Iraz Şensöz's Blog
July 14, 2025
Gündelik hayatın mikro anlatıları ve sessiz direniş
Lina Yalınçay yazdı: Iraz Şensöz’ün Kurbağa Yağmuru öykü kitabına feminist ve toplumcu gerçekçi bir bakış
Kurbağa Yağmuru (2025), Iraz Şensöz’ün gündelik hayatın sıradan ama derinlikli katmanlarında saklı kırılmaları, bastırılmış duyguları ve kadın deneyimini merkezine alan öykülerinden oluşur. Kitapta yer alan on bir öykü, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde çeşitli çatışmaları barındırmakla birlikte, kadınlık halleri, sınıfsal sıkışmalar, yaşlılık, çocukluk belleği ve erkek egemen ilişkiler gibi çok yönlü temaları sahici bir dille işler. Bu çalışma, Şensöz’ün öykülerine feminist edebiyat kuramı, gündelik hayatın estetiği ve toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında odaklanmayı amaçlamaktadır.
Kadınlık deneyiminin katmanlı temsili
Şensöz’ün anlatıları, kadın karakterlerin gündelik hayatla kurduğu ilişki üzerinden ilerler. “Kurbağa Yağmuru” adlı öyküde yer alan Zerrin karakteri, bir yandan kocasının denetleyici, pasif-agresif tavırlarına maruz kalırken, diğer yandan kendi bedeni, arzuları ve kararsızlıklarıyla baş etmeye çalışır. Mavi ya da pudra rengi elbise seçimi gibi küçük görünen detaylar bile, aslında erkek iktidarının gündelik dile ve kararlara nasıl sızdığını gösterir. Burada, Judith Butler’ın toplumsal cinsiyetin performatif doğasına ilişkin tezi, Zerrin’in “karar verememe hâli” üzerinden beden politikalarıyla kesişir.
Sessizlik, bastırılmışlık ve ironik dönüşüm
Kitap boyunca kadın karakterler, açık isyandan çok içsel kırılmalarla, sessiz bir direniş biçimi geliştirir. “Akşam Olur Gizli Gizli” öyküsündeki Arif karakteri üzerinden kurulan anlatı ise yaşlı erkekliğin yalnızlıkla birleştiği anlarda nasıl kırılganlaştığını gösterir. Ancak bu kırılganlık, kadına yönelik duygusal manipülasyonla örtülür. Bu yönüyle öykü, Hélène Cixous’nun kadın yazınına dair "écriture féminine" (kadınsı yazı) kavramı üzerinden okunabilir. Çünkü anlatıda ataerkil dilin dışında, duygusal ve içsel bir ritim inşa edilmiştir.
Bellek, çocukluk ve travmanın gündelik temsili
“Evin Sakinleri”, “Dalgalar ve Gölge Fesleğeni” gibi öyküler, çocukluk ve ergenlik çağındaki karakterlerin gözünden şekillenen olay örgüsüyle, travmatik hafızanın nasıl sıradan anlar içine sızdığını gözler önüne serer. Bu öykülerde kullanılan birinci tekil şahıs anlatıcı, hem olayların duygusal yoğunluğunu arttırmakta hem de anlatıcının öznel deneyimini belirginleştirmektedir. Özellikle çocuk bakış açısının masumiyetle kırılan gerçeklikle karşılaşması, Benjamin’in “hikâye anlatıcısı” figürünü akla getirir: Travma, kelimelere dökülmese bile anlatının atmosferine sızar.
Sınıf, emek ve erkeklik eleştirisi
“Adamım Muhammed Ali” adlı öykü, erkeklik mitosunu sorgulayan ironik bir anlatıdır. Emekli bir boksörün düşüş süreci, yalnızca fiziksel değil, simgesel bir çöküş olarak da kurgulanır. Abinin kendini Muhammed Ali ile özdeşleştirmesi, toplumsal erilliğin efsaneleşmiş biçimlerine duyduğu hayranlığın bir sonucudur. Ancak sonunda, kahramanlık miti parçalanır ve karakter, psikiyatrik hastaneye yatırılan bir figüre dönüşür. Bu noktada, Raewyn Connell’in hegemonik erkeklik kavramı üzerinden metin okunabilir; çünkü anlatı, bu hegemonik yapının nasıl çökebileceğini göstermekle kalmaz, aynı zamanda toplumun bu çöküşe olan tahammülsüzlüğünü de yansıtır.
Biçimsel özellikler ve anlatı dili
Kitaptaki öyküler, genellikle iç monolog, doğrudan anlatım ve diyaloglarla ilerler. Bu dilsel tercihler, karakterlerin ruhsal çözülmelerini ve duygusal salınımlarını daha görünür kılar. Şensöz’ün dili sade ama derinliklidir; anlatının şiirselliği, özellikle duygu geçişlerinde belirginleşir. Betimlemelerde seçilen imgeler ise gündeliğin içinde metaforik anlamlara bürünür: kurbağaların gökten yağması, sıradan bir düğünü hem absürdleştirir hem de anlatının duygusal zirvesi hâline getirir.
Kurbağa Yağmuru, görünürde sessiz, kırılgan, bazen de sarkastik karakterlerin mikro düzeydeki çatışmaları üzerinden, toplumsal yapıların nasıl işlediğini gösteren güçlü bir öykü kitabıdır. Gündelik hayatın içinden seçilen basit ayrıntılar, derin duygusal ve ideolojik çatışmaların taşıyıcısı hâline gelir. Kadınlık, yaşlılık, sınıfsal baskı, erkeklik miti gibi temalar, duygusal yoğunluğu yüksek ama abartısız bir anlatı diliyle harmanlanır. Bu yönüyle kitap, hem feminist edebiyat hem de çağdaş Türk öykücülüğü içinde dikkate değer bir konumda durur.
Kaynakça ve Kuramsal Temeller
Judith Butler, Gender Trouble
Hélène Cixous, The Laugh of the Medusa
Michel de Certeau, The Practice of Everyday Life
Walter Benjamin, The Storyteller
Raewyn Connell, Masculinities
Kurbağa Yağmuru (2025), Iraz Şensöz’ün gündelik hayatın sıradan ama derinlikli katmanlarında saklı kırılmaları, bastırılmış duyguları ve kadın deneyimini merkezine alan öykülerinden oluşur. Kitapta yer alan on bir öykü, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde çeşitli çatışmaları barındırmakla birlikte, kadınlık halleri, sınıfsal sıkışmalar, yaşlılık, çocukluk belleği ve erkek egemen ilişkiler gibi çok yönlü temaları sahici bir dille işler. Bu çalışma, Şensöz’ün öykülerine feminist edebiyat kuramı, gündelik hayatın estetiği ve toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında odaklanmayı amaçlamaktadır.
