Kemal Sinan Özmen's Blog

February 1, 2021

Döngü Üçlemesi: Birinci Kitap, Göklerden Gelen Umut

Bu tanıtım yazısı Öğretmenler Kitap Kulübü‘nde yayımlanmıştır.

Göklerden Gelen Umut

Döngü Üçlemesi/Birinci Kitap 

Göklerden Gelen Umut

Bilgi Yayınevi etiketiyle yayımlanan Döngü Üçlemesi’nin ilk kitabı “Göklerden Gelen Umut” okuru 2177 yılında başlayandestansı bir yolculuğa çıkarıyor. İngiliz dili eğitimi profesörü Kemal Sinan Özmen’in imzasını taşıyan roman, okurları ölümden sonra Eternium isimli bir simülasyona yüklenen ve olağan ömürlerini sıkıcı bir bekleme aşaması olarak gören insanların yaşamına götürüyor. 

Yeni bir Eternium sistemine yüklenen Onursal Genel Sekreter Han, bu yazılım sayesinde zihinsel bir yolculuğa çıkar. Mekânın ve zamanın ötesine uzanan bu yolculuk evrende bir deniz feneri gibi parıldar. Göklerden gelenlerin ne getirdiği ise insanoğlunun yapacağı tercihe bağlıdır. 

Vicdani farkındalıklarını eyleme dökme cesaretine sahip sıradan insanların kahramanlara dönüştüğü bu destansı üçleme, insanlığın geleceğine bakarken bir yandan da yarattığımız düzenin bizleri nereye götürebileceğini evrensel bir ölçekte tartışıyor. İnsani değerlerin evrensel karşılıklarını ararken günümüzün toplumsal ve politik hastalıklarını irdeliyor.

“Ölümün korkulacak bir yanı varsa o da anlamadan yaşamak, evrenle kucaklaşmadan aynı döngü içinde sıkışıp kalmaktır.”

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 01, 2021 23:54

Bilim ve Gelecek Dergisi – Kitapçı Rafı

Döngü
– Bir İnsanlık Üçlemesi, Birinci Roman: Göklerden Gelen Umut, Kemal Sinan Özmen, Bilgi Yayınevi, 2020,  625s.

Döngü Üçlemesi’nin ilk romanı olan “Göklerden Gelen Umut” binlerce yıllık destansı bir öyküyle insanoğlunu evrensel ölçütlerle tanımlamaya çalışırken bir yandan günümüz küresel politik ekonomisine ve kültürel değerlerine ayna tutuyor. Roman şu sorulara odaklanıyor: İnsan olmak durağan bir var oluş biçimi midir yoksa evrensel bir oluş durumuna varmak için bir araç mıdır? İnsan kat edilen bir yol mudur, yolun sonundaki menzil mi? Gerçeklik algımızı oluşturan tüm sosyal ve kültürel değerler günün birinde hiç beklenmedik bir anda alt üst olursa, yaşamak ve devam etmek için neye tutunacağız? Benzer kromozom sayısı ve dizilimi dışında, çağların ve olayların üstünde, insanları bir arada tutan ana değerler nelerdir? Bu soruları epik bir söylemle tartışan Döngü Üçlemesi, bilim kurgu türünün kendisini de bir metafor ve üst iletişim biçimi olarak kullanıyor.
Üçleme, Göklerden Gelen UmutKutlu Kanatlar Altında ve Yuvada Yeşeren Yaşam isimli romanlardan oluşuyor. 2177 yılında açılışı yapan ilk roman, bizleri insanların bilinçlerini ölümlerinden sonra Eternium isimli bir dünya simülasyonuna yükleterek sınırsız bir ömre sahip olduğu bir döneme götürüyor. Günümüzden 160 yıl sonra küresel şirketler öylesine büyümüştür ki artık fiilen ülkelerin yerini almışlardır. Küresel Konfederasyon’a bağlı ülkelerde toplumların tek hedefi ölümden sonra Eternium’a yüklenmektir. Bunun için yüksek bir Uyumlu ve Katılımcı Vatandaşlık Puanı’na ve çoğunlukla bir ömür ödemek zorunda oldukları Eternium kredilerine ihtiyaçları vardır. Geleceğimizin bu versiyonunda küresel kapitalist ekonomi çarklarını çok daha acımasız bir biçimde sürdürmek uğruna insanlara ölümsüzlüğü vadetmektedir. İronik olan ise insanların yarattığı bu ekonomik modelin insanlığı ekseninden hiç olmadığı bir düzeyde uzaklaştırmasıdır. Velhasıl 2170’li yıllarda dünya hem bizlere oldukça yabancıdır hem de alabildiğine tanıdıktır.
Döngü Üçlemesi okuru; iyi ve kötünün, aydınlığın ve karanlığın, beyazın ve siyahın iç içe girdiği, insani değerlerin evrensel sahnede ele alındığı bir gelecek olasılığına götürüyor. Büyük resimde kendi kaynağına akarak kendini sürekli besleyen, sınırsız bir ırmak gibi akan ve bizi birbirimize bağlayan evrensel Döngü’ye bireyin açısından odaklanıyor. Vicdani farkındalığı eyleme dökme cesareti bizi insan yapar, diyerek bilinçli ve ahlaklı eylemin aydın insanlar için bir tercih değil bir zorunluluk olduğunu romanın her katmanında farklı alt öyküler ve imgelerle dile getiriyor.

