Oldtimer - Klasik Okuma Grubu discussion
This topic is about
Julian Barnes
Ayın Yazarları
>
Julian Barnes: Mayıs-Haziran 2023 Ayın Yazarı
date
newest »
newest »
message 1:
by
Özgür
(last edited Apr 01, 2023 05:49AM)
(new)
Apr 01, 2023 05:49AM
Mod
reply
|
flag
Julian Barnes'i ben önermiştim ve dolayısıyla külliyatını yazma sorumluluğu bana ait :)Başlayalım bakalım:
- Metroland - ilk yayın 1980, 2005 Ayrıntı Yayınları
- Benimle Tanışmadan Önce - ilk yayın 1982, 1986 Ayrıntı Yayınları
- Flaubert'in Papağanı - ilk yayın 1984, 2001 Ayrıntı Yayınları
- Gündoğumuna Yolculuk - ilk yayın 1986, 2006 Ayrıntı Yayınları
- 10½ Bölümde Dünya Tarihi - ilk yayın 1989, 1999 Ayrıntı Yayınları
- Seni Sevmiyorum - ilk yayın 1992, 2000 Ayrıntı Yayınları
- Oklukirpi - ilk yayın 1993
- Manş Ötesi - ilk yayın 1996, 1999 Ayrıntı Yayınları -Öykü
- İngiltere İngiltere'ye Karşı - ilk yayın 1998, 2003 Ayrıntı Yayınları
- Aşk Vesaire - Seni Sevmiyorum'un devamı, 2002 Ayrıntı Yayınları
- Bir Çift Söz - ilk yayın 2000, 2004 Ayrıntı Yayınları, Denemeler
- Arthur ve George - ilk yayın 2001, Man Booker adayı
- Limon Masası - ilk yayın 2004, Öyküler
- Korkulacak Bir Şey Yok - ilk yayın 2008, Otobiyografik deneme
- Nabız - ilk yayın 2011
- Bir Son Duygusu - İlk yayın 2011 - Man Booker Ödülü
- Gözünü Açık Tutmak: Sanat Üzerine Denemeler - ilk yayın 2011
- Penceremden 17 Deneme + 1 Kısa Öykü - ilk yayın 2012
- Hayat Düzeyleri - ilk yayın 2013
- Zamanın Gürültüsü - ilk yayın 2016
- Kırmızı Giysili Adam - ilk yayın 2019
- Biricik Hikaye - ilk yayın 2020
- Elizabeth Finch - ilk yayın 2022
Ne çok eseri varmış ve ne çok çevrilmiş Türkçe'ye. Bugüne kadar okumamış olmam büyük bir ayıpmış gerçekten. Ancak insan nereden, nasıl başlayacağını da şaşırmıyor değil
Eline sağlık Zeynep, ne kadar çok yazmış ve ne kadar çok Türkçeye çevrilmiş gerçekten! Sanırım 2000 yılında 10 1/2 Bölümde Dünya Tarihi’ni okumuş ve çok sevmiştim. Şimdi zerre kadar hatırlamıyorum tabii. Onu tekrar okumayı düşünüyorum. Oklukirpi’nin konusu çok ilgimi çekti, onu da okuyacağım. Bir de Bir Son Duygusu’nu okuyacağım.
İki ay süremiz olduğuna göre, 1-2 kitabını daha okuyabilirim gibi geliyor. Orada da sizden kopya çekeceğim. :)
Elinize sağlık Zeynep iyi ki önerdiniz Julian Barnes'ı. Uzun zamandır tanışmak istiyordum kalemiyle. İstek listemde kitapları olan fakat hiç tanımadığım bir yazar. İl halk kütüphanesinde Zamanın Gürültüsü isimli eseri var, oradan başlayacağım. Sonra buradaki yorumlar ve listelerime göre devamı şekillenecek gibi duruyor. Seversem birkaç kitabını ele almak istiyorum, hayırlısı artık. :)
Ne hoş değil mi hepimizin buradaki yorumlara göre kendimizi şekillendirecek olmamız? Budur beraber okumanın keyfi :)Benim elimde sadece 'Bir Son Duygusu' var...Man Booker'lu kitabı almışım sadece. Bakalım neyle devam edeceğim?
