What do you think?
Rate this book


385 pages, Kindle Edition
First published January 1, 2009
Kitapta muazzam tespitler ve fikirler var. Atatürk’ün ikonik bir fotoğrafıyla ilgili denemeye buyurunuz:
“...Gazi, Dikmen sırtlarında dinleniyor. 12 şubat 1921.” Gözlerimin hizasına asılmış fotoğrafın altında böyle yazıyordu: Gazi dinleniyor... Ama dinlenmiyordu. Atatürk’ün yüzlerce fotoğrafını görmüştüm. Bu fotoğrafta, dinlenen bir adam yoktu. Böyle bir adam görmüyordum. Ben bu fotoğrafta, bizden bıktığı için gözlerini kapatan birini görüyordum. Hepimizden, her şeyden bıktığı için bize bakmaktan vazgeçmiş birini görüyordum. Kurtarmak istediği insanların gerçekte bir sahtekârlar sürüsü olduğunu, onca çabasının hiçbir şeye değmeyeceğini düşünen bir adam görüyordum. Her şeyi bırakmak, her şeyden vazgeçmek, her şeyi siktir etmek isteyen bir adam. Hatta belki de hayatında ilk kez ölmeyi düşünen bir adam. Ölüp yok olmayı, kara karışmayı…”Burada yazar Ziya Hurşit'i konuşturmuş:
“...Ne yapılırsa yapılsın, kaç yıl geçerse geçsin, ne kadar medeniyet peşinde koşulursa koşulsun, Türkiye, şark usulü sultan siyasetine saplanıp kalacaktı. Mustafa Kemal’in bunu görememiş olmasına imkân yoktu. Mutlaka o da biliyordu. Kendisinden sonra, büyük bir çöküşün başlayacağını ve tek nesilde bilinçlenmenin mümkün olamayacağını anlamış olmalıydı. Ama Mustafa Kemal için de dönüş yoktu. Girdiği yolu gazetelerden takip edebiliyordum. Her gün yeni bir kavramla ortaya çıkıyor, insanların gözlerini açmaya çalışıyordu. Oysa her şey başlamadan bitmişti. Yıktığı saltanat, cumhuriyet adıyla boğazını sıkmaya başlamış, insanların kendisine bir imparator gibi davranmalarını engelleyemez olmuştu. Ne yaparsa yapsın, olmuyordu. Herkes evine bir Mustafa Kemal istiyordu…/...Mustafa Kemal’i gördüğüm ilk anda anlamıştım. Onun da başına gelecekti. Kutsallaşacaktı. Hiçbir hamlesi hiçbir yerde tartışılamayacak, sözleri dogmalara dönüşecek, İstiklal Savaşı’ndan geriye kalan tek isim olacak, ilkelerinden heykeller yapılacak, ekonomisi için çırpındığı ülkesinin değeri düşmüş banknotlarına yüzü resmedilecek ve hatta politikasının aleyhinde fikir beyan etmek bile kanunen yasaklanacaktı. O kadar etkileyici ve güçlü bir kişiliği vardı ki, bütün bunlar olacaktı. Önce düşmanı sonra saltanatı yenmiş olan Mustafa Kemal, en sonunda da kendisiyle savaşacaktı. Özgürleştikçe körleşen halk, onu ve devrimini çiğ çiğ yiyecekti. Tarihe bir V harfi çizdirecek kadar keskin bir dönüş yaptırmış olmasına rağmen, halkı tarafından delik deşik edilecek ve geriye sadece fotoğrafları kalacaktı. O günlerde, yaşadığımız her an, bir devrimdi, asker. En az Fransız İhtilali’ndeki giyotinler kadar keskin bir devrim. Ve Mustafa Kemal büyük bir devrimciydi. Ancak, çevresindekilerin kutsallaştırma ihtiyacı yüzünden yalnız kalacaktı. Kendi adının gölgesinde yaşayacak ve ölümünden sonra anlamını yitirecek olan devrim geri tepecekti. Çünkü devrim, Mustafa Kemal’in kendisi olmuştu. Yaşıyordu. Yürüyordu. Nefes alıp veriyordu ve her ölümlü gibi devrim de toprak olacaktı. Her ne kadar bir meclis ve içinde yüzlerce mebus olsa da, devrim Mustafa Kemal’di. Oysa binlerce neslin geleceği söz konusuydu. Kutsallaştırma ihtiyacı, Mustafa Kemal’in içini oyacak ve devrim öncesine dönmek isteyenler, tek bir fiskeyle onu parçalayacaklardı. Bütün bunların gerçekleşeceğini, onu tanıdığım gün anlamıştım. Olağanüstü