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 01, 2021 23:49

January 9, 2021

Döngü – Göklerden Gelen Umut

İlk romana dair görseller ve tanıtım metinleri















 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 09, 2021 02:13

Yazarının Kaleminden: Göklerden Gelen Umut

Döngü Üçlemesi’nin ilk kitabı olan Göklerden Gelen Umut’u yazma sürecine dair deneyimlerimi 6 Ocak 2021 tarihinde KayıpRıhtım aracılığıyla paylaştım.





Döngü Üçlemesi 1: Göklerden Gelen Umut - Kemal Sinan Özmen



Akademisyen Kemal Sinan Özmen’in kaleme aldığı Döngü Üçlemesi’nin ilk romanı Bilgi Yayınevi’nin özenli çalışmasıyla okurla buluştu. Özmen, serinin birinci basamağı Göklerden Gelen Umut kitabının yazım macerasını Kayıp Rıhtım okurları için kaleme aldı.





İnsanoğlunun sınırlarına ve doğasına dair evrensel ölçekte yapılan uzun ve zorlu bir yolcuğu konu alan Döngü Üçlemesi’nin perde arkası sizlerle.





Bir İletişim Dili Olarak Roman



Döngü Üçlemesi aslında basit bir sorunun çeşitlenmesiyle 2010 yılında ortaya çıktı: İnsanoğlunun evrensel ölçekte ortak değerleri nelerdir? Bu sorunun yanıtı, toplumsal ve kültürel değerlerimizin ardında duran olası sabit özü bulmaya yarayabilir. Sonsuza dek var olma güdümüz, hayata ve ölüme dair geliştirdiğimiz benmerkezci tutumumuz, doğadan ve evrenin takviminden kopuk işleyen zaman ve yaşam algımız bu özü çoğunlukla yitirmemize sebep oluyor. Günümüzün küresel politik ekonomisi ise düşünme alışkanlıklarımızı şekillendiren ve bir bilgisayar virüsü gibi zihnimizi alt üst eden toplumsal bir akıl hastalığı olarak tüm bu süreci yönetiyor.





Bu gözlemlere dayanarak planladığım roman üçlemesine dair sürekli bir biçimde not almaya ve kendimi eğitmem gereken bazı alanlarında alan taraması yapmaya 2011 yılında başladım. Beş yıl süren bu ön okuma aşamasından sonra romanı kaleme almak için masaya oturdum.