Kadınlık deneyiminin katmanlı temsili
Şensöz’ün anlatıları, kadın karakterlerin gündelik hayatla kurduğu ilişki üzerinden ilerler. “Kurbağa Yağmuru” adlı öyküde yer alan Zerrin karakteri, bir yandan kocasının denetleyici, pasif-agresif tavırlarına maruz kalırken, diğer yandan kendi bedeni, arzuları ve kararsızlıklarıyla baş etmeye çalışır. Mavi ya da pudra rengi elbise seçimi gibi küçük görünen detaylar bile, aslında erkek iktidarının gündelik dile ve kararlara nasıl sızdığını gösterir. Burada, Judith Butler’ın toplumsal cinsiyetin performatif doğasına ilişkin tezi, Zerrin’in “karar verememe hâli” üzerinden beden politikalarıyla kesişir.
Sessizlik, bastırılmışlık ve ironik dönüşüm
Kitap boyunca kadın karakterler, açık isyandan çok içsel kırılmalarla, sessiz bir direniş biçimi geliştirir. “Akşam Olur Gizli Gizli” öyküsündeki Arif karakteri üzerinden kurulan anlatı ise yaşlı erkekliğin yalnızlıkla birleştiği anlarda nasıl kırılganlaştığını gösterir. Ancak bu kırılganlık, kadına yönelik duygusal manipülasyonla örtülür. Bu yönüyle öykü, Hélène Cixous’nun kadın yazınına dair "écriture féminine" (kadınsı yazı) kavramı üzerinden okunabilir. Çünkü anlatıda ataerkil dilin dışında, duygusal ve içsel bir ritim inşa edilmiştir.
Bellek, çocukluk ve travmanın gündelik temsili
“Evin Sakinleri”, “Dalgalar ve Gölge Fesleğeni” gibi öyküler, çocukluk ve ergenlik çağındaki karakterlerin gözünden şekillenen olay örgüsüyle, travmatik hafızanın nasıl sıradan anlar içine sızdığını gözler önüne serer. Bu öykülerde kullanılan birinci tekil şahıs anlatıcı, hem olayların duygusal yoğunluğunu arttırmakta hem de anlatıcının öznel deneyimini belirginleştirmektedir. Özellikle çocuk bakış açısının masumiyetle kırılan gerçeklikle karşılaşması, Benjamin’in “hikâye anlatıcısı” figürünü akla getirir: Travma, kelimelere dökülmese bile anlatının atmosferine sızar.
Sınıf, emek ve erkeklik eleştirisi
“Adamım Muhammed Ali” adlı öykü, erkeklik mitosunu sorgulayan ironik bir anlatıdır. Emekli bir boksörün düşüş süreci, yalnızca fiziksel değil, simgesel bir çöküş olarak da kurgulanır. Abinin kendini Muhammed Ali ile özdeşleştirmesi, toplumsal erilliğin efsaneleşmiş biçimlerine duyduğu hayranlığın bir sonucudur. Ancak sonunda, kahramanlık miti parçalanır ve karakter, psikiyatrik hastaneye yatırılan bir figüre dönüşür. Bu noktada, Raewyn Connell’in hegemonik erkeklik kavramı üzerinden metin okunabilir; çünkü anlatı, bu hegemonik yapının nasıl çökebileceğini göstermekle kalmaz, aynı zamanda toplumun bu çöküşe olan tahammülsüzlüğünü de yansıtır.
Biçimsel özellikler ve anlatı dili
Kitaptaki öyküler, genellikle iç monolog, doğrudan anlatım ve diyaloglarla ilerler. Bu dilsel tercihler, karakterlerin ruhsal çözülmelerini ve duygusal salınımlarını daha görünür kılar. Şensöz’ün dili sade ama derinliklidir; anlatının şiirselliği, özellikle duygu geçişlerinde belirginleşir. Betimlemelerde seçilen imgeler ise gündeliğin içinde metaforik anlamlara bürünür: kurbağaların gökten yağması, sıradan bir düğünü hem absürdleştirir hem de anlatının duygusal zirvesi hâline getirir.
Kurbağa Yağmuru, görünürde sessiz, kırılgan, bazen de sarkastik karakterlerin mikro düzeydeki çatışmaları üzerinden, toplumsal yapıların nasıl işlediğini gösteren güçlü bir öykü kitabıdır. Gündelik hayatın içinden seçilen basit ayrıntılar, derin duygusal ve ideolojik çatışmaların taşıyıcısı hâline gelir. Kadınlık, yaşlılık, sınıfsal baskı, erkeklik miti gibi temalar, duygusal yoğunluğu yüksek ama abartısız bir anlatı diliyle harmanlanır. Bu yönüyle kitap, hem feminist edebiyat hem de çağdaş Türk öykücülüğü içinde dikkate değer bir konumda durur.
Kaynakça ve Kuramsal Temeller
Judith Butler, Gender Trouble
Hélène Cixous, The Laugh of the Medusa
Michel de Certeau, The Practice of Everyday Life
Walter Benjamin, The Storyteller
Raewyn Connell, Masculinities
Published on July 14, 2025 09:20
•
Tags:
edebiyat, kurbağayağmuru, öykü, ırazşensöz
July 9, 2025
Ruhşen Doğan Nar yazdı:
Iraz Şensöz’ün ikinci kitabı Kurbağa Yağmuru, Parma Kitap tarafından yayımlandı. Hakkında daha önce bir inceleme yazısı da kaleme aldığım Şensöz’ün ilk kitabı Sincaplı Buda, oldukça başarılı bir romandı. Yazarın ilk eserinde yakaladığı sağlam anlatı dili ve mizahi üslup, dikkat çekici bir çıkış yapmasını sağlamıştı.
Şensöz, bu kez bir öykü kitabı olan Kurbağa Yağmur’u ile karşımızda. Buradan şunu anlıyoruz: Yazar sadece tek bir türle sınırlı kalmayarak, edebi becerilerini farklı alanlarda da göstermek istiyor. Bu, edebiyatta her zaman cesur ama biraz da tehlike içeren bir adım. Çünkü bazı yazarlar yalnızca tek bir türde ustalaşabiliyor; başka türlere geçtiklerinde o başarıyı sürdüremeyebiliyorlar.
