Hegel’in Fransız düşüncesindeki etkilerini, Köle-Efendi diyalektiğini ve devlet kuramını, bu bakış açısıyla yeniden okumak, felsefe tarihine Descartes’ın ve Kant’ın mirası olan ikicilikleri aşmakta ve eylem ile düşüncenin birlikteliğini kavramakta yararlı kapılar açacak bir çalışma.
Bu kitapta Tülin Bumin, Hegel’i felsefi bir antropolojinin yazarı olarak incelerken, onun dünyayı ve insanı bir bütün olarak ele alışında ve bu duruşun oluşturduğu özbilinç anlayışında, zamanı içkin kılan bir özgürlük felsefesine dikkat çekiyor.
1946 yılında doğdu. 1971 yılında D.T.C.F. Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Fransa’da Sorbonne-Paris I Üniversitesi’nde Marcuse, Colleti ve Lukács’ın praksis felsefelerinde gerçeklik ve akılsallık ilişkisi konusunda felsefe doktorası yaptı. Şu anda Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı olarak çalışmaktadır.
Açıkçası bana bir aydır bu kitabı okuyorum gibi gelmişti ama olmamış şaşırdım. Öncelikle Hegel'in bu kadar onemli biri olduğunu bilmiyordum ve kitap gerçekten tarihe-olaylara-devlet yapısına olan bakış açımı çok değiştirdi. Şansıma kitapta bahsedilen kitapların çoğunu okumuştum. Yani bence bunu okumadan önce Platon'un devletini, Rousseau'nun toplumsal sözleşmesini filan okumuş olmanız gerekiyor. Benim gibi anarşizme de ilgi saldıysanız sonlara doğru baya heyecanlanıyorsunuz onu söylemeliyim. Şuanda oturup Hegel'in felsefesini sizle tartışmayacağım. Çünkü ben çok da önemli değilim. Neler öğrendim şunu söyleyeyim, Hegel'in efendi-köle diyalektiği gerçekten çok önemli. Çünkü bu elemandan öncekiler bilinç konusunda doğa-ben kavramı üzerinden gidiyorlardı bu adam doğa ile ben'i bir bütün olarak görüp ben ve o arasındaki diyalektiği inceledi. Yani var oluşun istek - gerçekleştirme ve başka kişi de aynı şeyi istediği için ona sahip olursa senin kendi istediğini elde edememesi durumu. Bu neden önemli çünkü aslında modern bilim dalları bu kavramdan çıkıyor. Freud bunun bir kısmı ile ilgilenmiş, Marx başka kısmı ile Fromm başka kısmı ile. Bu fikir birçok farklı fikrin doğmasını sağlıyor. Ve bu kölelik sırasında kendini yaptığın işlerle ifade ettiğinde o şey senin oluyor ve efendi sadece tüketiyor. Sen bir şeyleri "olumsuzladığın" için değer üretiyorsun ancak efendi asla tatmin olmuyor çünkü değer üretemiyor. İşte bu kavramı bir tek bu eleman düşünmüş. Hegel respect. Bu konunun devletle olan kısmı en çok ilgimi çeken kısım. Çünkü aslında bu diyalektik ve özgürlüğünü kazanma üretme ve çalışmayla elde edilen bir eşy. Bu sebeple sözleşmeler ve anayasının kendisinin bir tarih oluşturacağını söylüyor. Bir gelenek bir düzeni kağıda dökersen kalıplar oluşur diyor.Anayasa elbet bir kişinini istediğini kapsayacağı için herkesi ifade etme özelliğini kabetmiştir diyor. Zaten kendinde olma bilinci yani her bir bireyin bu diyalektiğin bir tarafı olması gerçeği - aile ve geleneklerin hespsinin hem ahlakı oluşturacağını hem de sistemin kendiliğinden işlediğini söylüyor. Bu çatır çatır anarşidir arkadaşlar. Ve en önemlisi platonun devleti ve sokratesin bahsettiği demokrasi kavranını "atinanın düşmeden önce yaptığı son çırpınışlar" olarak görür. bende ilk hayırdır inşallah dedim ama adam bu kadar kanun ve cezanın zaten bir şeylerin yolunda gitmediğini gösterdiğini söylüyor basitçe. Ve o zamandaki özellikle sokrates ve platondaki basit felsefe diyaloglarının kısaca kapsayıcı olmadığını ve modern de olmadığını söylüyor. Sonuçta hemen sonra fransız devrimi oldu hegelin söylediği gibi işin içine ego isteme gibi şeylerin de girmesi gerekiyor sonuç olarak. O sebeple diyor ki geriye götürürsününz diyor dünyayı bu sözleşmelere kanunlara bu kadar takılıp devletteki sözde ütopyayı kurmaya çalışırsanız. HEGEL OUT.
