Goodreads helps you follow your favorite authors. Be the first to learn about new releases!
Start by following Berna Moran.

Berna Moran Berna Moran > Quotes

 

 (?)
Quotes are added by the Goodreads community and are not verified by Goodreads. (Learn more)
Showing 1-4 of 4
“Trilling'e göre yazarların ve şairlerin psikanalize elverişli olmalarının nedeni psikolojileri hakkında çok ipucu vermelerinden ve kendilerini anlatmalarındandır. Ama bilimadamları, avukatlar, bankacılar vb. kendileri hakkında yazmıyor diye onları normal görmemiz gerekmez. Psikanalizin anlayışı ile onları ele alırsak, onların da ruh yapılarında, yazarlarda olduğu kadar dengesizlikler buluruz. Sanatçılar ayrı bir sınıf teşkil etmezler. 'Bu böyle olunca yazarın gücünü yine de nevroza bağlamak istiyorsak, bütün entelektüel gücü nevroza bağlamayı göze almalıyız. Yazarı başkalarından ayıran nokta bir çeşit ruh hastası olması değil -çünkü hepimiz biraz öyleyiz-, bu nevrozu başarılı bir şekilde nesnelleştirebilmesidir. Yazarın ve şairin dehasını ruhsal bozuklukluklarla açıklayamayız; olsa olsa algılama, sezme, yansıtma, kavrama gücü gibi terimlerle açıklayabiliriz. Başka bir deyişle, sanatçıyı sanatçı yapan, ruhsal bozukluğu değil, bir çeşit yeteneğidir. İsterseniz buna tanrı vergisi deyin, isterseniz özel bir yetenek.”
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri
“Rousseau, Discours sur l'origine et les fondements de l'inégalité parmi les hommes (İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve temelleri üzerine deneme) adlı yapıtında, insanların toplum düzenine geçmeden önce yaşadıklarını varsaydığı "doğal durum"u betimler. "Doğal durum"da yaşayan "doğal insan" özgürdü, tek başınaydı, iyilik ve kötülük kavramlarından habersiz, masum ve mutluydu. Eşitlik vardı aralarında. Ama zamanla işbölümü ve mülkiyet çıktı ortaya ve doğal durum bozuldu. İnsanlar zengin ve fakir olarak bölündüler. Zenginler güçlüydüler ve egemenliği zorbalıkla ellerine geçirdiler, "efendi" oldular ve eşitlik kalktı. Bu keşmekeşten ve denetimsiz yaşamdan kurtulmak için bir sözleşmeyle düzenli topluma geçtiler, ama gerçekte hiçbir şey düzelmedi. Tersine, zenginlerin gücü yasalarla pekiştirildi ve meşruiyet kazandı. Paranın gücü üzerine kurulmuş, insanların kendi çıkarları için başkalarını ezdikleri, yalan, dolan, hile ve ikiyüzlülük sayesinde başarıya ulaştıkları bu düzende artık, masum "doğal insan" (l'homme naturel) ortadan silinmiş, onun yerini, ahlaken çürümüş "yapay insan" (l'homme artificiel) almıştı.

İnsan doğal olarak iyidir, ama toplumun kurumları yozlaştırır onu. Rousseau felsefesinin bu temel ilkesini şu önermeyle ortaya koymuştu: "Tanrı elinden çıkan her şey iyidir, insan elinde her şey yozlaşır." Bundan ötürü bugün milletler halinde görülen toplumların ve tüm uygarlığın karşısındadır Rousseau. Ona göre bilim ile erdem bağdaşmaz. Sanat ve kültür gibi eğitim de zararlı olduğuna inandığı için Emile adlı kitabında çocukların doğaya uygun bir biçimde nasıl eğitileceğini, daha doğrusu nasıl kendi kendilerini yetiştireceklerini göstermeye çalışır. Öyleyse bugünkü düzeni ortadan kaldırmak şarttır. Ne var ki, yapılacak iş "doğal durum"a dönmek ya da tekrar ilkel insan olmak değil, "doğal insan"ın özüne uygun, onun masumluğunu bozmayacak, mutluluğunu engellemeyecek, erdemli kalmasını sağlayacak adaletli yeni bir toplum biçimi bulmaktır. Rousseau Toplum Sözleşmesi'nde bu sorunu çözmeye çalışır.

