"Hani, yana yana dibine varmış bir mumun içinde oluşan oyuğun çeperi bir noktasında çatlamış, eriyik madde dışarı akmış, fitili de açıkta kalıp tükenmişken, çatlağı akmış maddeyle doldurup tıkayarak bitkin fitili yeniden yakınca, ufacık, güçsüz, belli belirsiz; ama, pırıl pırıl, yoğun, direngen -altı canlı mavi; üstü parlak sarı- bir alev elde edersin ya - onun gibi işte..." – Oruç Arıoba
hani, Oruç Arıoba'nın Yürüme Üçlüsü'nün (yürüme, de ki işte, tümceler) tamamlanmasının ardından 1993'te yayımladığı kitabıdır.
Yazar ve felsefecidir. 1948 yılında Karamürsel'de doğdu. TED Ankara Koleji'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisansı'nı aldı. Aynı üniversitede Felsefe Bilim Uzmanı oldu. Felsefe doktorasını tamamladı ve öğretim üyeliği yaptı (1972-1983). Tübingen Üniversitesi (Almanya) felsefe semineri üyeliği (1976-1977) ve Victoria Üniversitesi (Wellington) (Yeni Zelanda) konuk öğretim üyeliğinde bulundu (1981). Çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği, yayın kurulu üyeliği ve yayın danışmanlığı yaptı. Birçok dergide yazı ve çevirileri yayınlandı. Serbest yazar olarak çalışmaktadır.
"Kendi olarak, sana gelen sana gereksinimi olmadan, seni isteyen sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan O, işte..." Oruç Aruoba
"Sevdiğiniz için acı çekiyorsunuz, daha fazla sevin. Aşk yüzünden ölmek, yaşamaktır." Victor Hugo
Yoksa Oruç Aruoba'nın içine Spinoza'nın cevheri mi kaçmıştı?
"Hani" eğer aklıma biri gelecekse, sadece elim değil diğer herhangi bir uzvum da senden başkasına gidemez. Oysa ki sadece elim gitseydi diğer organlarım elimi kıskanırdı, bu kadar güzel bir yere gitmeyi hak ettiği için.
Bindiğimiz vapurlar iptal oldu, bakma sen. Hava şartlarından diyorlar. Yok canım! Ben pek inanmam haberlere. "Hani" iki kişilik bir haber kanalıydı bizimkisi, kimsenin izlemediği. İnsanların kendi ruhlarını iskelelerde bıraktığı ve kimsenin binmediği vapurların seferleri hakkında konuşurduk senle. Fakat bu sefer neden oldu böyle?
Duygu iklimimiz sevdiğimiz kadınla birlikte kendisini tinsel mevsimlerimizde tanımlatır. Eğer hatırlıyorsan "hani" sana gereksinimim olmadan seni isterken ve sensiz de olabilecekken sen ile olmayı seçen biri vardı, bu da benim bir zamanlar duygu iklimimi oluştururdu.
Sevmemiş olabilirsin tabii beni, bir "Hani" kadar. Bunu anlarım. Fakat "Hani"yi küçümsememelisin. "Hani" kelimesi sınırı bir ilişkinin cesaret çitinden atlamasının çıkardığı sestir. Bu yüzden bu kitabın içinde yazanlardan sonra hayatın diğer sesleri yükselir. İnsan ruhunun sesi ise id'dir. Orada yer bulur tutkularımız, orada yer bulur kendimize seslenmelerimiz. Bu yüzdendir sözcüksüz kalmalarımız.
Farkında mısın, sana hiç hangi eczanede kahvaltı yapmak istediğini sormamıştım. Oysa ki her gün benim önümde bir çift kişilik gibi silüetlenen görüntünle kahvaltı yapardım. Bir tek eksik vardı, o da gerçekliğin. Hala eczanede kahvaltı yapmak ister miydin?