Neyse ki, Iraz Şensöz’ün bu öykü kitabı, yazarın öykü türünde de gayet becerikli ve özgün bir kaleme sahip olduğunu açıkça gözler önüne seriyor. Kitapta yer alan on öyküde, Sincaplı Buda’da da karşımıza çıkan o kendine has mizah anlayışı, yine çok ustaca metinlere işlenmiş. Geçmişte reklam yazarlığı yapmış olmasının etkisi, özellikle diyaloglarda belirgin şekilde hissediliyor. Karakterler arası konuşmalar epey doğal, akıcı ve samimi; bu da öykülerin inandırıcılığını ve gücünü önemli ölçüde artırıyor.
Kitapta yer alan iki öyküden ayrıca söz etmek istiyorum: Benden Sonra Tufan ve Bir Aşk İçin Sözlük. Benden Sonra Tufan, bir intihar öyküsü. Ancak Şensöz, böylesine karanlık bir temayı bile mizahi bir üslupla anlatmayı ustalıkla başarıyor. Okurken insanın yüzünde acı bir gülümseme beliriyor; yazarın ironik bakışı, dramatik yapının ağırlığını hafifletiyor ama etkisini azaltmıyor. Bir Aşk İçin Sözlük ise minik bölümlerden oluşan yapısıyla dikkat çekiyor. Bir aşkın anılarını, yaşanmışlıklarını, sevinçlerini ve hüzünlerini parçalı ama bütünlüklü bir dille aktarıyor. Bu yapısal tercih, öykünün duygusal derinliğini daha da kuvvetlendiriyor.
Şiir ve senaryolar da yazan Iraz Şensöz’ün kalemi, edebiyatın pek çok alanında kendini başarıyla gösteriyor. Farklı türlerde yazabilme cesareti, onun edebi kimliğini daha da zenginleştiriyor. Kurbağa Yağmuru, bu çeşitliliğin ve olgunluğun yeni bir örneği. Şensöz’ün bir sonraki eserini merakla ve heyecanla bekliyorum.
Kaynak: www.ruhsendogannar.com
Şensöz, bu kez bir öykü kitabı olan Kurbağa Yağmur’u ile karşımızda. Buradan şunu anlıyoruz: Yazar sadece tek bir türle sınırlı kalmayarak, edebi becerilerini farklı alanlarda da göstermek istiyor. Bu, edebiyatta her zaman cesur ama biraz da tehlike içeren bir adım. Çünkü bazı yazarlar yalnızca tek bir türde ustalaşabiliyor; başka türlere geçtiklerinde o başarıyı sürdüremeyebiliyorlar.
Neyse ki, Iraz Şensöz’ün bu öykü kitabı, yazarın öykü türünde de gayet becerikli ve özgün bir kaleme sahip olduğunu açıkça gözler önüne seriyor. Kitapta yer alan on öyküde, Sincaplı Buda’da da karşımıza çıkan o kendine has mizah anlayışı, yine çok ustaca metinlere işlenmiş. Geçmişte reklam yazarlığı yapmış olmasının etkisi, özellikle diyaloglarda belirgin şekilde hissediliyor. Karakterler arası konuşmalar epey doğal, akıcı ve samimi; bu da öykülerin inandırıcılığını ve gücünü önemli ölçüde artırıyor.
Kitapta yer alan iki öyküden ayrıca söz etmek istiyorum: Benden Sonra Tufan ve Bir Aşk İçin Sözlük. Benden Sonra Tufan, bir intihar öyküsü. Ancak Şensöz, böylesine karanlık bir temayı bile mizahi bir üslupla anlatmayı ustalıkla başarıyor. Okurken insanın yüzünde acı bir gülümseme beliriyor; yazarın ironik bakışı, dramatik yapının ağırlığını hafifletiyor ama etkisini azaltmıyor. Bir Aşk İçin Sözlük ise minik bölümlerden oluşan yapısıyla dikkat çekiyor. Bir aşkın anılarını, yaşanmışlıklarını, sevinçlerini ve hüzünlerini parçalı ama bütünlüklü bir dille aktarıyor. Bu yapısal tercih, öykünün duygusal derinliğini daha da kuvvetlendiriyor.
Şiir ve senaryolar da yazan Iraz Şensöz’ün kalemi, edebiyatın pek çok alanında kendini başarıyla gösteriyor. Farklı türlerde yazabilme cesareti, onun edebi kimliğini daha da zenginleştiriyor. Kurbağa Yağmuru, bu çeşitliliğin ve olgunluğun yeni bir örneği. Şensöz’ün bir sonraki eserini merakla ve heyecanla bekliyorum.
Kaynak: www.ruhsendogannar.com
Published on July 09, 2025 12:04
•
Tags:
edebiyat, kurbağayağmuru, öykü, ırazşensöz
June 14, 2025
Gündelik hayata büyüteçle bakan kitap: Kurbağa Yağmuru
Iraz Şensöz’ün kaleme aldığı Kurbağa Yağmuru, Parma Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı.
Tanıtım metninden
“Sustum. Ordövr tabakları, içkiler geldi. Düğün başladı. Gelinle damat, havai fişekler, çiçekler… Güneş yeni batmıştı. Hava nemliydi. Tuhaf bir rüzgâr başladı. Hızlandı. Deniz dalgalandı. Masa örtüleri uçuşmaya başladı. Hava fırtınaya dönüyordu. Yağmur, ardından
dolu yağmaya başladı. Hayır, hayır. Tuhaf sesler duyuluyordu. Colk colk… Masanın üzerine bir şeyler düşüyordu. Kucağıma ıslak bir şey düştü. Çığlık atanlar oldu. Gökten ölü kurbağalar yağıyordu üzerimize.”
Iraz Şensöz, 2021’de yayımlanan ilk romanı Sincaplı Buda’dan dört yıl sonra, bir öykü kitabıyla raflarda.
Birbiriyle direkt bağlantısı olmasa da ruh bütünlüğü olan bu öyküler, gündelik hayatın içinde duygulara, anlara, olaylara başka bir gözden, adeta büyüteçle bakmaya çalışıyor.
Arka Kapak:
Iraz Şensöz, gündelik hayatın sıradan gibi görünen anlarında saklanan duyguları, sarsıcı ama tanıdık hikâyelerle gün yüzüne çıkarıyor. Kurbağa Yağmuru, geçmişin gölgesinde yaşanan kırılmaların, özlemlerin ve suskunlukların içten bir anlatımı. Her bir öykü, karakterlerin iç dünyasına duyarlı bir ışık tutarken okuru da kendi duygularıyla baş başa bırakıyor.
İçinde bulunduğumuz evlerin, ailelerin, gündüz uykularının ve karanlığın sesini duyuran bu kitap, kalbinizde tanıdık bir boşluk bırakabilir. Belki tam da bu yüzden, sizi derinden etkileyebilir.