Romanın Kendi Türünü Belirlemesi



Döngü Üçlemesi’nin türünü belirlerken oldukça ilginç bir deneyim yaşadım. Bu deneyimi tüm yazma meraklılarının bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Romanı kurgularken, “İnsanlara kendi tanıdık dünyalarının öznelerini, nesnelerini ve bağlamlarını kullanarak sarsıcı ve nihayetinde duygusal/düşünsel bir deneyime dönüşecek bir hikâye anlatamam,” diye düşündüm, çünkü yazar olarak okurun yüzeysel düşünsel alışkanlıklarından ziyade bu mekanizmaların altında işleyen zihinsel oluşumlara odaklanıyordum. O halde roman başka bir zamanda veya fantastik  bir dünyada geçmeliydi; her ikisi de olabilirdi. Bu da ana ve yan öykülerden tutun da diğer estetik bileşenlere değin tüm katmanlarda alegorik bir yapı gerektiriyordu.





Kemal Sinan Özmen



Olanca yabancılığı içinde okurun bu yeni evrende günlük yaşamının izlerini görmesi ve kendine bu tuhaf aynada bakması yegâne amacımdı. Gördüğünüz üzere romanın ana ve alt argümanları romanın türünü belirlemiş oldu. Dolayısıyla kendimi fantastik unsurlar içeren bir bilim kurgu üçlemesi tasarlarken buldum. Açıkçası romanı tasarladığım dönemde iyi bir okur olmama rağmen fantastik ve bilim kurgu edebiyatına derinlemesine hâkim değildim, fakat söylemek istediğim sözün dayattığı tür buydu ve bu tercihi romanın kendisi yapmıştı. Ne var ki ben bu deneyimi fantastik ve bilim kurgu türlerinin ne kadar elzem, değerli ve belirli durumlarda kaçınılmaz olduğunu işaret edebilmek adına önemli buluyorum.





Döngü’nün İnşası



Belki de akademiden getirdiğim bir alışkanlıktır, emin değilim ama benim için hazırlık aşaması çok kıymetlidir. Kimi yazarlar iğneyi plağa koyar misali kalemle kâğıdın üzerinde raks edebilir. Ne var ki onlarca ana karakterin bulunduğu, olay ve mekân boyutunda birçok ülke hatta gezegende geçen yan öyküler tasarladıysanız ve 340 bin kelime civarında bir üçleme yazıyorsanız, oldukça planlı ve titiz olmak zorundasınız. İşin aslı bu yoğun yaratıcılık ve problem çözme gerektiren hazırlık kampı en keyif aldığım aşamalardan biri olagelmiştir.





Karakterleri yaratmak, onları tanımak ve anlamak, biri epey ayrıntılı olmak üzere iki yeni dil tasarlamak (Himerill ve Maddalm), karakterlerin yan hikâyelerdeki dağılımına dair devamlılık notları çıkarmak, birkaç yeni sosyal psikoloji kuramı hazırlamak, şiirler, librettolar, ağıtlar ve şarkı sözleri yazmak, 2177 yılından başlayarak 24 bin yıl sürecek bir öyküyü makul bir biçimde tamamlamak zorlu, hatta bazen kanlı fakat oldukça zevkliydi. Bu hazırlığı yaparken üç romanı da önce ana bölümlere ayırmam ve ardından alt bölümleri tasarlamam gerekiyordu. Romanınız ister 70 bin kelime olsun ister 600 bin, romanı ana öykü, yan öyküler, metaforlar, üsluba dair notlar bakımından ana bölümlere ve bu ana bölümlerin yapı taşları olan alt bölümlere böldüğünüz noktada büyük bir işi tamamlamışsınızdır. Elinizde artık bir sinopsis var demektir. Bu sinopsis ne kadar ayrıntılı olursa o kadar iyidir.