Bir sabah mı seni unutturacak? O zaman geceyi bir kenara bırakmalı, o sabahla tanışmalı. "Hani" nerede o sabah? Yoksa gecenin yıldızlarını kaybetmemesi uğruna kendisini uzatmasını mı beklemem gerek? "Hani" nerede o gece?
Herkes isterdi manzaralı mezarım olsun, sen benim manzarasız mezarımdın. Çünkü seni en derinime gömdüm. En derini, en yükseğidir hayatın, bunu unutma. "Hani" nerede gömüleceğim yer, göstersene bana? Ben kederlerimle kazarım orayı, sevinçlerime bir kuyu oluşturmak için. Bu sevinç kuyusuna giden merdivenim ise ikimizin bulunduğu fotoğraflardır.
Herkesle tanışmak için harcadım ömrümü, o tek "sen"i bulmak için. Senleştirdim bütün dünyayı, adeta bütün insanlığın timsali oldun benim için. İşte dedim o gün, herkesle tanışamam artık. Çünkü bir insan önüne baktığında bir tek onu görür, arkada kalanlar ise bir bulanıklıktan ibarettir dedim. "Hani" neredesin peki şimdi?
Gündüzle gece gibidir bu sevgi dediğimiz olay, ikisi de birbirini bekler bizim görmediğimiz çağlardan beri. Fakat ışığını güneşten alan kalp gündüzünü akıl olarak belirlediğinde esas gece için hazır olunur. Gece insanın kimlik arayışıdır. "Hani" nerede kaldı kimliğim, şimdiye kadar gelmesi gerekmez miydi?
Ettiğimiz danslar, sessiz kavgalar. En iyi buluşma yarım kalandır, yarım kalan danslar, yarım kalan kavgalar. Bir de senin pencerene gelen kargalar. "Hani" ikimiz de bakıp gülerdik onlara, ama tek bir farkla. Ben bukalemunluk yapıp sana da bakardım.
Senle çok yattık ve battık. Fakat yattığımız yerden kalktığımız gibi battığımız yerden de kalkacağız, inan buna. Çünkü inançtır insanı kandıran. Yine de bunların hiçbirisi ikimize ait değil, ikimize ait olan esas gerçeklik "Hani"dir, geçmişimizdir. Ben buraya kadar ne demişsem bana inanma. İkimize ait olan tek şey seninle beraber söylediğimiz "Hani"ler olabilir. Çünkü hayat zevklerden acılar çıkarılınca geride kalanlardır. Bizim elimizde ise sadece "Hani"miz kaldı.
Sonra biraz sustuk, biraz daha sustuk, tamamen sustuk. Konuşacak mıydık daha? Biraz hayatı dinledik, baktık diğerleri ne diyor. Tamamen kargaşa. anlaşılmaz sözcük kalabalıkları. Eh, tabii düzensizlikler arasında düzen bulmak öğretildi bize. Bu kaosta bile bir ritm bulduk. Arkadan hayatın diğer sesleri yükseldi, Biz ise kaybolmuşlardandık. Ne zaman kendimizi bulabilmiştik ki? Arayan bulurdu oysa ki, aramayı seçmemiştik. Seçmemeyi seçmek istemiştik."Hani" nerede kaldı seçmemeyi seçtiklerimiz?
Aklımda bir şey var sana söylemek istediğim. Eğer burayı okursan -ki bu artık imkansız bir ihtimal- bu "Hani" kitabı senle görkemli bir geçmiş olarak kalsın ikimiz arasında.
Cenin. Boynun oluşma safhası. Bir sevgilinin elinin şeklini alırcasına. Rahimden çıkış. Bir evde kendini buluş. Büyütülüş. Birkaç monoton hayat meşgalesiyle karşılaşış. Eve dönünce boynuna sarılış. "Hani" kitabına inceleme yazış.
Güvendiğim tek şey sensin, bir de kapının kilidi. Fakat ben anahtarı çoktan kaybettim.