Oklukirpi’yi okumuştum geçen yıl, beğendim tavsiye ederim.Elimde Bir Son Duygusu varmış, onu da okurum. Kalanı da Renin gibi beğenilerinize göre şekillenir :)
Teşekkürler Zeynep, çok ayrıntılı bir liste olmuş.
Barnes'dan okuduğum tek kitap 10½ Bölümde Dünya Tarihi. Çok keyif almıştım. Ne zamandır da Limon Masası'nı okumak istiyorum, bu ay fırsat olur umarım.
Barnes'dan okuduğum tek kitap 10½ Bölümde Dünya Tarihi. Çok keyif almıştım. Ne zamandır da Limon Masası'nı okumak istiyorum, bu ay fırsat olur umarım.
Benim de hep karşıma çıkıyordu ama henüz hiç okumadım. Bir Son Duygusu ve Limon Masası’nı kestirmiştim gözüme ama benim de yorumlarınıza göre planlarım her an değişebilir :)
Bir Son Duygusu’na başladım! “The Sense of an Ending”, on yıl kadar önce bir doğumgünümde hediye edilmişti. O yıllarda kitapçı raflarında hep görüyor, bu bende var, diyordum :) Kısmet bugüneymiş.Man Bookerlı kitaplar hakkında bir fikir de vereceği için merak ediyorum kitabı, dilini, kurgusunu. Barnes’ın ingilizcesiyle okuduğum ilk on sayfa çok akıcıydı; dolaysız, doğrudan bir anlatım hızlı bir okumayı mümkün kılıyor.
Kütüphanede karşıma Zamanın Gürültüsü çıkıverdi, mecburen ondan başlayacağım artık okumaya, kader… :)
İlk Julian Barnes okumamı, Man Booker ödüllü Bir Son Duygusu kitabıyla, kendi dilinden (“The Sense of an Ending”) yapmak istedim. Eserde Barnes’ın kafasını meşgul eden önemli hayat memat soruları, çok güzel cümlelerle kurulup yanıt aranıyor. Dili konusuna diyecek bir şey yok. Ne var ki kitabın konusu beni pek sarmadı. Yaşamsal sorular, çok daha ilginç ve farklı bir kurguyla sorulsa, eserin bıraktığı iz de daha kuvvetli olur diye düşündüm. Spoiler vermemek için detaylara inmemekle beraber, yazarın ilk sayfalardan itibaren bıraktığı her izin eserde bir değeri olduğunu, o duvarda asılı silahın bir şekilde patlayacağını hatırlatmak isterim.
Bir Son Duygusu yazardan şimdiye değin okuduğum tek kitap. Man Booker ödüllü oluşuyla dikkatimi çekmişti ve beğenerek de okumuştum. Hayatta geldiği noktadan bir geriye bakış, değerlendirme, sorgulama ve belki bir hesaplaşma temalı kurguları severek okurum genelde ve Barnes da bu türde, kurgu ve anlatı olarak çok başarılı bir iş çıkarmış. Metroland ilk kitabıymış ve ödüllü bir kitap aynı zamanda. Onunla devam edeceğim ve elimdeki diğer iki kitabı Seni Sevmiyorum ve Aşk Vesaire ile devam edeceğim. Esasında Flaubert'in Papağanı da merakımı çok celbedenlerden. Diğerleri yetişirse ona da vakit ayırmak niyetindeyim.
