediler; ve belki de sen aslında affetmedin. sonucu söylemek için çok erken. sonunda her şeyin sonunda kim neyi neden yaptı anlaşılır belki…”
“...Yaralı insanlar birbirine yaklaştığı zaman, kader telaşlanır. sırları ortaya çıksın istemez. eğer insanlar başlarına gelenin başkalarının başına gelenlerden çok da farklı olmadığını sezerlerse güçlenirler. insanların gücünü azaltan kendilerini hedef tahtasının ortasında sanmalarıdır. oysa hayatta hiçbir şey şahsi değildir. iyi şeyler de kötü şeylerde rüzgarla birlikte yön ve şekil değiştiren bulutlar gibi başıboş dolaşırlar evrende…”
“...Hafızayı zamana emanet etmenin sonucu unutmaktır. zaman unutturur. unutturur ki, hayat devam etsin. insan unutmasaydı, yaşayamazdı. hayat tekrarlanmasaydı, olmazdı. çünkü yaşananlardan başka bir şey yok. yaşananlar yeniden, yeniden, yeniden yaşanmalı ki, varoluş da tekrarlansın…"
“...Bir karıncanın o ebedi sisteme sorgusuz sualsiz dahil oluşundaki manayı çözdüğün zaman, kendi varoluşundaki manaya da yaklaşmış olacaksın. manayı akılda aramaya kalktığında duvarlara çarparsın. kendini yaralarsın. canın acır…"
“...Sonundaki almanağı okuduktan sonra anlatılan fantastik hikayenin aslında ne kadar gündelik olaylar olduğunu farkettim, o yılları görmemiş biri olarak hikaye ve sonrasındaki almanak birleşince kitabın etkisi cok daha fazla oldu…”
Yine ürpertici bir hikaye var elimizde ve yine gerçeklerle sarmaş dolaş servis ediliyor bu hikaye. Fonda '80 darbesi öncesinde başlayan kıyımlar varken, aslında insanların kendileriyle olan husumetlerini okuyoruz. Geçmişin DNA'larımıza işlediği ve geleceğimizi yönettiği günleri bir de. Şahbaz anlatıyor olanları, olabilecekleri ve olacakları. Şahbaz kim? Bir yaramaz şeytan, dilbazların şahı. Onun harikulade yılı, aslında bir cinnet yılı. '79 almanağında iyice gözler önüne seriliyor bu cinnet anları. Mine Söğüt, benim "iyi ki" dediğim yazarlardan biri. Tüm kitaplarını okumanızı tavsiye ederim. =)
Okuduğum tüm Mine Söğüt kitapları hem yazarın kendi tarzını mutlaka hissettiriyor hem de bir yönüyle farklı oluyor. Bu kitapta da böyle bir şeyi yazmayı nasıl düşünmüş, nasıl bu şekilde kurgulamış ve yazıya dökebilmiş diye hayran oldum. Bununla beraber içerik o kadar kötülük, işkence, cinayet vs ile dolu ki okurken sadece rahatsız olmakla kalmıyorsunuz içinize büyük bir sıkıntı oturuyor. Başlıca sebebi de bu olayları sadece muhteşem hayal gücüne değil ülkemizin yıllardır değişmeyen gerçeklerine dayandırıyor olması. Sonuç olarak yazarın akıcı anlatımı ve tekniğinden aldığım keyif içerikten aldığımdan daha fazla oldu.
Kitap pek bir keyifle başladı, tam bir Mine Söğüt tadında. 80 ihtilali öncesi kardeş kardeşi nasıl vurur, bir çocuk annesine nasıl düşman olur, Şahbaz bütün bunlara şahit olur, peki ya Şahbaz kuş mudur, gerçek midir, nedir edasıyla…
Ve ancak kitabın 1. kısmı eksik bir sonla tamamlandı kanaatimce. Kitabın 2. kısmı ise beni başta çok heyecanlandırdıysa da, yine eksik, diğer yandan da gereksiz bir dolu kronolojik bilgi eşliğinde sona erdi.