Bu arada böylesine uzun bir romanda oldukça basit bir kurgu kullanmam gerektiğini fark ettim ve birkaç küçük kurgu oyunu dışında standart üçü birlik kuralına uyarak romanı tasarladım. İç içe geçmiş onlarca olayı harmanlayan bu romanlarda anlatıcı dilini de basit ve sade tutmam gerektiğini fark ettim; estetik bir etki yaratmak adına belli başlı yerlerde kullandığım epik ve şiirsel üslup dışında romanı duru bir anlatıcı sesiyle oluşturdum.





Yukarıda bahsettiğim hazırlık sürecine Kasım 2016 tarihinde başladım ve neredeyse her gün çalışarak yaklaşık üç ayda bitirdim. Ardından tüm planlamanın güçlü ve doğru olduğundan emin olduktan sonra romanı yazmaya başladım. Bu aşamada aslında ikinci bir hazırlık aşamasına da sessizce girmiş olursunuz. Eğer sinopsis gerçekten çok sağlam ve detaylıysa, yazar olarak size inanılmaz bir yaratıcılık alanı daha açar: dilin armonisiyle istediğiniz gibi oynayabilirsiniz, akışın hatları belli olduğu için romanın ekseni konusunda endişe duymazsınız, detaycı okurlar için bir sürü zihinsel oyuncağı sağa sola yerleştirebilirsiniz ve karakterlerin yaşamına dair onlarca keşifte bulunabilirsiniz. Ne de olsa romanı var eden karakterlerinizdir ve onların geçireceği değişim aslında sizin anlatmak istediğinizden ibarettir. Bu anlamda oldukça detaylı bir ön hazırlığın romanı yazarken bana büyük bir esneklik ve yaratıcılık alanı sağladığını söylemeliyim.





Aşılmaz Dağlar Zorlu Rotalar



Bana kalırsa yazarlığın en zor yanı yazmak için zamanı yaratabilmektir. Yazmak lüks, oldukça pahalı bir meşgaledir. Öte yandan romancılık düzenli çalışma gerektirir. Eğer yazan kişi çok deneyimli değilse, her gün veya sıklıkla yazılmayan bir eserin sonradan yazarın başını ağrıtacağını düşünüyorum. Bu anlamda yazım sürecinde en aşılmaz dağ vakit yaratabilmekti, fakat bu dağı bir şekilde aştım ve bir buçuk yıllık bir zaman diliminde bin yüz sayfa civarı metni ortaya çıkarabildim.





İkinci büyük zorluk ise yazarın metni bitirdikten sonra romanın bittiğini zannetmesidir. Oyun yazarlığından gelen ve biraz öykü yazmış biri olarak romanın bu anlamdaki doğasından o zamanlar bihaberdim. Romanı birkaç gün demlenmeye bırakırsınız ve sonra okumak istediğinizde aslında elinizde kabası bitmiş, daha pencereleri takılmamış, boyası yapılmamış ve diğer tüm ince işleri tamamlanmamış bir inşaat sahası bulursunuz. Bu dil ve deyiş işçiliği aşamasında gerçekten sabırlı ve makul olmak gerekiyor. Döngü Üçlemesi oldukça uzun bir metin ve benim üç romanı birkaç kere okuyup, düzeltip seçtiğim yayınevlerine göndermem aylar aldı. Sanıyorum romancı için en zor rotalardan biri metni bitirdikten sonra düzeltme, gerekirse birkaç sayfayı hatta bölümü atıp yeniden yazma ve sürekli bir biçimde tashih etme yolculuğudur. Başka bir deyişle romanı ilk etapta taşa yazmamak gerekir; her cümle değişebilir, her ifadenin biraz daha iyisi vardır, her sahne ve her betimleme çok daha iyi kurgulanabilir.





Döngü Üçlemesi 1: Göklerden Gelen Umut - Kemal Sinan Özmen



En büyük zorluk ise geliştirdiğim diller için tasarlamayı planladığım alfabelerdi. En azından romanda çokça kullanılan Himerill dili için bir alfabe geliştirmek istiyordum. Hatta bunun için bir ara romanı bir köşeye bırakıp epeyce çalıştım fakat ortaya çıkan ürünler beni mutlu etmedi, çünkü Himerill dilinin ilginç bir özelliği vardı ve bu özelliği alfabe türevlerinde yansıtamıyordum. Bu sebeple Döngü Üçlemesi için geliştirilen dillerin alfabeleri henüz yok fakat çalışmalarım devam ediyor.





