Türkiyeliyim... Ermeni'yim... İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi "Batı" denilen o "hazır özgürlükler cenneti"nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim. Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.
Şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayama-dığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ da ödüyorum...
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında... O noktada hep çaresiz kaldım.
"Ölüm-kalım" dedikleri bu olsa gerek... Bütün bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce... Hrant Dink
Hrant Dink Malatya'da 15 Eylül 1954'te doğdu. Türkiyeli bir Ermeni aydını olarak toplumuna baktı, ona dokundu, gördü ve bildi. Mücadelesini sürdürdüğü gazetesi Agos'un önündeki kaldırımda 19 Ocak 2007'de vuruldu. Bu kitap onun benzersiz hayatının hikâyesidir.
1948'de İstanbul'da doğdu. Ortaöğrenimini Avusturya Lisesi'nden sonra ABD'de tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. "Cumhuriyet" gazetesi bünyesinde yayımlanan "Bizim Almanca" dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. "Gergedan" dergisinde yazı işleri müdürlüğü görevinde bulundu. "Yeni Yüzyıl" gazetesinde kültür-sanat ve gezi yazıları, "Gazete Pazar"da "Portreler" köşesini hazırladı.
Boğazımda bir düğüm Hrant! "...Erivan'da bir akşam yemeğe bir yere gittik. Orada çalan bir grup vardı. Konservatuvar öğrencileriymiş hepsi. Onlardan bir parça istedi Hrant. Baktık "Çırpınırdı Karadeniz"i söylüyorlar ama Ermenice sözlerle. Meğer bu türkünün sözleri Azeri şair Ahmed Cevad'a bestesi Ermeni aşuğ Sayat Nova'ya aitmiş. Nasıl mutlu olmuştu Hrant, nasıl coşku duymuştu! Sari (dağlı) gelin türküsünü söyledi sonra. Gruptakilerde "Sarı Gelin" olarak Türkçe eşlik ettiler ona..." Bazen o kadar anlamsız geliyor ki tüm bu yaşananlar. Kitapta geçen bu anekdottaki kadar öyle iç içe öyle birlikteyiz öte yandan bir o kadar ayrıştırılmış... Nice dağ gibi adam, nice güzel insan milliyetçilik zırvalarının hedefi olmuş.
Eğitimin en olumsuz kısmı lisedeki Türkçe öğretmenimin (gericileri aratmayacak) kapsamsız bakış açısına karşın, bize bütün dünyayı sunduğu imasını kayıtsız şartsız kabülümdür. Ulusalcılık dogmasını kafamda (bir nevi) yıkalı çok oldu ama konuyu hiç elle tutulabilir kişiler bazında düşünmemiştim. Zira, her gün savaş var, her gün aydınlar şaibeli ölüyor ve hapse giriyor. Üzüleceğimi bilerek düşünmek beni ilerletmiyor.
Tuba Çandar’ın Hrant’ı meselenin en kötü kısmını önceden bilerek okunduğu için “yüzleşmeli düşündürücülük” diye sınıflandırılabiliyor. 4 ayda kendi kendime bağırıp çağırarak kendime hakkında yalan söylediğim gerçekler hazmettim. Zülüme isim verme lüksünü bana veren kitap olarak Tubacığımı çok sevdim. Çandar’ın eşi ve kendi gibi pek aydın olmayan arkadaşlarını adeta Hrant’ı yaratmışçasına sunması midemi bulandırdı. Hrant 301’den yargılanırken kitaba Hrant’la arkadaşlıklarını ve Hrant’ı nasıl profesyonel gazeteci haline bizzat kendileri getirdiklerini anlatan bu şahısların mahkemeye nasıl gelmediklerini uyduruk sebepleriyle anlatmalarını okurken Çandar oldu tekrar “Tuba’cığım”.
Kitabı ve keşfettiklerimi 38 senedir Türkiye’ye dönmemiş, 38 senedir ilk kez benimle arkadaş olmuş, Arman’a faydası olması dileğiyle...bir gün konuyla ilgili işe yaramam dileğiyle...delirmemek için şimdilik pişmeye bırakıyorum. Anadolu'ya tekrar geldiğimde büyükbabamın mezarının taş oyuntusu dışında Ermeni etkisini aramaya and içiyorum.
Sera Dink: "Evimizin halini düşünüyorum da, çok garipti, sürekli ülkeden gitme ihtimallerinden söz edildi ben kendimi bildim bileli. Ama hiç kalkışamadık, hepimiz çok iyi biliyorduk, burası bizim evimiz, başka nerede yaşayabilirdik ki? Her konuşmadan sonra odama çekilip gözyaşı dökerdim. Sonuç olarak bırakıp gidemedik buraları, sonunda da babamı kaybettiğimizle kaldık. Vatanımız bizi fena cezalandırmıştı onu sahiplendiğimiz için."
Dichotomy of physical presence in the 21st century with a mentality of dark ages! Yet a very, a very long road to enlightenment and education for the neighbor on the west, which is sad indeed.
Bu kitabi okudugunuzda belki halen Ermeni meselesini anlayamayabilirsiniz ama insan olmak ve olmamak ne demektir anlarsiniz. Varolusa anlam katan guzel insanlardan biri imis Hrant :(
Hrant bir Ermeni'ydi ama herşeyden önce bir Türkiye'liydi ve üzerinde yaşadığı topraklarda herkesin kendi kimliğini özgürce yaşaması adına verdiği mücadelesinde aldılar onu bizden. Bizi Hrant'sız koydular..
Uzun zamandır okumaya çabaladığım bir kitaptı Hrant. Sonunda Riyad'ta odaklanıp okuyabildim ve okurken kimi zaman kendi kendimle mücadele ettim ve hatta tarafsız kalmak adına kendi düşün sistemimi sorguladım. Çok da iyi ettim ama, seni okudum ve seni tanıdım çünkü. Anlatılanların aksine, kurulan senaryoların ve yapılan karalamaların ötesinde bambaşka bir Hrant tanıdım.
Ayrıca bir biyografiden öte bir anı kitabından öte birşey Hrant. Bazen kendinden bir parça bulduğun bazen de gözünün önünde durup da göremediğin gerçekleri sana gösteren bir kitap, aynı Hrant gibi yani..
This has been very comprehensive biography of Hrant Dink. It gives the stories from his early childhood to the day he assassinated. The way of the book is more like a novel flows with the real figures from the life. I highly recommend you if you ever wondered his life or more about Anatolian Armenians.
Yaşı kaç olursa olsun, on yedi veya yirmi yedi, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.