zekâsından akan olağanüstü fikirleri, ülkenin her caddesine verilecek olan kutsallaşmış adından ibaret kalacak ve yok etmeye çalıştığı ne varsa, o yollardan geçecekti. Hilafetçiler, saltanatçılar, mandacılar Gazi Mustafa Kemal bulvarlarında yürüyecek, ona küfürler edeceklerdi. Bütün bunları anlamış ancak görmezden gelmiştim. Önemsememiştim. Öfkemin içinde kaybolup çevresindekilerden nefret etmiştim. Oysa belki de kimsenin günahı yoktu. Yanlış olan zemin ve zamandı. Dehasını paylaştığı insanlar, kurduğu düzeni yerle bir etmek için son nefesini bekliyorlardı. Çünkü o Türk devriminin tek muhafızıydı. Her ne kadar kendisi bundan nefret etse de, o hale getirilmişti. Çünkü insanın kutsallaştırmaya ihtiyacı vardı ve onun kaybettiği tek kavga buna karşı olandı. Kölelikten kurtardığı halkının kölesi olmuştu ve bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bütün bunları anladığımda, bir gün onun yok olması gerekeceğini biliyordum. Yok olup, yerini devrimi sürdürecek insanlara bırakmasının gerekeceğini. Asla tek kişiye değil, insanlara, meclise, meclisi seçen halka. Evet asker, belki de şu ana kadar sana söylediklerimin en delicesi gibi gelebilir, ama onunla tanıştığım gün anlamıştım. Türk halkının hayatına doğru zamanda girmiş ancak çıkmakta gecikiyordu. Hayatta kaldığı sürece, ilkeleri Anadolu’ya nüfuz edemeyecekti. Devrimler tarihini anlatan kitaplarda yazıyordu hepsi. Benzer bataklıklara saplanmış devrimcilerin ne ilki ne de sonuncusuydu. Anlayabilmek için okumak ve onunla tanışmış olmak yeterliydi. Mustafa Kemal devriminin hayatta kalabilmesi için onun bir efsaneye dönüşmesi yeterli olacaktı. Bir suikasta kurban gitmiş, efsanevi ancak kutsal olmayan bir lidere. Bunun için de Mustafa Kemal’in doğru zamanda ölmesi gerekeceğini anlamış, ancak üzerinde durmamıştım. Çünkü onu öldürmek zorunda kalacak kişi ben olmayacaktım... Benim yanılgım da buydu…”Hakan Günday anlatıcı kılığında yüz yıl öncesine gidiyor ve büyük büyük amcası Ziya Hurşit’i suikastten vazgeçirmeye çalışıyor:
“...Gittikçe bir diktatöre, bir çara, bir padişaha dönüştüğünü düşünüyorsun. İnsanların ona taptığını görüyor ve bunu gelecekte kurulacak demokrasinin en büyük düşmanı olarak görüyorsun. Haklısın. Ama bu toprakları yeterince tanımıyorsun. Her ne kadar uğruna savaşmış olsan da, gerçekten tanıdığını sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, eğer tanısaydın, Anadolu’nun, bir devrimi ancak üstüne yağdığı zaman kabulleneceğini bilirdin. Seninle başka bir zamanda karşılaştık ve bana paylaşılamayan şehirlerden bahsettin. Musul’dan, Keşmir’den. Ama Anadolu’yu saymayı unuttun. Neden biliyor musun? Çünkü onu tanımıyorsun. Bin yıllık kölelerin uyanması için, en az bin yıl gerek. Nesilleri dönüştürmek için, geçmişle bağlarını koparmak için, en az bin yıl. Bu kadar vaktin var mı Ziya? Kimin var? Dolayısıyla uyanmak bilmeyenlerin yüzüne atılacak bir sürahi su gibi olmalı, devrim! İnan bana, böylesi daha iyi! Bırak, Mustafa Kemal bildiği yolda yürüsün. Sen ve o, birbirinize benziyorsunuz. Sizi, sadece belli bir zaman dilimi içindeki hamlelerinizle yargılamak mümkün değil. Yaptığınız son işe kadar beklemek ve ancak sonrasında, adınızı koymak gerek. Ona Atatürk, dediler Ziya. Üstelik bir diktatör bile olmadı. Ve şimdi sana da bir ad lazım. Yaşa ve onu al. Yolculuklarına dön. Yaz, savaş, yarat! Ama suikasttan vazgeç!