Sadece Efendinin Tragedyası için bile okunur bu kitap. Hegel felsefesini Fransız filozof okumasıyla okumak hoştu. Felsefenin böyle bir güzelliği ya da zorluğu var. Aynı filozof hakkında birbirlerine o kadar zıt okumalar mevcut ki, dalıp gidiyorsunuz. Bumin, başarılı bir çalışmaya imza atmış. Ayrıca bir felsefe kitabı anca bu kadar güzel bir son cümleyle bitirilebilirdi.
Hegel felsefesine giriş için çok çok iyi bir kitap. Anlaşılır ve gayet akıcı bir dili var. Çok fazla bilinmeyen kavrama boğulmadan herkesin anlayabileceği bir üslupta yazılmış. Tülin Bumin hocayı burada tebrik etmek gerekir. Benim kitabımı okuma nedenim Köle-Efendi diyalektiğini daha iyi kavramak. Bunu öğrenme isteğim de Lacan'ın kendi kuramında buna çokça değinmesi ve kendi kuramına eklemesi. Ah Lacan senin yüzünden oradan oraya savruluyorum!
"Kojève'in ifade ettiği gibi, "çünkü insan doğal bir dünyada yaşadığı sürece gerçektir." Bu doğal ve insana yabancı dünyayı insanın yadsıması, dönüştürmesi kendinin kılması gerekecektir. Ama, kendisine karşı savaşacağı bu dünya, yine de onun var olabileceği tek ortamdır. O halde, eğer efendinin amacı kendini kabul ettirmekse, o bu savaşın sonunda hasmının hayatını bağışlamalı ve onun yalnızca özerkliğini yok etmeli, ya da tek bir sözcükle, onu "köleleştirmelidir".
O halde sonuçta, zorunlu olarak, taraflardan biri kabul edilecek, diğeri ise yalnızca kabul etmekle yetinecek yani bir köle ve bir efendi ortaya çıkacaktır. Köle bağımlı varlık, efendi ise bağımsız varlıktır: "İşte bu nedenledir ki özbilincin kökeninden söz etmek, zorunlu olarak özbilincin özerkliğinden ve bağımlılığından, efendilikten ve kölelikten söz etmek demektir." Başka bir deyişle, ilk insan yalnızca bir insan değildir; o ya bir köle ya da bir efendidir. İnsanlar arası ilişkinin tarihi, ve yine oradan geçen, insan-doğa ilişkisinin tarihi, aynı nedenle, köle ve efendinin birbirini, karşılıklı olarak, etkilemelerinin tarihi ya da Köle-Efendi diyalektiği şeklinde oluşacaktır. Böylece, aynı tarihin sonu da, şimdiden saptanmış durumdadır: İnsanın köle ya da efendi olmak bakımından belirlenmediği, ama insan olarak kabul edildiği an. Hegel'e göre bu an, felsefenin başından beri amaçladığı ve orada, insanların artık kendilerini ve birbirlerini birer insan bireyi olarak kabul ettikleri evrensel uzlaşım anıdır."
Descartes'ın özbilincinin var olduğunun dayanağı olan cagito'su yerine Hegel korkudan doğan çalışmayı koyuyor. Köle, efendi korkusuyla çalışırken, nesneyi yani dış dünyayı kendi öznesinin eleğinden geçirerek, kendi değeri haline getiriyor. Bu da efendinin aradığı özbilinci bulmaya daha çok yakalştırıyor köleyi. Bir özbilincin varlığını ancak başka bir özbilinç kabullenirse var olduğunu bilebilir bilinç fakat efendi köleyi nesneleştirerek onun özbilincini yok eder. Özbilinci olmayan bir köle ise, efendinin var olduğunun kanıtı olamaz.
Stoaclıktan, Hristiyanlığa köle efendi diyalektiğinin izlerini takip ettiriyor yazar. Platon'un sanatı değersiz görmesi ile Hegel'in sanatın öldüğü düşüncesi arasındaki farkları okumak güzeldi. Sürekli takip edemedim ama okurken koptuğum zamanlar oldu. Görüngübilim'in tarihsel ve kültürel bağını anlayamadım.
Hegel ve felsefesini, kojeve ve fransız düşüncesi üzerinden ele alsada hegelin bilinç konusu üzerine yazdığı bölümler özellikle okunmalı. Hem hegelin hemde hegel öncesi bilinç ve özbilinç problemi detaylı ve anlaşılır şekilde okuyucuğa aktarılmış