Yazmak mı Zor, Yayımlanmak mı?



Açık konuşacağım, eğer yayın dünyasına dair bildiklerimi Döngü Üçlemesi’ne başladığım yıllarda bilseydim, 340 bin kelimelik bir üçlemeyle yayınevlerinin kapısını çalmazdım. Roman yazmak bir mutluluk kaynağı olmaktan öte insana büyük bir yaşam deneyimi sağlıyor; yazdığınız o insanları aslında tanıyorsunuz, o savaş meydanında siz de bulunuyorsunuz, tüm o acıyı ve mutluluğu roman karakterleriyle birlikte siz de yaşıyorsunuz. Bu anlamda Döngü Üçlemesi’ni yazmazdım demiyorum ama belki araya daha kolay yayımlanabilecek daha kısa bir roman sıkıştırabilirdim çünkü Döngü’yü yayımlatmak benim için yazmasından daha zor oldu. Bunu bir sitemden ziyade bir tespit olarak paylaşmak derdindeyim. Önce kâğıt krizi, sonra döviz depremi, ardından küresel salgın derken romanın yayımlanması bir hayli uzadı.





Belirlediğim birkaç yayınevine defalarca okuduğum ve tamamladığım roman metinlerini ilettim. Neyse ki çalışmayı en çok istediğim yayınevlerinden biri olan Bilgi Yayınevi olumlu dönüş yaptı ve Döngü Üçlemesi’ni yayımlamayı kabul etti. Yazarın okuru olduğu bir yayıneviyle iş birliği yapmasının önemli olduğu kanısındayım.





Ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu ekonomik koşullarda edebiyat dünyasında tanınmayan birinin yazdığı roman üçlemesini kabul eden Bilgi Yayınevi’ne, değerli editörlerine ve çalışanlarına müteşekkirim.





Döngü Serisi 



Üçlemeden sonra daha kısa bir roman yazmak ve farklı bir argümanı ele almak için okuru üçlemenin öncesine götüren “Evrenin Eşiğinde” isimli bir roman daha tamamladım; o da yayımlanmak için sırasını bekliyor. Ardından Döngü evrenini şimdilik sonlandıracak ve planladığım tüm düşünsel yapıyı tamamlayacak olan “Denge” isimli romana başladım ve bu sıralar Denge’nin yazımıyla uğraşıyorum.





Okunmak, anlaşmak ve paylaşmak umuduyla.





Kemal Sinan Özmen





Kemal Özmen’ın Göklerden Gelen Umut adlı eserine dair görüşlerinizi Kayıp Rıhtım Forum üzerinden bizimle paylaşabilirsiniz.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 09, 2021 01:53

Yazarı Kemal Sinan Özmen’in Kaleminden: Döngü Üçlemesi

Bu inceleme 31 Aralık 2020 tarihinde Bilimkurgu Kulübü tarafından yayınlanmıştır.









Yaşadığımız zamanın şartlarını çoğunlukla sabit ve değişmez zannederiz; oysa aynı zaman dilimi içinde farklı coğrafyalarda bile hayatın algısı ve alnımızda bıraktığı izler farklıdır. Bir Türk genci için yaşama atılmak ve tutunmak zordur, fakat bir Alman genci aynı zorluklarla çoğunlukla yüzleşmez. Bu gerçek, bizi çevreleyen çemberler genişledikçe aynı biçimde devam eder. Zihinsel mekanizmalarımızı şekillendiren tüm bilgi, yargı ve inançlarımızı sabitler olarak ele alır, onların temelinde düşünürüz. Kültürel kurallar, farklı yaşam biçimleri, türlü siyasi görüşler; bunlar sanki milyonlarca yıldır Ay gibi, Güneş gibi etrafımızda dönmekte ve bizi bazen aydınlatıp bazense karanlıklar içinde bırakmaktadır.