Yine de kötü bir kelam etmek istemem. Güzel yazmış canım Mine Söğüt 💙
1979 yılında yaşanan politik çatışmaları; üç kapılı bir hanın(zannediyorum Sansaryan Han) bodrum katına, işkence sonucu öldü zannedilip atılan siyasi aktivist genç bir kadın üzerinden anlatılan hikayelerle dinledik. Üçüncü sayfalara konu olabilecek vahşi cinayetleri de, yozlaşmış hikayesi lanetli bir miras gibi kuşaktan kuşağa aktarılan kötü ikizler aracılığıyla anlatılmış. Romanda geçen hemen her karakter kitabın sonundaki 1979 yılı almanağında da görüldüğü üzere gazete haberlerine konu olmuş insanlar. Ancak yine de komutan ve ikizinin hikayesi hayatın doğal akışına kolayca dahil edilebilecek bir doğallıkta değil malesef. Gerçek hayat ve kara bir masalı birleştirmeye çalıştıysa da bunu büyülü gerçekçi yazarlar kadar incelikli yapamamış. Romanın teknik kısmını bir kenara bırakırsak etkileyicilik anlamında insanın içine işleyen, kalbini sıkıştıran bir anlatıya sahip. Zaten yakın tarih malesef başlı başına bir dram. Okurken bir parça ruhumun öldüğünü hissettim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Mine Söğüt’ü zaten çok severim de, bu kitabı bir başkaymış. Diğerlerini de çok sevdim o tartışılmaz, ama şuan ki ekonomik, sosyokültürel yapıdan mı bilmem, daha bir yakın hissettim kendimi. Şahbaz…Herkesi gören, izleyen, kendince hakikatın ne olduğunu bilen. Ve çok acı ki, ülkenin bir döneminin karanlık günleri. Kitabın sonunda ki almanak kısmı ise çok güzel düşünülmüş. Ama acı ki, hayatın şiddeti bu ülkeyi ve insanlarını her dönem çok yormuş…
“İnsanlar ölsün diye değil yaşasın diye savaşmak...Böyle bir şeyin mümkün olduğuna inanabilir mi insan gerçekten.. Birini öldürmek sadece onun canını almak değildir.Ölümü düşünerek başlarsın öldürmeye.Etrafında teker teker düşer bedenler.Hedef şişeleri gibi.Öylesine öldürülmüşçesine..."
This entire review has been hidden because of spoilers.
Mine Söğüt zihninin içinde yaşanılası bir yazar oldugunu bir kez daha gözler önüne seriyor,çarpıcı gerçeklik içeren tek bir roman sec deseler bu eseri seçerim, bazen okurken çok zorlandım,kesinlikle tavsiye ederim
Kurgusu merak uyandırıcı, dili ise egzantirik ve akıcı idi. Ne yazık ki günümüze de çağrışım yapan, ihtilal öncesi dönemin karanlığı, betimlemeler aracılığı ile öyle iyi işlenmiş ki, taze bir cinayetten kalma kanın avuçlarda bıraktığı ılık ve kaygan hissi, burun direğini sızlatan pas ve murdar kokusunu, yüreğe dolan sıkıntılı zifiri anında hissedebiliyorsunuz.
Yazar 12 aya 12 bölüm atfederek, doğaüstü şeytani bir yaratık olan Şahbaz'ın gözlerinden dünyayı anlatıyor . Dünyayı şahbazın gözlerinden görüyoruz, her şeyin suçlusu da şahbaz, insanı kötülüğe azmettiren de o. Fakat Şahbaz'ı tanımıyoruz, kim, ne, neden burda, bu zavallı insanlardan ne istiyor? İşte tam bu noktada anlıyoruz ki yazar, tüm din tarihinin hayali iyilik antagonisti olan Şeytan'ı, şahbaz metaforu ile tekrarlamak istemekte. Alışılagelmiş şeytan olgusunun yeni yaratımı adeta okuyucuda komik bir hissiyat yaratıyor ve yazar bunu bilinçli bir şekilde yapıyor. Çünkü insanın varoluşunu anlamlı kılmak, vahşi içgüdülerine sorumlu aramak adına yarattığı her olgu esasında zaten komik. İşte Okuyucuyu içine çeken de yazarın bu kinayeli dürüstlüğü. Bilhassa medeniyetin varoluşundan bu yana ülküsünü güttüğü taraf sağ, sol, kuzey, güney/vs ne olursa olsun, inandığı dogmalar ile kendi kötücül eylemlerini meşru kılan insanın iki yüzlülüğü Şahbaz maşası ile bir bir yüzüne vurularak bu kinayeli dürüstlük sürekli pekiştiriliyor.