Edebiyathaber.net
Tanıtım metninden
“Sustum. Ordövr tabakları, içkiler geldi. Düğün başladı. Gelinle damat, havai fişekler, çiçekler… Güneş yeni batmıştı. Hava nemliydi. Tuhaf bir rüzgâr başladı. Hızlandı. Deniz dalgalandı. Masa örtüleri uçuşmaya başladı. Hava fırtınaya dönüyordu. Yağmur, ardından
dolu yağmaya başladı. Hayır, hayır. Tuhaf sesler duyuluyordu. Colk colk… Masanın üzerine bir şeyler düşüyordu. Kucağıma ıslak bir şey düştü. Çığlık atanlar oldu. Gökten ölü kurbağalar yağıyordu üzerimize.”
Iraz Şensöz, 2021’de yayımlanan ilk romanı Sincaplı Buda’dan dört yıl sonra, bir öykü kitabıyla raflarda.
Birbiriyle direkt bağlantısı olmasa da ruh bütünlüğü olan bu öyküler, gündelik hayatın içinde duygulara, anlara, olaylara başka bir gözden, adeta büyüteçle bakmaya çalışıyor.
Arka Kapak:
Iraz Şensöz, gündelik hayatın sıradan gibi görünen anlarında saklanan duyguları, sarsıcı ama tanıdık hikâyelerle gün yüzüne çıkarıyor. Kurbağa Yağmuru, geçmişin gölgesinde yaşanan kırılmaların, özlemlerin ve suskunlukların içten bir anlatımı. Her bir öykü, karakterlerin iç dünyasına duyarlı bir ışık tutarken okuru da kendi duygularıyla baş başa bırakıyor.
İçinde bulunduğumuz evlerin, ailelerin, gündüz uykularının ve karanlığın sesini duyuran bu kitap, kalbinizde tanıdık bir boşluk bırakabilir. Belki tam da bu yüzden, sizi derinden etkileyebilir.
Edebiyathaber.net
Published on June 14, 2025 05:03
•
Tags:
edebiyat, kurbağayağmuru, öykü, ırazşensöz
August 11, 2022
Ruhşen Doğan Nar yazdı: Sincaplı Buda
Holden Kitap tarafından Kasım 2021’de yayımlanan ‘Sincaplı Buda’, Iraz Şensöz’ün ilk kitabı. Arka kapak yazısında belirtildiği gibi kitap bir ergenlikten çıkış hikâyesi anlatıyor. On yedi yaşındaki Ece’nin oldukça zor geçen bir yılına odaklanıyor.
Ancak bir ergenlik hikâyesi anlatılmasına rağmen baştan sona iç karartıcı ve bunaltıcı bir kitapla karşı karşıya değiliz. Tam aksine uzun zamandır bu kadar eğlenceli bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Hayatın kendisi gibi bazen oldukça hüzünlü bazen gayet komik olaylara şahit oluyoruz. Eserde başarılı bir şekilde sevinç ve keder arasında denge sağlandığını düşünüyorum.
On yedi yaşındaki Ece, yetişkinliğe doğru adım atmanın sancılarını çekmektedir. İnsan yaşamında mühim bir dönemdir on yedi yaş. Kitaptan bazı alıntılarla kahramanımızın duygularına ortak olalım:
“On yedi yaşındaydım ama kendimi daha büyümeden yaşlanmış hissediyordum.” (syf. 5)
“Her şey ben büyümeye başlayınca bozuldu sanki.” (syf. 7)
“Hiç büyümeseydim. Hep küçük kalsaydım keşke. (…) Büyümek korkunç bir şeydi.” (syf. 9)
Büyümek başlı başına bir dert iken Ece’nin başına bir başka sorun musallat olur: Annesi ile babası boşanır. Beklenmeyen bir şekilde, aniden gerçekleşen bu olay Ece’yi darmadağın eder. Önemli bir sığınağını, ailesini kaybeder. Zaten zor olan yaşamı çekilmez hale gelir.
“Aile, sahip olduğunda görünmez olan bir şeydi. Kaybettiğinde ise görünür hale geliyordu.” (syf. 11)
Sincap Pijamalı Buda
Ece’nin farklı bir özelliği de var. Buda ve Budizm’le epey ilgili bir genç. Bu noktada şunu belirtmek isterim: Türk Edebiyatında ilk kez bir kitapta Budizm’in bu kadar yetkin bir şekilde esere yedirildiğini gördüm. Bunun için ayrıca yazarı tebrik ediyorum.
Örneğin, kitaba neden Sincaplı Buda adı verildiğini kitaptan uzun bir alıntıyla açıklayayım. Bu alıntı sayesinde kitaptaki Budizm’e dair öğeleri de görebiliriz:
“Bir deri bir kemik oluncaya kadar aç kalayım. Budist rahipler gibi oruç tutayım. Bana buda desinler. Odam bir tapınağa dönüşsün. Ziyaretçilerim olsun. Yıllarca üzerimdeki sincaplı pijamayı hiç çıkarmayayım. (…) İsmim de Sincaplı Buda olsun.” (syf. 26)
Iraz Şensöz’ün senaryo yazarlığı deneyimi eser boyunca olumlu anlamda fark ediliyor. Özellikle diyalog kullanımı oldukça dengeli ve başarılı. Bu sayede kitap dinamik bir hava kazanıyor, okuru sıkmadan ilerliyor. Kitabı okurken sanki bir dizi izliyormuşum gibi hissettiğim zamanlar oldu.
Ece, Bornova Anadolu Lisesi son sınıfta okuduğu için Sincaplı Buda bir İzmir romanı özelliği taşıyor. Alsancak, Konak, Bornova, Şirinyer… Ece’yle birlikte İzmir’in farklı noktalarına gidiyoruz. Bir İzmirli olarak kitabın bu özelliğinden epey keyif aldım.
Değişim ve büyüme sancılarına ortak olduğumuz Ece sonunda yılanın kabuk değiştirmesi gibi ergenlikten yetişkinliğe geçiş yapıyor. Boşanma, aşk, ayrılık, ölüm gibi deneyimlerden sonra yeni bir insan olarak üniversite okumaya Eskişehir’e gidiyor.
Ancak bir ergenlik hikâyesi anlatılmasına rağmen baştan sona iç karartıcı ve bunaltıcı bir kitapla karşı karşıya değiliz. Tam aksine uzun zamandır bu kadar eğlenceli bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Hayatın kendisi gibi bazen oldukça hüzünlü bazen gayet komik olaylara şahit oluyoruz. Eserde başarılı bir şekilde sevinç ve keder arasında denge sağlandığını düşünüyorum.