Metroland'i bitirdim ve puanlayamadığım nadir kitaplardan biri oldu. Bir dolu sanat eseri ve sanatçıya bolca göndermeli bir ilk yarı sunuyor (Bir ara John Fowles mu okuyorum diye kapağı bi çevirip baktım 🥴) Kitaplarda başka bir eser ya da sanatçıya yapılan yerinde bir göndermenin şıklığını anlayamayan bir okur değilim lakin her satırda başka bir isim, isimler, eserler, filanca müzedeki falanca tablodaki malum figür, desen, ayrıntı ..... okuru tam olarak ne okuyorum bocalamasına sokuyor. Yazar okurun halihazırda tüm bunlarla ilgili bilgi sahibi olduğunu varsayıyor sanırım. Diğer türlü "bakınız tüm Fransız resim sanatına ve ressamlarına ve tam olarak ne anlattıklarına ne kadar da hakimim" diyesi yoktur herhalde 🙄 Üç bölüme ayırdığı kitapta ikinci bölümün ortalarından sonra tam olarak ne anlatmaya çalıştığı daha rahat anlaşılıyor.
İlk eser olarak çok sağlam ve etkileyeci olmasını istediği bir giriş kalemde bir gerginlik yaratmış ama yazdıkça gevşeyerek asıl mevzuyu daha rahat aktarmış diyebilirim naçizane. Yerleşik toplumsal değerleri ve kabul edilmiş huzur ve mutluluk tariflerini sorgulama eksenli güzel bir oluşum hikayesi olarak adlandırılabilir genel olarak.
Flaubert'in Papağanı'ni yazmayı ta o zamandan aklında koymadıysa bile Flaubert'in en çok "kafaya taktığı" yazarlardan olduğunu belli ediyor. (Madame Bovary'i okunacaklar listesine aldırdı bana ☺️)
Bir Son Duygusu’nu okuyorum, gayet keyifli gidiyor. Liseden bir arkadaş grubu özelinde birinin belirli bir hayatı…Başta bana Otomatik Portakal okuyormuşum gibi hissettirdi :) Farklı olmaya çalışan arkadaşlar, saatin yüzünü içe bakacak şekilde takmaları, kendilerinden bir çete gibi bahsetmesi vs :)
bir son duygusunu şimdi bitirdim. kısaca şöyle bir yorum yazdım."yazarın anlatım tarzını çok çok sevdim. yaşını başını almış torun sahibi bir erkeğin; çocukluğuna, gençliğine, evliliğine, aşklarına anımsama yöntemiyle geçmişine geri dönmesi. geçmişteki hislerini, bakış açısını olgunken değerlendirmesi. ve bütün bunları günümüz koşullarıyla anlatırken, geçmişten gelen ve kitabın sonuna kadar saklanan sırlarla anlatıma heyecan katması gerçekten enfes."
yazarla tanışmama vesile olduğunuz için teşekkürler!
pek çoğumuz gibi yorumlarınıza bakarak hangi kitaplarını okumalıyım, ona karar vermeye çalışıyorum:)
kütüphanede oklukirpi ve zamanın gürültüsü vardı. renin ne diyorsun. kader sana güldü mü zamanın gürültüsüyle:)
Zamanın Gürültüsü’nün dili çok akıcıydı. Pırıl pırıl, hiç tökezlemeden anlatıyor yazar. Konu olarak da hoşuma gitti, Şostakoviç’in hayatını anlatıyor. Yalnız yazarın bakış açısı çok hoşuma gitmedi. :) Soğuk savaş sonrası batının kullanmayı pek sevdiği abartılı kötülemeyi hiç ziyan etmeden son damlasına kadar içirmeye çalışıyor okura. Bu duruma karşı özel bir hassasiyetin yoksa veya benim gibi bağışıklık geliştirdiysen tavsiye edebilirim Bilgen. :)
İlginç bir not olarak, Steinbeck’in Rusya Günlüğü’nde bahsedilen birkaç şeyi aynen kullanmış yazar. Ama yararlandığı kaynaklarda adı geçmiyor Steinbeck’in. Belki de tesadüftür tabii. :)
yorumun için teşekkür ederim renin. kütüphane yolu göründü bana;) elimde oklukirpi var. önce onun bir tadına bakayım.