Yazar insan, okuyucu insan, anlatılan zaman ise, hem geçmişin geçmişi, hem an, hem de gelecek. Varoluşçu yaklaşımı ile buradan kavrıyor zihninizi kitap aslında... Zaman değişiyor, isimler değişiyor, kavgalar ise değişmiş gibi görünüyorlar... Fakat her şey aynı ile tekrirde. İnsanın aciz varlığının, kendince ulu ülkülerinin hiç bir anlamı olmadığını görüyoruz. 12 ay, 52 hafta, 365 gün 6 saat birbirini tekrar edip duruyor...
"Ben Şahbaz... Kuşlardan bembeyaz bir doğan, şahların şahı bir insan; hayat denen de, ne yazık ki, külliyen yalan."
Mine Söğüt'ün büyüleyici, müthiş bir dili var; özellikle dehşetengiz, gizemli şeyleri anlatırken. Diğer kitapları herhalde daha çok bu yönde sanırım, adları bile kendilerini ele veriyor, "cinperi yalanları", "deli kadın hikayeleri" gibi. Gerçekten önünde şapka çıkartılacak cinste bir ustalık. 1979'u değişik bir şekilde anlatıya dönüştürdüğü bu kitapta, ikizler motifini esas almış, bir de döngüsel tarih anlayışını; yani şiddetin kökeni üzerine düşünürken ve 1979 Türkiye'sine uygularken bunları kullanmış. Bunu felsefi veya tarihsel açıdan tartışmak büyük mevzular ve üstünkörü yargılarla tamamen yanlışlanabilecek şeyler değil. Bunu bırakıp, Mine Söğüt'ün edebi başarısını tekrar belirtmekle yetineceğim. Fakat eklemeliyim ki, belki bu motifleri, daha fazla o yılın toplumsal olaylarıyla zenginleştirmeyi deneyebilirdi; çünkü ne kadar ustalıkla işlenirse işlensin, bir noktadan sonra anlatı tekrara düşmüş oluyor, karakterler için yenilikler bulunmuyor, aynı şeyler üzerine konuşulup duruluyor. Oysa ki, o günün somut olaylarından daha fazla yararlanılabilirdi. Böylece de biraz fazla mitik hale gelmiş anlatı, daha tarihsel/sosyolojik bir yöne girerdi. Yani, ben olsan öyle yapardım diyorum, akıl verdiğimden değil:)) Kitabın zaten son üçte birlik kısmı, anlatıdan bağımsız olarak bir 1979 Almanağı. Demek istediğim oradaki birçok olay ve kişi, anlatıya dahil edilip yedirilebilirdi bana kalsa. Fakat anlyorum, Mine Söğüt genelde böyle sosyolojik izahatler yerine daha varoluşsal hatta daha gizemli, cinli, büyülü, ruhun ve ruh ötesinin karanlık yanlarına bakmakta ustalaşan bir yazar. İşte onu da güzel yapıyor açıkçası.