On yedi yaşındaki Ece, yetişkinliğe doğru adım atmanın sancılarını çekmektedir. İnsan yaşamında mühim bir dönemdir on yedi yaş. Kitaptan bazı alıntılarla kahramanımızın duygularına ortak olalım:
“On yedi yaşındaydım ama kendimi daha büyümeden yaşlanmış hissediyordum.” (syf. 5)
“Her şey ben büyümeye başlayınca bozuldu sanki.” (syf. 7)
“Hiç büyümeseydim. Hep küçük kalsaydım keşke. (…) Büyümek korkunç bir şeydi.” (syf. 9)
Büyümek başlı başına bir dert iken Ece’nin başına bir başka sorun musallat olur: Annesi ile babası boşanır. Beklenmeyen bir şekilde, aniden gerçekleşen bu olay Ece’yi darmadağın eder. Önemli bir sığınağını, ailesini kaybeder. Zaten zor olan yaşamı çekilmez hale gelir.
“Aile, sahip olduğunda görünmez olan bir şeydi. Kaybettiğinde ise görünür hale geliyordu.” (syf. 11)
Sincap Pijamalı Buda
Ece’nin farklı bir özelliği de var. Buda ve Budizm’le epey ilgili bir genç. Bu noktada şunu belirtmek isterim: Türk Edebiyatında ilk kez bir kitapta Budizm’in bu kadar yetkin bir şekilde esere yedirildiğini gördüm. Bunun için ayrıca yazarı tebrik ediyorum.
Örneğin, kitaba neden Sincaplı Buda adı verildiğini kitaptan uzun bir alıntıyla açıklayayım. Bu alıntı sayesinde kitaptaki Budizm’e dair öğeleri de görebiliriz:
“Bir deri bir kemik oluncaya kadar aç kalayım. Budist rahipler gibi oruç tutayım. Bana buda desinler. Odam bir tapınağa dönüşsün. Ziyaretçilerim olsun. Yıllarca üzerimdeki sincaplı pijamayı hiç çıkarmayayım. (…) İsmim de Sincaplı Buda olsun.” (syf. 26)
Iraz Şensöz’ün senaryo yazarlığı deneyimi eser boyunca olumlu anlamda fark ediliyor. Özellikle diyalog kullanımı oldukça dengeli ve başarılı. Bu sayede kitap dinamik bir hava kazanıyor, okuru sıkmadan ilerliyor. Kitabı okurken sanki bir dizi izliyormuşum gibi hissettiğim zamanlar oldu.
Ece, Bornova Anadolu Lisesi son sınıfta okuduğu için Sincaplı Buda bir İzmir romanı özelliği taşıyor. Alsancak, Konak, Bornova, Şirinyer… Ece’yle birlikte İzmir’in farklı noktalarına gidiyoruz. Bir İzmirli olarak kitabın bu özelliğinden epey keyif aldım.
Değişim ve büyüme sancılarına ortak olduğumuz Ece sonunda yılanın kabuk değiştirmesi gibi ergenlikten yetişkinliğe geçiş yapıyor. Boşanma, aşk, ayrılık, ölüm gibi deneyimlerden sonra yeni bir insan olarak üniversite okumaya Eskişehir’e gidiyor.
Published on August 11, 2022 13:15
•
Tags:
edebiyat, holdenkitap, ilkkitap, roman, ruhşendoğannar, sincaplıbuda, türkçe, ırazşensöz
November 14, 2021
Iraz Şensöz: "Büyüme kavramına takmış biriyim."
Yazarın ilk romanı Sincaplı Buda, tıpkı hayat gibi neşeyle hüznün iç içe geçtiği, sıcak bir büyüme hikâyesi anlatıyor.
Iraz Şensöz’ün ilk romanı Sincaplı Buda ilk defa Oggito.com’da görücüye çıkmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise HOLDEN Kitap tarafından yayımlandı. Bugüne kadar çeşitli edebiyat dergilerinde kısa öyküler yayımlamış yazarla yazarlık, romanı ve büyüme kavramı üzerine konuştuk.
Söyleşi: Nuran Tuğrul
Nuran Tuğrul: Sincaplı Buda’da bir büyüme hikâyesi anlatıyorsun. Sıcak, samimi bir atmosfer var romanda. Sen de böyle bir ortamda mı büyüdün?
Iraz Şensöz: Evet, doğru. Ben de 17 yaşındaki karakterim Ece gibi sevgi dolu, sıcak bir ailede, tıpkı onun gibi odasını mabedi yapmış, kitapların da etkisiyle yarı hayal dünyasında yaşayan bir çocuk olarak büyüdüm. Gerçi Ece’nin benim ailemden farklı olarak annesiyle babası boşanıyor. O da aileyi, sevgiyi hatta tanrı inancını filan sorgulamaya başlıyor.
N.T.: Rahatımız bozulmadan sorgulamıyoruz pek galiba?
I.Ş.: Sorgulamıyoruz. Nadiren. Bizi rahatsız edecek, belki üzecek, şöyle bir silkeleyip kendimize getirecek bir şeyler olduğunda sorular sormaya başlıyoruz. Aslında zihnimiz açılıyor böyle durumlarda diyebiliriz. Bu da büyütüyor bizi, geliştiriyor. Bir anlamda karşımıza çıkan her “kriz” hayata başka türlü, daha derin ve geniş bir yerden bakabilmek için bir fırsat olabilir.
N.T.: Büyüme kavramıyla ilgili olduğunu biliyorum. Neden büyümekle ilgilisin?
I.Ş.: İlginin ötesinde büyüme kavramına takmış biriyim. Aslında birkaç nedeni var. Hem bireysel hem toplumsal nedenler bunlar. Öncelikle ben de geç büyümüş biriyim. Gerçi benim kişisel hikâyem biraz daha karmaşık; psikolojik sorunlarla uğraştığım uzun yıllar var. Bunlardan bahsetmek istemem. Toplumsal olarak bakınca; bizim “ergen” bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Bir türlü büyüyemiyoruz. Elli yaşında ama çocuk gibi kadınlar adamlar görüyorum. Çocukluğu burada olumsuz anlamda kullandığım anlaşılmıştır sanırım. Çocukluğun o oyuncu tarafını kaybetmeden büyümek başka bir mesele. Büyümek, sağlıklı bir yetişkin olmak, sorumlu biri olurken o çocukluğu da yaşatan hassas bir dengeden oluşuyor. Ruhsal olarak sağlıklı bir şekilde büyümek, özellikle bizim coğrafyada belki de böyle bir çağda gerçekten çok zor.