Oysa bu içgüdüsel düşünce eğilimi, kişiyi aydın veya cahil olarak tanımlamakta kullanabileceğimiz ilkel bir zihinsel alışkanlıktır. Evrensel ölçekte; yani Dünya, Güneş Sistemi veya bir koluna tutunup hızla savrulduğumuz Samanyolu Gökadası düzeyinde bin yıl, hatta yüz binlerce yıl kısa bir andan başka bir şey değildir. Biz de bu evrenin parçası ve doğal bir sonucu olduğumuza göre, kendimizi nesnel bir biçimde gözlemleyebilmemiz için bilincimizi ve farkındalığımızı evrenin saatine göre şekillendirmeliyiz; ancak bu sayede bireysel ve toplumsal anlamda somut ve gerçekçi bir insan tanımına ulaşabiliriz.





Bu anlamda güncel değerleri ve kuralları evrensel sabitler olarak almanın ne denli hatalı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Günü anlayabilmemiz ve kendimizi doğru tanımlayabilmemiz için zaman algımızı içinde yaşadığımız evrenin mekaniklerine göre kurmamız gerektiğinin altını çizmeliyiz. Şimdi bu açıdan insanlığın kısa tarihine bakalım; günümüzün sorunları, kavgaları, kutupları ve tüm debdebesi; yani dini ayrımlar, kültürel önyargılar, ülke sınırları, küresel refahın paylaşımı, vesaire… Bunların hiçbirinin daha 6 bin yıl önce olmadığını düşünmek kulağa oldukça garip geliyor. İsa daha çarmıha gerilmemiş, İstanbul fethedilmemiş, sanayi devrimi gerçekleşmemiş, insanlar sırf farklı dinlerden veya kültürlerden diye modern çağın büyük savaşlarında birbirini hunharca öldürmemiş, Facebook’ta ilk kedi videosu yayınlanmamış; gördüğünüz üzere, bize çok uzak gelse de evrensel ölçekte daha dün gibi olan zamanlarda bugünümüzü oluşturan neredeyse hiçbir etiket ve tanım yok. Daha dünyanın en kadim ırkları bile ayağa kalkıp klan işaretini savanda bir taşa çizmemiş bile. Kimler sahnede? Bir tarafta Mısır, diğer tarafta Anadolu medeniyetleri (Sümer, Akad, Babil, vs.) ve onların kurduğu gerçeklik; en az bizim gerçekliğimiz kadar değişmeyeceği düşünülen, tanrılarıyla, kanunlarıyla, sosyal yaşamıyla kadim medeniyetler.





Sürece tersten de bakabiliriz. Birkaç milenyum önce yaşamış insanlara inanç ve değer sistemlerimizi anlatabilir miydik? Çağdaş insanın dini inançlarını, milli ve kültürel aidiyetlerini, evlilik kurumunu, sosyal ilişki normlarını ve iş yaşamını ortalama bir Sümerli nasıl algılardı? Bizim için somut ve nesnel olan her türden kültürel değer, onların gerçekliği açısından nasıl görünürdü?





İşte Döngü Üçlemesi‘ni bu aşamada düşledim. Bir birey olarak bizleri oluşturan normları analiz etmemiz önemlidir; neyin sabit neyin değişken olduğunu görmemiz, inançlarımızı ve değerlerimizi oluşturan mülki ve politik dinamikleri anlamamız ve nihayetinde insanoğlunun özünde neyin kalıcı, neyin geçici olduğunu bulmamız gerekiyor. Bu sayede bizleri bekleyen gelecek alternatifleri içinden kurmaca distopyalara taş çıkaracak karanlık ihtimalleri bertaraf edebiliriz.