Romantizm Fransa'dan başka ülkelerde de, az çok aynı yıllarda kendini göstermiş bir akımdı, ama bu akımın üzerinde Rousseau'nun etkisi büyük olmuştu. Romantiklerin ortak bir yönü doğanın yüceltilmesi, yapay toplumun ve uygarlığın aşağılanmasıydı. Onun için romantik edebiyatın gözde tipi, toplumda yerleşmiş kurallar ve inançlarla uyum sağlayamayan, asi tabiatlı, antisosyal adam olmuştur.”
Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a
“Türk tarihine Marksçı bir yöntemle yaklaşan Kemal Ta­hir'in hareket noktası, Osmanlı ve Doğu toplumlarının ta­rih içindeki gelişmelerinin, Batı toplumlarının klasik gelişiminden farklı olduğu olgusudur. Osmanlı toplumu, kölelik, feodalite, kapitalizm evrelerinden geçmemiştir ve bunun nedeni de Asya Tipi Üretim Tarzı'dır. Başka bir deyişle Os­manlı'da üretim aracı olan toprağın sahibi devlettir ve özel toprak mülkiyeti olmadığı için servetin bireylerin elinde bi­rikimi ve güçlü bir sınıfın oluşumu engellenmiştir. Bundan ötürü Osmanlı toplumu sınıfsız bir toplumdur. Batı toplu­muna benzemez. Ne Batı'daki, soylu feodal anlamında dere­beyi vardır, ne serf durumunda köylü ne de sonraki burju­vazi. Bu durumda Osmanlı bürokrat sınıfının tarihi sürecin bir aşamasında Batılılaşma siyaseti güderek imparatorluğun sorunlarına çare araması tamamiyle yanlış bir siyasetti, çünkü daha sağlıklı olan Osmanlı toplum yapısını geliştirmek yerine, insancıl olmayan ve bize uymayan bir yapıyı getirdi Türkiye'ye. Batı'nın sorunları da bulduğu çözümler de uymaz bize. 1920'lerden sonra daha da hızlandırılan Batılılaşma ve devrim hareketleri yine kopyacılıktır ve halka rağmen yapıldığı için tabana dayanmayan bu üstyapı deği­şiklikleri hem Türk aydını ile halkı arasındaki kopukluğu artırmış hem de geçmişle aramızdaki bağı koparmıştır.

Böyle genel bir şekilde ifade edilirse, bugün pek çok kim­se bu görüşlere katılabilir. Ne var ki Kemal Tahir yalnızca çarpık ya da yüzeysel olan Batılılaşma'ya karşı değil nere­deyse tüm Batılılaşma'ya karşıdır. Gösterdiği tepkinin çağ­daş Batı uygarlığına düşmanlık haline dönüşmesi, Osmanlı­lığın idealize edilmesiyle el ele gider. Bugün en insancıl re­jim sosyalizmdir Kemal Tahir'e sorarsanız; ama Türkiye'nin özelliğini göz önünde tutmak koşuluyla. Bunun da ne oldu­ğunu pek açıklamamıştır.”
Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a
“Zebercet bir anlık bir tereddütten sonra ayağıyla masaya vurur ve kendini boşluğa bırakır. Otelin sessizliğiyle dış dünyanın gürültüsü sırasında kurulan karşıtlığın anlamı nedir? Son bölümün başlığı "Pazar", ama diğer günler gibi onun da tarihi belirtilmemiş; ancak Zebercet'in yirmi sekiz Kasım'da intihan tasarlamışken o tarihten on sekiz gün önce bu işi bitirmeye karar verdiği anımsanırsa, söz konusu Pazar'ın 10 Kasım'a düştüğü ortaya çıkar. Ve ancak bu hesabı yapan okur Zebercet'in kendini astığı gün ve saatin Atatürk'ün öldüğü gün ve saat olduğunu fark eder ve anlar ki dışarıda ötmeye başlayan kornalar, tren düdükleri, fabrika düdükleri Atatürk'ün anısına yapılan saygı duruşunun bir parçasıdır.

Aynı dakikada, dışarıdaki törenden habersiz, ipte sallanan Zebercet'in donunun paçasından altındaki yatağa (gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının yattığı yataktır bu) menisi damlarken biter roman. Yazarın hiçbir yorum yapmadan ve neredeyse gizlice yan yana getirdiği bu iki olayı, Zebercet ile toplum arasındaki kopukluğu son kez vurgulayan bir sahne olarak yorumlamak doğru olur kanısındayım. "Dışarının, başkalarının" çağrısı boşunadır ve Zebercet dışarıya ve başkalarına kapalı kalarak son verir yaşamına.”
Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a

All Quotes | Add A Quote