N.T.: Sincaplı Buda’da Ece biraz huysuz, küçük yalanlar söyleyen, ebeveynlerinin ayrılığıyla baş etmeye çalışırken kendini arayan tipik bir “ergen” aslında. Ece’yi nasıl yazdın?
I.Ş.: Ergenlik çağındaki karakterleri hem sinemada hem edebiyatta hem de hayatta çok severim. 16-17 yaş birçok insanın aslında kim olduğunu belirleyen, kendini yarattığı, hayatla ilk sahici ilişkiyi kurmaya çalıştığı çok ilginç bir dönem bence. Bu noktada Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar romanından bahsetmeliyim çünkü Sincaplı Buda’yı yazmadan önce kendime bir soru sordum: “Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın “girly” versiyonu olsa nasıl olurdu?” İşte bu bana kerteriz noktası oldu. Ece büyüme sancıları çekiyor ve meraklı biri. Ebeveynlerinin ayrılığı sonrası hem her şeyi sorgulamaya hem de zaten ilgilendiği budizmle daha çok ilgilenmeye başlıyor. Buda gibi olabilirse sorunlarıyla baş edebileceğine inanıyor. Kitabın ismi de buradan geliyor zaten.
N.T.: Sincaplı Buda’da dikkatimi çeken şey; sinema tadı olması. Sade, duru bir gündelik dil kullanmışsın. Senaryo yazdığını da biliyorum. Romanda bunun etkisi var mı sence?
I.Ş.: Çok doğru bir tespit. Sinema beni her zaman çok etkilemiştir. Film gibi öyküleri ise üslup oyunlarından daha çok seviyorum sanırım. Üslup oyunlarından çok görsel anlatımı, imge kullanmayı ve gündelik dil seviyorum. Tabii öykünün/romanın yani anlatılacak hikâyenin neye ihtiyaç duyduğu da önemli. Her hikâye kendi dilini yaratıyor. Onu dinlemek, hikâyeye yürekten kulak vermek lazım.
N.T.: Öykülerinden biliyorum. Sen iç ses yazmayı seviyorsun. Ece’nin iç sesini yazmak nasıldı? Zorlandın mı?
I.Ş.: Çok eğlenceliydi her şeyden önce. Ece muzır bir insan. Seviyorum onu. Yazarken hatta belki gündelik hayatta da farkında olmadan yaptığım bir şey insanların zihninde dolanmak. Empati yapmak yazan birçok insanın özelliğidir aslında. O anlamda Ece’nin karakterini netleştirdikten sonra onun zihnine girmek kesinlikle zor olmadı.
N.T.: İlk romanlar genelde otobiyografik özellikler taşıyor. Sincaplı Buda da böyle mi?
I.Ş.: Otobiyografik değil ama elbette benim hayatımdan küçük izler ve dokunuşlar var. Sadece beni yakından tanıyanların görebileceği küçük şeyler. Bence bir yazarın bundan azade olması çok zor. Yazma süreci bilinçdışıyla ilgili olduğu için, istemeden kendinizden bir şeyler katıyorsunuz. Hatta bununla ilgili bir hissiyatımı paylaşayım; bütün karakterlerim aslında benim. Sadece Ece’de değil, hepsinde benden bir şeyler var. Ben bunu şöyle tanımlamayı çok seviyorum; karakterlerime de öyküye de ruhumu üflüyorum.
N.T.: Şu ara neler yazıyorsun? Büyüme teması var mı yine?
I.Ş.: Aslında Sincaplı Buda’nın tematik olarak devamını yazmak istiyordum. Bir üçleme tasarladım. Hepsinin ana teması büyümek ama farklı açılardan ele almayı düşünüyordum bu konuyu. Yazarken dağıldım ve kısa öykü yazmaya başladım. Bakalım, geri döneceğim sanırım bu üçlemeye çünkü beni pek rahat bırakmıyor.
N.T.: Son olarak Sincaplı Buda’yı yazarken hangi yazarlardan etkilendin?
I.Ş.: Salinger’dan bahsetmiştim zaten. Çok alakasız gelebilir ama ruh olarak Beat Kuşağı beni hep etkilemiştir. Luis Sepulveda da öyle. Hepsinin ortak noktası içtenlik ve hayata aşık olmaları bence. Ben de öyleyim. Hayata aşığım.
Kaynak: www.oggito.com
Iraz Şensöz’ün ilk romanı Sincaplı Buda ilk defa Oggito.com’da görücüye çıkmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise HOLDEN Kitap tarafından yayımlandı. Bugüne kadar çeşitli edebiyat dergilerinde kısa öyküler yayımlamış yazarla yazarlık, romanı ve büyüme kavramı üzerine konuştuk.
Söyleşi: Nuran Tuğrul
Nuran Tuğrul: Sincaplı Buda’da bir büyüme hikâyesi anlatıyorsun. Sıcak, samimi bir atmosfer var romanda. Sen de böyle bir ortamda mı büyüdün?
Iraz Şensöz: Evet, doğru. Ben de 17 yaşındaki karakterim Ece gibi sevgi dolu, sıcak bir ailede, tıpkı onun gibi odasını mabedi yapmış, kitapların da etkisiyle yarı hayal dünyasında yaşayan bir çocuk olarak büyüdüm. Gerçi Ece’nin benim ailemden farklı olarak annesiyle babası boşanıyor. O da aileyi, sevgiyi hatta tanrı inancını filan sorgulamaya başlıyor.
N.T.: Rahatımız bozulmadan sorgulamıyoruz pek galiba?
I.Ş.: Sorgulamıyoruz. Nadiren. Bizi rahatsız edecek, belki üzecek, şöyle bir silkeleyip kendimize getirecek bir şeyler olduğunda sorular sormaya başlıyoruz. Aslında zihnimiz açılıyor böyle durumlarda diyebiliriz. Bu da büyütüyor bizi, geliştiriyor. Bir anlamda karşımıza çıkan her “kriz” hayata başka türlü, daha derin ve geniş bir yerden bakabilmek için bir fırsat olabilir.
N.T.: Büyüme kavramıyla ilgili olduğunu biliyorum. Neden büyümekle ilgilisin?