Döngü Üçlemesi’nin yazılma amacı tam olarak budur; insanoğlunun evrensel düzlemdeki temel karakteristiğine ulaşabilmek ve onu tanımlayabilmek. Satın aldığınız bilgisayarla gelen hazır yazılımlar gibi, genetik kodlarımızda bulunan mizacımızı betimleyerek geleceğimize dair dolaylı tavsiyelerde bulunmak ve bir yandan da insanoğluna olan inancımızı pekiştirmek yegâne amacımdı. İnsanlara güvenmeyebilirsiniz, fakat insanoğluna güvenmek zorundayız. İnsanlara anlatacak tek bir sözünüz dahi olmayabilir; günümüze bakıp başınızı karanlık bir umutsuzluk bulutuna sokabilirsiniz, fakat insanoğluna günümüzü, geçmişimizi ve yaşadıklarımızı anlatmalıyız ki bir gün cesaretle doğrulup yeni bir dünya kurmaya kalktıklarında eski hatalar onları gerçeğe ve doğruya yönlendirebilsin.









Bilimkurgu: Doğru Söze Doğru Ezgiyi Bulabilmek



Aslında yukarıda anlattıklarım Döngü Üçlemesi’nin neden bilimkurgu türünde olduğunun ve neden fantastik unsurlar içerdiğinin dürüst ve gerçekçi bir ifadesidir. İnsanlara, sıkı sıkıya bağlı oldukları düşünce ve değer sistemlerinin aslında kalıcı olmadığını nasıl ifade edebilirsiniz? Zaman içinde sosyo-kültürel değişimlerin kaçınılmaz olduğunu, bugünün normalini oluşturan normların hızla dönüştüğünü, dolayısıyla gerçeklik diye algıladığı birçok kanısının aslında sadece düşünsel bir sapma olduğunu nasıl anlatırsınız? Hele bu sapmalar, yığınların gözünü kör ediyor, gerçeği görmesini engelliyorsa; yani karnınızdaki sözünüz gerçekten çok önemliyse, size büyük bir deprem lazım demektir.





Döngü Üçlemesi2177 yılında böylesine bir depremle açılış yapıyor ve bir dizi felaketler silsilesiyle karşılaşıyoruz. Bu yıla gelmeden önce kısaca aradaki 160 yıllık döneme de bakalım: Bilgisayar sektöründeki kriz biyoteknoloji alanındaki gelişmelerle aşılır fakat çok geçmeden 2102 yılında Kuzey Amerika’da kıtasal bir felaket yüzünden ABD yaşanmaz hale gelir. Bu ülke insanları Avusturalya’yı dünyanın yeni başkenti olarak benimser ve ilk göçmen akını bu yıllarda gerçekleşir. Aynı dönemde göçmenlik algısı küresel anlamda değişime uğrar. 1800’lü yıllarda köleliğe karşı verilen mücadeleye benzer bir çaba, göçmenlik için verilir. Her insanın bu dünyada yaşam hakkı olduğu karinesinden hareketle, Birleşmiş Milletler yerine Küresel Konfederasyon kurulur ve üyesi olan ülke vatandaşlarına Dünya Vatandaşı kimliği sağlar. Bu, birçok romantik devrimci için zafer günüdür, fakat herkesin atladığı büyük bir değişken vardır. Büyüme temelli ekonomi 2130’lı yıllara doğru öylesine şahlanmıştır ki kısa zaman içinde Konfederasyon yönetimi küresel kartellerin kuklasına dönüşür.