"Şimdi gene dışıma çıksam Gitsem, eski yerlerime baksam Kendimi bulamayınca korksam" *** “En iç, en içten, en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi insan? Düşer...” *** "Kendi olarak, sana gelen Sana gereksinimi olmadan, seni isteyen Sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen Kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan O, işte..."
nerede okduğumdan kime ait olduğundan emin olamadığım bir söz var okumakla ilgili: "bütün kitaplar bir hikaye anlatır, ama çok azı seninkini dinler"
bu cümle beni benden almıştı ilk okuduğumda. işte hani de, bana anlattığı hikayelerin, verdiği güzel mesajların yanısıra, benim hikayemi dinledi. yaşadıklarım, hissettiklerim, sayfalarına aldığım notlarımla, en sıkı dert ortağım oldu onu okuma sürecimde. yine benzer şekilde denir ya, "bu kitap bittiğinde yakın bir arkadaşımı yitirmiş gibi üzüldüm" diye, işte bahsettiğim sebepten ben de aynı hislesi yaşadım. gerçi ne zaman elime alsam yine öyle olacak biliyorum ama onu bitirmek hüzünlüydü yine de.
sonuç itibariyle, benim onu okumamdan ziyade beni okuyan kitaptı hani. bunu da en güzel `oruç aruoba` başarabilirdi zaten.
Neler geçirmiş, neler çekmiş, nelerden, nerelerden geçmiş, sana gelene dek--bütün bunları da öğrenmen gerek: nasıl olmuş da, o belirsiz günden bu yana, hep gelişmiş, sana doğru: Nereden bilmiş, nasıl bilmiş--senin sen olduğunu; ve, kendisinin kendisi--o; çağırdığın ve beklediğin, olduğunu? Nasıl?--Bilemeyeceksin; ama, eminsin bundan. Bilmiyorsun; ama, bu, kesin. İşte, o.
"Kendi olarak sana gelen, Sana gereksinimi olmadan seni isteyen, Sensiz de olabilecekken seninle olmayi seçen, Kendi olmasını seninle olmaya bağlayan..."
Yavaştır yaşamının anlamı.... Tüm satırların altı çizilesi, defalarca okudum, takılıp kaldım satırlarda, sayfalarda... anlamlarda kaybolurken...
.. Kendi olarak , sana gelen – sana gereksinimi olmadan, seni isteyen – sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen – kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan – – O , işte ...
... Gerçeklik , kendisine uymayan hayallere karşı hep acımasızdır – dolayısıyla hayaller de hep acılı...
... En iç, en içten, en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi kişi? – Düşer...
"----Değilsin çünkü : olmadın -- kendin olmağa çalıştığın her durumda, sen de eksik düştün, ötekiler de : kendine katmağa çalıştığın her öteki, başkası olup çıktı -- bu arada sen, kendin de, başkalaştın, 'O ötekini belki kendim kılarım" diye... Dizi dizi yanılgılar------"
"Kendi olarak, sana gelen- sana gereksinimi olmadan, seni isteyen- sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen- kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan- – O, işte…" (s.46)
“Kendi olarak, sana gelen sana gereksinimi olmadan, seni isteyen sensiz de olabilecekken, senin ile olmayi seçen kendi olmasin, senin ile olmaya baglayan O, iste..”
Kendi olarak sana gelen Sana gereksinimi olmadan, seni isteyen Sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen Kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan O, işte...
Kendi olarak, sana gelen sana gereksinimi olmadan, seni isteyen sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan O, işte...