I.Ş.: İlginin ötesinde büyüme kavramına takmış biriyim. Aslında birkaç nedeni var. Hem bireysel hem toplumsal nedenler bunlar. Öncelikle ben de geç büyümüş biriyim. Gerçi benim kişisel hikâyem biraz daha karmaşık; psikolojik sorunlarla uğraştığım uzun yıllar var. Bunlardan bahsetmek istemem. Toplumsal olarak bakınca; bizim “ergen” bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Bir türlü büyüyemiyoruz. Elli yaşında ama çocuk gibi kadınlar adamlar görüyorum. Çocukluğu burada olumsuz anlamda kullandığım anlaşılmıştır sanırım. Çocukluğun o oyuncu tarafını kaybetmeden büyümek başka bir mesele. Büyümek, sağlıklı bir yetişkin olmak, sorumlu biri olurken o çocukluğu da yaşatan hassas bir dengeden oluşuyor. Ruhsal olarak sağlıklı bir şekilde büyümek, özellikle bizim coğrafyada belki de böyle bir çağda gerçekten çok zor.
N.T.: Sincaplı Buda’da Ece biraz huysuz, küçük yalanlar söyleyen, ebeveynlerinin ayrılığıyla baş etmeye çalışırken kendini arayan tipik bir “ergen” aslında. Ece’yi nasıl yazdın?
I.Ş.: Ergenlik çağındaki karakterleri hem sinemada hem edebiyatta hem de hayatta çok severim. 16-17 yaş birçok insanın aslında kim olduğunu belirleyen, kendini yarattığı, hayatla ilk sahici ilişkiyi kurmaya çalıştığı çok ilginç bir dönem bence. Bu noktada Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar romanından bahsetmeliyim çünkü Sincaplı Buda’yı yazmadan önce kendime bir soru sordum: “Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın “girly” versiyonu olsa nasıl olurdu?” İşte bu bana kerteriz noktası oldu. Ece büyüme sancıları çekiyor ve meraklı biri. Ebeveynlerinin ayrılığı sonrası hem her şeyi sorgulamaya hem de zaten ilgilendiği budizmle daha çok ilgilenmeye başlıyor. Buda gibi olabilirse sorunlarıyla baş edebileceğine inanıyor. Kitabın ismi de buradan geliyor zaten.
N.T.: Sincaplı Buda’da dikkatimi çeken şey; sinema tadı olması. Sade, duru bir gündelik dil kullanmışsın. Senaryo yazdığını da biliyorum. Romanda bunun etkisi var mı sence?
I.Ş.: Çok doğru bir tespit. Sinema beni her zaman çok etkilemiştir. Film gibi öyküleri ise üslup oyunlarından daha çok seviyorum sanırım. Üslup oyunlarından çok görsel anlatımı, imge kullanmayı ve gündelik dil seviyorum. Tabii öykünün/romanın yani anlatılacak hikâyenin neye ihtiyaç duyduğu da önemli. Her hikâye kendi dilini yaratıyor. Onu dinlemek, hikâyeye yürekten kulak vermek lazım.
N.T.: Öykülerinden biliyorum. Sen iç ses yazmayı seviyorsun. Ece’nin iç sesini yazmak nasıldı? Zorlandın mı?
I.Ş.: Çok eğlenceliydi her şeyden önce. Ece muzır bir insan. Seviyorum onu. Yazarken hatta belki gündelik hayatta da farkında olmadan yaptığım bir şey insanların zihninde dolanmak. Empati yapmak yazan birçok insanın özelliğidir aslında. O anlamda Ece’nin karakterini netleştirdikten sonra onun zihnine girmek kesinlikle zor olmadı.
N.T.: İlk romanlar genelde otobiyografik özellikler taşıyor. Sincaplı Buda da böyle mi?
I.Ş.: Otobiyografik değil ama elbette benim hayatımdan küçük izler ve dokunuşlar var. Sadece beni yakından tanıyanların görebileceği küçük şeyler. Bence bir yazarın bundan azade olması çok zor. Yazma süreci bilinçdışıyla ilgili olduğu için, istemeden kendinizden bir şeyler katıyorsunuz. Hatta bununla ilgili bir hissiyatımı paylaşayım; bütün karakterlerim aslında benim. Sadece Ece’de değil, hepsinde benden bir şeyler var. Ben bunu şöyle tanımlamayı çok seviyorum; karakterlerime de öyküye de ruhumu üflüyorum.
N.T.: Şu ara neler yazıyorsun? Büyüme teması var mı yine?
I.Ş.: Aslında Sincaplı Buda’nın tematik olarak devamını yazmak istiyordum. Bir üçleme tasarladım. Hepsinin ana teması büyümek ama farklı açılardan ele almayı düşünüyordum bu konuyu. Yazarken dağıldım ve kısa öykü yazmaya başladım. Bakalım, geri döneceğim sanırım bu üçlemeye çünkü beni pek rahat bırakmıyor.
N.T.: Son olarak Sincaplı Buda’yı yazarken hangi yazarlardan etkilendin?
I.Ş.: Salinger’dan bahsetmiştim zaten. Çok alakasız gelebilir ama ruh olarak Beat Kuşağı beni hep etkilemiştir. Luis Sepulveda da öyle. Hepsinin ortak noktası içtenlik ve hayata aşık olmaları bence. Ben de öyleyim. Hayata aşığım.
Kaynak: www.oggito.com
Published on November 14, 2021 08:25
•
Tags:
edebiyat, holdenkitap, ilkkitap, oggito, roman, sincaplıbuda, türkçe, ırazşensöz
November 9, 2021
Artistik Bellek için Sincaplı Buda'yı Anlattım
Sene 2018. Kendime verdiğim “her gün bir kısa öykü” ödevini iki ay boyunca uygulamış ve 60 tane öykü yazmıştım. Uzun bir öykü hatta bir roman yazmayı denemek istiyordum.
Peki, nasıl bir roman olacaktı bu? Doğu felsefeleriyle uzun zamandır ilgiliydim. Kadın hikâyeleriyle de. En çok da büyüme hikâyelerini seviyordum. Şunu biliyordum; biz bir türlü büyüyemeyen insanlardan oluşan bir toplumduk. Bir de ilk gençlik yıllarını yaşayanların toplumdaki gizli ötekilerden biri olduğunu düşünüyordum. Öykülerimde ergenlik çağından geçen karakterleri anlatırdım bazen. Kendini arayanları, büyümeyenleri, büyüyemeyenleri, zor büyüyenleri, acı bir tecrübeyle büyümek zorunda kalanları sevdim hep. Ben de onlardan biriydim. Geç büyüyenlerden…
Romana başlamadan önce kendime şu soruyu sormuştum: Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın “girly” versiyonu yazılsa nasıl olurdu? -Haddim olmayarak.-
Yazarlıkta amatörüm ve hep de amatör kalacağım. Sincaplı Buda da amatör bir ruhla yazıldı. Kendim için yazdım en çok. İçine ruhumu üfledim, Ece’yi ve ailesini yarattım, yaşadığım şehir İzmir’den izler kattım. Bir cadının kazanına bir tutam davul tozu, bir kurbağa bacağı, iki yarasa kanadı, bir baş sarımsak katması gibi. “Bir büyüme hikâyesinin içinde neler olsa eğlenceli, duygulu olurdu?” dediğim her şeyi birleştirdim. Kazanı kaynattım ve ortaya Sincaplı Buda çıktı.