10½ Bölümde Dünya Tarihi 'ni bitirdim ve oldukça beğendim. Nuh'un insanlığın ikinci babası olmasından başlıyan bir hikayeyi, dindar insanların nihai hedefi üzerine bir öyküyle bitiriyor ki son öykü benim için vurucu bir fikirdi. Hatta Good Place dizisinin de bu fikrin bir versiyonu olduğunu söylemeliyim. Hikayeleri çokta kör göze parmak şeklinde bağlamasa da öyle gevşek bırakmayı da tercih etmemiş. Bağlantıyı hissedebiliyorsunuz. Bir kronolojik sıralama olmasa da aslında her hikayeye bir çeşit geminin, yargılan bir grubun, hayatta kalmak için birisi tarafından seçilen bir canlının, yargıçın gücünde aslında ne kadar anlamsız olduğunu merkezine yerleştirdiği veya önemli bir unsuru haline getirdiği hikayeleri vardı. Bazı öykülerin politikliğinin kitabın zamansız bir anlatı olmasını sağladığını düşündüğümü diyebilirim.
oguz kaan wrote: "10½ Bölümde Dünya Tarihi 'ni bitirdim ve oldukça beğendim. Nuh'un insanlığın ikinci babası olmasından başlıyan bir hikayeyi, dindar insanların nihai hedefi üzerine bir öyküyle bitiriyor ki son öykü..."
Kitabı Good Place'ten önce okumuştum. Yorumunuz üzerine tekrar okumak şart oldu. Hatta diziyi de izleyebilirim tekrar :)
Kitabı Good Place'ten önce okumuştum. Yorumunuz üzerine tekrar okumak şart oldu. Hatta diziyi de izleyebilirim tekrar :)
Bir ara fena şekilde cennet cehennem tasvirlerine takılmıştım. Kendi düşüncemi ustalıklı bir kalemin öyküsünde yakalamak her zaman tatmin edici oluyor. Good Place veya Supernatural dizilerinde olduğu gibi bir bakış açısı aklıma yatsa bile ben insan ruhunun sonsuzluğu kaldırabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca ilk kez o kitapta denk geldiğim bir fikir olan Nuh'un sanatta o kadar da kendine yer bulamamasının aslında insanların ikinci bir babaya ihtiyaç duymamalarından gelme ihtimalini düşündüm. O kitap bir yana Bir Son Duygusu'nda da kendimi bulduğum, hayatımdan enstanteler yakaladığım yerleri oldu. Bir kez daha anladım ki her kitabı okuyabileceğiniz hayatınızda bir nokta var. Eğer kitabı o aralıkta denk getirip okursanız bir şaheser okuduğunuzu düşünürken, yanlış yerde yanlış zamanda okunan ve ıskalanan ne müthiş kitaplar okumuşumdur kim bilir diye hayıflanmadan da edemiyorum.
Yapılan bir hatayı kabul etmek; bahsettiğim işte veya okulda değil, hayatın bizzat kendisinde yapılan hatalar zor olduğu kadar kendimize karşı dürüst olmamızı ve gerektiğinde çuvaldızı kendimize batırmamız gereken bir durum oluyor. Tony bu konuda oldukça yetenekli bir karakterdi.
Çoğu insanın vasat olduğu bir dünyada yaşıyoruz. İç dünyamızda kendimizi yücelttiğimiz, çevremizde ki insanların olağanüstü biriymişcesine davranmalarının getirdiği yanılsamanın kibriyle çoğumuz vasatlığımız kabul etmeden mutsuz ve kim olduğumuzu tam olarak kavramadan ölüp hiçliğe karışıyoruz. Ben kendime karşı dürüst olmam gerektiğini ve ruhumu tanımam ve karakterimi çözmem yolunda içinde olduğum bu kısır döngüden çıkmam gerektiğini okumadan sonra daha ivedi bir şekilde hissetmeye başladım. Bu bile başlı başına okuduğum en iyi kitaplardan biri yapıyor.