Mine Söğüt'ün br başka harikulâde kitabı :) İnsan hafızası gerçekten çok tuhaf.. Sanıyoruz ki 2023 zor bir yıldı, yok 2020 daha zordu çünkü Corona ama açıkcası hangi yıl kolaydı / güzeldi ki? Bak işte 1979.. Ne beter bir yılmış. Ama bilmiyoruz.. İnsan hafızası bol delikli ve birkaç beden büyük bir hırka gibi... Ve bu hırka bizi ısıtıyor mu yoksa farkına varmadan ve aldana aldana donuyor muyuz, emin de değilim. Aynen bu hikayenin üzerimde bıraktığı his gibi: karışık.. Fakat çok başarılı. Şahrazade'nin anlattığı 1001 gece masalları gibi, Şahbaz da bitmeyen, içiçe sonsuz bir tek hikâyeyi anlatıyor... Ve sen dinliyorsun. Dinlememek elinde değil... Birkaç alıntı: "Kendi hikâyemi sana anlatmaya niyetim yok. Ama hayatlar birbirinin içinden geçen sonsuz halkalar gibidir. Kalabalıkta rastgele iki insan seçsen ve geçmişlerini deşsen, mutlaka bir yerlerde onların birbirine değdiğini görürsün." "Şimdiye kadar olanları anlayabilirsen, olacaklara da vakıf olursun." "Tanrıya sorulamayacak tek soru evreni neden yarattığı. Bu soruya en yakın cevap, "Kendini görmek için ," olabilir. Peki Tanrı kendini görmek için yarattığı evrende gördüklerinden memnun mudur? Cevap evetse, o kötü demektir. Cevap hayırsa, âciz... Oysa Tanrı'ya ne kötülük ne âcizlik yakışır. O mükemmelin tarifidir. O zaman da kötülük ve çaresizlik, anlamlarından sıyrılıp mükemmelleşir. Görüyor musun her şey birbirine karışıyor. Harikulade bir karmaşa!" "Adalet doğada yok, neden insanlar arasında olsun?" "Gerçek su gibidir, girdiği kabın şeklini alır." "Salih'le Melih'i anlat bana Şahbaz. Anlat ki kendi hikâyemi unutayım." "Olaylar olur. Önemli olan ne olduğu değildir. SEnin başına ne geldiği de değildir. Önemli olan senin nasıl davrandığındır."
Mine Söğüt bu kitabında Türkiye'nin yakın tarihinin dönüm noktalarından biri olan 12 Eylül 1980 öncesini anlatıyor. Hayali mi gerçek mi olduğu belli olmayan Şahbaz karakteri ve işkence gördüğü binanın bodrum katında bulunan bir kadın kitabın ana iskeletini oluşturuyor. Mine Söğüt romanlarına özgü bir çok alt hikaye bir yerlerde birbirlerine bağlanıyor. Kitabın yer yer sert ve rahatsız edici hikayeler barındırdığını düşündüğünüz anda kitabın ikinci bölümünde yer alan 1979 yılının gazete haberlerinden oluşturulan almanakı görünce gerçeklerin yanında ne kadar hafif kaldığını görüyorsunuz. O günden bu günlere değişmeyen tek şey belki de her gün içinde bulunduğumuz bu dehşet hali.
In this book, Mine Söğüt describes the period before September 12, 1980, one of the turning points in Turkey's recent history. The character of Shahbaz, whose dream or reality is uncertain, and a woman in the basement of the building where he was tortured form the main skeleton of the book. Many sub-stories specific to Mine Söğüt novels are connected to each other somewhere. When you think that the book contains harsh and disturbing stories in places, when you see the almanac created from the newspaper news of 1979 in the second part of the book, you see how light it is compared to the facts. Perhaps the only thing that hasn't changed since then is this state of horror we live in every day.
Öncelikle kitap benim beklediğim kadar siyasi içerikli değildi. Daha ziyade her dönemde yaşanabilecek, yaşanan, yaşanıyor olan bazı trajik olayların anlatıldığı bir roman. Büyülü gerçekçiliği andırıyor aslında Mine Söğüt'ün dili fakat tam olarak o türe konumlayamayız bence. Masalsı daha doğru bir kelime olacaktır. Yani bu kitapta da yazarın diğer kitaplarından aşina olduğumuz üzere "masalsı" bir anlatım var, karanlık bir masal okuyor hissi veriyor. Ancak bana "fazla" kasvetli geldi, sonundaki 1979 yılında yaşanmış ve gazetelere konu olmuş olayları okuduğumuz kısımdan da anlıyoruz ki yazar kitapta anlattıklarını gerçek hayattan esinlenerek yazmış. Bazı karakterler bir sekilde birbiriyle kesişse de bana bütünlüklü bie roman gibi gelmedi, öyküye yatkın bir roman denebilir.