Roman, ilk defa 2020’de oggito.com’da yayımlandı. Ben başka şeyler yazmaya başlamıştım bile. Daha çok da kısa öykü. Bu arada zaman geçti ve sevgili arkadaşım Şehnaz Erkan’ın ilk kitabı yayımlandı. Bana, “Bu yeni nesil yayınevi, sen de dosyanı yollasana,” dedi. Yayınevinin ismi: HOLDEN Kitap. Öykü dosyamı yolladım, reddedildi ancak Oggito’daki Sincaplı Buda’yı sevdiklerini söyledi (yayıncım) Baran Güzel. Ben de Sincaplı Buda’yı yolladım onlara. Kabul edildi. Bu arada fark ettim ki; yayınevine ismini veren karakter Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın kahramanı. Ne güzel bir tevafuk, öyle değil mi?
Geçtiğimiz günlerde (28 Ekim 2021) Sincaplı Buda, HOLDEN Kitap etiketiyle okurla buluştu. Hüzün ve sevinç iç içe. Düne kadar yani yayımlanana kadar Sincaplı Buda belki sadece benimdi, şimdi okurun artık. Yolu açık olsun…
Not: Artistik Bellek’e bana bu öyküyü anlatma fırsatı verdiği için teşekkür ederim.
Kaynak: https://artistikbellek.com/artistik-d...
Peki, nasıl bir roman olacaktı bu? Doğu felsefeleriyle uzun zamandır ilgiliydim. Kadın hikâyeleriyle de. En çok da büyüme hikâyelerini seviyordum. Şunu biliyordum; biz bir türlü büyüyemeyen insanlardan oluşan bir toplumduk. Bir de ilk gençlik yıllarını yaşayanların toplumdaki gizli ötekilerden biri olduğunu düşünüyordum. Öykülerimde ergenlik çağından geçen karakterleri anlatırdım bazen. Kendini arayanları, büyümeyenleri, büyüyemeyenleri, zor büyüyenleri, acı bir tecrübeyle büyümek zorunda kalanları sevdim hep. Ben de onlardan biriydim. Geç büyüyenlerden…
Romana başlamadan önce kendime şu soruyu sormuştum: Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın “girly” versiyonu yazılsa nasıl olurdu? -Haddim olmayarak.-
Yazarlıkta amatörüm ve hep de amatör kalacağım. Sincaplı Buda da amatör bir ruhla yazıldı. Kendim için yazdım en çok. İçine ruhumu üfledim, Ece’yi ve ailesini yarattım, yaşadığım şehir İzmir’den izler kattım. Bir cadının kazanına bir tutam davul tozu, bir kurbağa bacağı, iki yarasa kanadı, bir baş sarımsak katması gibi. “Bir büyüme hikâyesinin içinde neler olsa eğlenceli, duygulu olurdu?” dediğim her şeyi birleştirdim. Kazanı kaynattım ve ortaya Sincaplı Buda çıktı.
Roman, ilk defa 2020’de oggito.com’da yayımlandı. Ben başka şeyler yazmaya başlamıştım bile. Daha çok da kısa öykü. Bu arada zaman geçti ve sevgili arkadaşım Şehnaz Erkan’ın ilk kitabı yayımlandı. Bana, “Bu yeni nesil yayınevi, sen de dosyanı yollasana,” dedi. Yayınevinin ismi: HOLDEN Kitap. Öykü dosyamı yolladım, reddedildi ancak Oggito’daki Sincaplı Buda’yı sevdiklerini söyledi (yayıncım) Baran Güzel. Ben de Sincaplı Buda’yı yolladım onlara. Kabul edildi. Bu arada fark ettim ki; yayınevine ismini veren karakter Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın kahramanı. Ne güzel bir tevafuk, öyle değil mi?
Geçtiğimiz günlerde (28 Ekim 2021) Sincaplı Buda, HOLDEN Kitap etiketiyle okurla buluştu. Hüzün ve sevinç iç içe. Düne kadar yani yayımlanana kadar Sincaplı Buda belki sadece benimdi, şimdi okurun artık. Yolu açık olsun…
Not: Artistik Bellek’e bana bu öyküyü anlatma fırsatı verdiği için teşekkür ederim.
Kaynak: https://artistikbellek.com/artistik-d...
Published on November 09, 2021 09:05
•
Tags:
artistikbellek, edebiyat, holdenkitap, ilkkitap, roman, sincaplıbuda, türkçe, ırazşensöz
November 4, 2021
Sincaplı Buda
İlk romanım Sincaplı Buda geçtiğimiz günlerde yayımlandı.
2018'de yazmıştım bu romanı, 2020'de Oggito.com'da görücüye çıktı ve nihayet 2021'de kitap sayfalarında okurla buluştu.
İlk kitap müthiş bir heyecan ve motivasyonmuş, bunu anladım. Daha, daha, daha çok yazmak istiyorum. Yerimde duramıyorum.
Heyecanla okurlardan gelecek eleştiri ve yorumları bekliyorum. Eleştiri çok kıymetli benim için çünkü yapıcı, iyi eleştiri daha iyi yazmak için bir kilidi açıyor adeta.
Sincaplı Buda daha düne kadar belki benimdi ama artık senindir, sevgili okur.
2018'de yazmıştım bu romanı, 2020'de Oggito.com'da görücüye çıktı ve nihayet 2021'de kitap sayfalarında okurla buluştu.
İlk kitap müthiş bir heyecan ve motivasyonmuş, bunu anladım. Daha, daha, daha çok yazmak istiyorum. Yerimde duramıyorum.
Heyecanla okurlardan gelecek eleştiri ve yorumları bekliyorum. Eleştiri çok kıymetli benim için çünkü yapıcı, iyi eleştiri daha iyi yazmak için bir kilidi açıyor adeta.
Sincaplı Buda daha düne kadar belki benimdi ama artık senindir, sevgili okur.
Published on November 04, 2021 09:11
•
Tags:
edebiyat, holdenkitap, ilkkitap, roman, sincaplıbuda, türkçe, ırazşensöz