Bir ufak ara verip bir başka kitabını daha okumak istiyorum.
Merhaba,Grupla tesadufen karsilastim ve hemen yorumlarinizi okumaya basladim. Ne kadar da iyi etmisim. Grubun atmosferi cok sicak. Ve cok guzel kitaplar secmissiniz. Hemen “Dunyanin hikayesi..” ni okumaya basladim. Beni bu guzel kitapla ve yazarla tanistirdiginiz icin cok tesekkur ederim. Herkese iyi okumalar.
oguz kaan wrote: "Bir ara fena şekilde cennet cehennem tasvirlerine takılmıştım. Kendi düşüncemi ustalıklı bir kalemin öyküsünde yakalamak her zaman tatmin edici oluyor. Good Place veya Supernatural dizilerinde oldu..."
(view spoiler)
(view spoiler)
Grup sayesinde tanıştığıma memnun olduğum bir diğer yazar Barnes oldu. Ben Booker ödüllü diye Bir Son Duygusu romanını okumayı tercih ettim, konu ve üslup bakımından oldukça akıcı bir romandı. Hayal kırıklığına uğratmadı, Barnes ile tanışmak isteyenlere gönül rahatlığıyla önerebilirim.
Zamanın Gürültüsü romanını yarım bıraktım, geri dönmeyeceğim. Flaubert'in Papağanı kitabını okumaya başlamıştım ama devam etmeyeceğim. Öncelik vermek istediğim başka yazarlar var. İyi ki seçilmiş Julian Barnes grupta. Benlik bir yazar olmadığını anlamış oldum.
Seni Sevmiyorum ve bu kitabın devamı olan Aşk Vesaire'yi okudum. Her iki kitabı da 'kamera tekniği' ile yazmış; tüm kahramalarını cereyan eden olaylar çerçevesinde sırayla konuşturuyor. Seni Sevmiyorum'da daha düzenli, derli toplu bir anlatımla ilerliyor ve kabaca bir 'aşk üçgeni' olarak niteleyebileceğimiz hikayede okur için 'duruma vakıf olma' zorluğu yaşanmıyor. Lakin hikayenin on yıl sonrasından devam eden Aşk Vesaire'de anlatı biraz daha dağınık ama son derece bilinçli ve kontrollü oluşturulmuş bir dağınıklık. Karakterler için pek sağlam kafa ve ruh bırakmayan türden geçtiği ilk satırlardan anlaşılan bu on yıllık zamnın ve şimdiki zamanın o tatsızlığını da yansıtmada oldukça başarılı olmuş bu dağınık anlatımı yazarın. İkinci kitap biraz elimde sürünse de pişman eden okumalar olmadı benim için.Böylece Metroland'le birlikte Julian Barnes ayında üç kitabını okumuş oldum. Hala favorim Bir Son Duygusu diyebilirim rahatlıkla. Bahsettiğim dört kitapta da yazar -deyim yerindeyse- derdini arkadaşlıktan, arkadaşlık ilişkileri üzerinden kurguladığı bir hikayede anlatmayı prensip edinmiş görünüyor; mevzu aşk da olsa, hayatla ilgili bir muhasebe de olsa, ya da bir olma/olgulaşma teması da olsa kurgudaki dominant öge arkadaşlık. Diğer kitaplarında da var mı acaba aynı durum acaba? Oklukirpi'nin de epey alıcısı var gibiydi, yorum da bekledim başlık altında lakin yazan olmadı
Books mentioned in this topic
Bir Son Duygusu (other topics)Oklukirpi (other topics)
Metroland (other topics)
Seni Sevmiyorum (other topics)
Aşk Vesaire (other topics)
More...
Authors mentioned in this topic
Julian Barnes (other topics)Julian Barnes (other topics)