İnsan okudukça, bir hevesle ve kendince bir şeyler karaladığı kalemi eline aldığındaki hadsizliğine şaşırıyor. Halihazırda adeta seni okuyup en güzel kelimelerle kağıda döken bir yazar varken senin kendini anlatma çaban beyhude. Beklemen ise nafile. ‘Senin sevgilerin gibi beklemelerin de eksik, dağınık, güdük.’ Yine de beklemek gerek. ‘Kendin olmayı yeniden öğrenmen gerek’ kendi kendine. Olmak gerek. ‘Buğu, aslında her yerdedir— göremeyen, sensindir…’ Silmek gerek ‘Bekliyorsun da, beklenilmeğe değer misin?’ Sormak gerek. ‘En iç, en içten, en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi kişi?’ Düşmek gerek. ‘Dokunamadığın noktalardan gelir yaşamanın anlamı.’ Dokunmak gerek. Bekleme. Ol. Sil. Sor. Düş. Dokun. Nihayetinde, ‘Birleştiremiyorum içimdeki kopukluklarla dışımdaki bozuklukları; yazdıklarımsa, hep yansılarda n, yansılar’ *Senin için bozuk, dışın kopuk bu dünyadan. Yansın haddini aşıp yazdıkların. Hem de nasıl? Kim? Nasıl?
Kendi olarak sana gelen - sana gereksinimi olmadan, seni isteyen- sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen- kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan -- O, işte...
Neyi anlatıyor Oruç Aruoba? Eğer bahsettiği şey "aşk" ise, aşka bilimin ve halkın bakış açısını öyle güzel bütünleştirmiş ki... Otantizm, özerklik, ilişkisellik, güvenli bağlanma ; sevgi duygudaşlık, arzu ve o eşsiz kavuşma anı. Aruoba'nınki öyle lezzetli bir betimleme işte...
Nietzsche, Tan Kızıllığı'nda der ki, "Bir şeyi kanıtlamak yetmez, insanları buna ikna etmek ve o düzeye çekmek gerekir. Bu nedenle bilen insan, bilgeliğini ifade etmeyi öğrenmelidir: İnsana aptallık gibi gelecek sıklıkta olsa bile!" Oruç Aruoba, herhalde bu buyruğa uyuyor yazdıklarında, bilgeliğini öyle güzel ifade ediyor ki, kimi zaman insan arkada yatan bilgeliği ya da düşünceyi kaçırıyor, peş peşe gelen cümlelerin güzelliğinden.
son sayfaları çok sevdim, özellikle 64. sayfayı defalarca okudum 'hani'... güçlüdür, güçlü olacaktır, yeterince - yeter, kendine - sen gidince de....- ((:
Yaşamın anlamı üzerine yazılmış, bize adeta ona varma yolculuğunun her aşamasını hissettiren, farklı nuanslarını görünür kılan, ona doğru bilmeden veya kasıtlı biçimde yönelirken hissettiğimiz o soyut duyguları somut kılarak ifade edip bizlere tekrardan hissettiren muhteşem bir eser. Hayatın anlamını bulma yolculuğu bizlere ne kadar içsel, sisle bürünmüş bir yoldan geçer gibi gelse de Aruoba en derinde hissettiklerimizi, belki de içimizde biz gözlemleyemesek de uyanan değişimleri ve gelişimleri görünür kılmayı başarmış.
Oruç Aruoba’nin kalemini bu yüzden bu denli seviyorum : Derinliğe sahip insanda yankı uyandırabilecek bir güce sahip.
Yaşadığım duygu, düşünce karmaşasının sadece bana ait olmadığını bilmek ve bu karmaşıklığın kısa cümlelerle bu kadar güzel ifadesi büyüledi.. En sondaki hayal ile gerçek kısmı ♥️ -Herhangi bir yaşantı, yaşanırken, hayal olarak yaşanıyor da olsa, gerçek değil midir? Biz, hayal varlıklar sınırlı da olsa, kendimizi, gerçekler olarak, gerçekliğe yerleştirmiyor muyuz? Hayal, gerçekliğe bir kez yerleşince, gerçek olur.
Kendi olarak sana gelen sana gereksinimi olmadan, seni isteyen sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan o, işte... . . . Hayalin gerçekte en çok çekemediği, durağanlık değil, değişkenliktir kalıcı olan hayallerdir; gerçekler ise, değişken...