Sözün özü; karanlık bir içeriğe sahip, üslûbu lezzetli ama sert bir roman Şahbaz'ın Harikulâde Yılı 1979. Bana biraz da Michael Haneke'nin White Ribbon filmini anımsattı.
Şu alıntıyla bitireyim;
"Size tuhaf bir hikâye anlatacağım. Bir sürü küçük hikâyeden oluşan, kocaman tek bir hikâye. Anlatacağım hikâyenin kahramanları gerçekten yaşadılar. Belki adları farklıydı; yaşadıkları hayatlar ve geceleri gördükleri düşler de; bambaşka açılar çekmiş olabilirler, bambaşka şeylere sevinmiş belki. Ama hepsi gerçekti. Hikâyenin geçtiği şehir de gerçekten vardı, hikâyenin geçtiği zaman da." (sayfa: 13)
Fokur fokur kaynayan bir ülkenin, ikizler ve lanetler etrafına örülmüş hikayesi.
Sonda 1979 yılının gerçek almanağı var, edebiyat adına orijinal bir ekleme olmuş. Kurgu diye okuduklarımızın aslında çoğunun yaşandığını hatırlatmanın incelikli bir yolu.
Okuduğum ilk Mine Söğüt romanı oldu, saygı duydum, diğerlerini de listeye alacağım.
Hikayenin merkezindeki fantastik öğeler, akışta kullanılan gerçek olaylar - kah ilham alınan, kah bire bir kullanılan- karakterlerin karşılaşmaları, çarpışmaları, dolanıklıkları oldukça özgün ve kaliteliydi.
Türkiye'nin 1979 (dolayısıyla ve aslında 1980) yılına ilgi duymayan, okuduğu metinde kan ve gözyaşı görmek istemeyen, fantastik öğelerden (gerçek hayatın içine incelikle karıştırılmış olsa da) hazzetmeyen, içinde birden çok kahramanın/karakterin olduğu, zamanı doğrusal ilerlemeyen romanları sevmeyenler yüksek ihtimal bu romanı da sevmez. Bu saydıklarımı sevenler ise zaten okumuştur.
Yazarın Beş sevim apartmanı , Deli kadın hikayeleri , Kırmızı zaman
Kitaplarından sonra bu kitabı okudum. Çok yorucu içimdeki tüm enerjimi çekip aldı . Belki de yapmak istediği buydu yazarın. Bunalımlı bir havası var ama kitabı elinizden de bırakamıyorsunuz.
En kısaca sürpriz bozmadan anlatımı ;
1979 yılına ve 1980'e giden süreci İşkence sırasında öldü sanılıp hücrede bırakılan bir kadına anlatılan hikayelerden takip ediyoruz.
"hafızayı zamana emanet etmenin sonucu unutmaktır. zaman unutturur. unutturur ki, hayat devam etsin. insan unutmasaydı, yaşayamazdı. hayat tekrarlanmasaydı, olmazdı. çünkü yaşananlardan başka bir şey yok. yaşananlar yeniden, yeniden, yeniden yaşanmalı ki, varoluş da tekrarlansın."
5 Sevim Apartmanı'ndan sonra yazarın üslubuna ve anlattığı korkunç masalsı hikayelere hem rahatsızlıkla hem de hayranlıkla bağlandım.
Şahbaz'ın Harikulâde Yılı 1979 kitabı da yine aynı kendine has dehşete düşüren, masalsı, ve rahatsız edici derecede gerçekçiydi. Ben kitabı audiobook olarak Storytel'de dinledim, o yüzden kitabın sonundaki almanağı ard arda duymak çok hoşuma gitmedi. Kitabı yazılı formatta okumuş olsam önce hikâyeyi, sonra o ayla ilgili almanağı okurdum. Almanağın olmasını ilk garipsedim, ama dinledikçe hikayedeki olaylarla gerçekten yaşanmış olayların aslında birbirlerinden çok da farklı olmadığının farkına varmak iyi oldu.
Storytel'e üye olduktan sonra dinlediğim ilk kitap. İlk yarım saati çok ilgi çekiciydi, kendimi dinlemekten alamadım. yarısına gelene kadar büyük bir ilgiyle dinledim. Ama sonra sıkılmaya başladım. Sonunu da bitsin artık diye diye dinledim. Sıkılmamın sebebi sesli kitap formatından olabilir, o yüzden çok bir şey söylemem doğru olmaz.
Fakat şunu söyleyebilirim, bu tarz kitaplar ne kadar iyi yazılmış olurlarsa olsunlar okumaktan çok zevk aldığım kitaplar değiller. Bu kişisel bir tercih. Onun dışında Mine Söğüt'ün kalemini beğendim. Akıcıydı. Daha ilk bir kaç cümlede beni hikayeye çekmeyi başardı. Özellikle bu kitabını çok merak ediyordum, iyi ki okumuşum (dinlemişim).
Ağır, çok ağır bir hikaye Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979.
Kimisi bedenen kimisi zihnen karanlığın içine hapsedilmiş insanlar. İkiz doğan bebeklerin lanetiyle başlayıp, silsile halinde birbirinden alakasız hayatlara sirayet eden bir örgü. İşkenceler, eziyetler, ufak ufak hareketlenmeye ve filizlenmeye başlayan 12 Eylül’ün ayak sesleri…
Okurken çok ağır gelecek, kurgu sanacağınız hikayelerin aslında hiç de öyle olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşeceğiniz, yazarın çok sert anlatımının etkisini derinden hissedeceğiniz bir kitap.
Anlatılan olaylar ve kişiler 1979 Türkiye’sinin kopyası. Yazar o yılın kasvetli ortamını çok güzel aktarmış. Belki de bu yüzden dili sade ve akıcı olmasına rağmen okuması insanı biraz yoruyor. Kitap sonuna eklenen almanak da adeta kitaptaki olayların yaşananlar yanında devede kulak kaldığını gösterir cinsten. Son olarak kitapta altı çizilecek çok güzel tespitler de var.
"İyi ya da kötü...olaylar olur. Önemli olan ne olduğu, hatta senin başına ne geldiği değildir. Önemli olan senin ne yaptığındır."
Bu aralar 1980 ve hemen öncesi ile ilgili bir çok kitap yazılıyor, dizi, film çekiliyor. Bence en iyisi bundan 18 yıl önce yazılmış bu kitap, Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979. Mine Sogut'un oldukça sert ve acımasız dili ön planda. Rahatsız edici, geçmişi (?) gerçekçi bir şekilde önümüze koyuyor. Doğru sorular, iç acıtıcı olaylarla. Kitabin son bölümünde bir de Alamank var 1979 olaylarının sıralandığı. Yone yeniden 1980 kabusunu kanartmak istetseniz bırakın günümüz kitaplarını, bu kitabı okuyun. O günleri içinde yaşamışlar neden tekrar tekrar kanatmak isterler o yarayı bilemem.
okuduğum ilk Mine Söğüt kitabıydı. Tek kelimeyle BA-YIL-DIM! Çok çok güzeldi. Yazarın dili çok akıcıydı ama bunun da ötesinde kurguyu işleyişi, karakterleri birbirine bağlayışı, son sayfaya kadar gizemi koruyuşu çok başarılıydı. Kurgunun bir de yakın geçmişte planlanması, işleyişte dönemin siyasi atmosferinin verilmesi, ne uğruna ölünüp öldürüldüğünün sorgulandığı ince mesajlar derken... Kitap nasıl bitti anlamadım.