Dünya bu dönemde çok daha teknolojik, çok daha bütün ve rafine görünse de aslında refah ve yoksulluk arasındaki makas tarihi ölçekte artmış, kapitalizmin kurallarına göre şekillenen düzen, dünya ülkelerinin yüzde doksanından daha güçlü dev şirketler yaratmıştır. Artık insanlar bir ülke vatandaşı olmaktan ziyade bu şirketlerin birinde çalışıyor olmak yoluyla toplumsal kimliklerini algılar ve betimler olmuştur. 2150’li yıllara kadar süren bocalama döneminden dünyayı Mansur Hoca’nın keşfi kurtarır. İranlı, Türk asıllı bir biyoteknoloji profesörü olan Mansur, insan bilincini dünyayı birebir modelleyen sanal bir dünyaya yüklemeyi başarmıştır. Beş duyu organımız sonuçta elektrik sinyalleriyle çalışmaktadır. Mansur’un yaptığı ise insan bilincini ölümünden sonra bir bilgisayar simülasyonuna yüklemek ve gerçeğinden ayırt edilemeyecek sanal bir dünyada (Eternium) insanlara sonsuz bir ömür vaat etmektir. Her ne kadar Mansur’un amacı bu olmasa da fark etmeden bocalayan kapitalizmin eline yeni aracını sunmuştu. Bu yıllardan 2177 yılına kadar olan süreçte insanların büyük bir çoğunluğu için yaşam artık geçici bir bekleme dönemiydi. Aslolan ve kuramsal anlamda yüz binlerce yıl sürecek olan ömürleri onları Eternium’da bekliyordu; hastalık, acı, dert ve tasa olmayan kusursuz bir yaşam.





İşte 2177 yılı aşağı yukarı böyle bir düzende gelişmiş oldu, fakat teknolojiler ve yenilikler ne kadar farklı olursa olsun yaşam yine alabildiğine bizimkine benziyor; o yıllarda Eternium kredisi ödemek modaydı, günümüzde ise insanlar yıllarca konut kredisi ödüyor. Krediyle ayağına pranga takılan insan daha uysal, daha tepkisiz ve daha umursamaz olabiliyor. Özetle gelecekte torunlarımızın yaşamında hem çok şey değişiyor hem de aslında hiçbir şey değişmemiş oluyor.





Bu noktada denizi bulandırmak için büyükçe bir taşa, bir dizi distopyaya ihtiyaç vardı. Bu sayede düzeni bozarak bu düzenin beslendiği değerleri, inançları ve düşünsel sistemleri alt üst edebildim; insanlara neyin kalıcı neyin geçici, neyin evrensel neyin bir sanrı olduğunu gösterebilmek adına.





Felaketler ve Sonrası







Biyoteknoloji hekimi olan Lale’nin yaşamına eğilen Döngü Üçlemesi, dünyaya yaklaşan devasa bir asteroid kümesiyle başlıyor. Asteroid yavaşlayarak Ay ile Dünya arasında durana değin Lale’nin geçirdiği sıra dışı nöbetlere şahit oluyoruz. Mansur’un Konfederasyon düzeninden kaçmak için inşa ettirdiği dev yüzen şehir olan Akana’yı izliyoruz. Eşini ve oğlunu bir suikastla kaybeden Dr. Robert Lee’nin yaşamdan kopup Eternium’a yüklenerek ailesine kavuşma çatışmasına şahit oluyoruz.





Dünya düzenine düşen ilk taş olan asteroid, aslında içinde beklenenden fazlasını içeriyor. İnsanlık önceden hiç bilmediği bir gerçekle yüzleşirken, hiç tanımadığı yeni düşmanlar ve dostlar ediniyor. Küresel bir felakette asıl yıkılan camdan gökdelenler değil, değer yargılarıydı ve yeni insanın bu değerleri yeniden oluşturabilmesi için 24 bin yıl sürecek bir yolculuğa çıkması gerekiyordu.





Lale ve onun etrafında gelişen olaylar, Mansur, Luna, Ben, Can, Kurt ve Will gibi sıradan insanların kahramanlara dönüşmesine yol açar. Vicdani farkındalıklarıyla hareket etmeye çekinmeyen bu insanların tercihleri, milyarlarcasının yaşamını ve geleceğini şekillendirir. Göklerden Gelen Umut, bu uzun destanın ilk romanında önümüze bu iyi ve cesur insanlarla çıkıyor.





Bir Ayna Olarak Leshrinler ve Drahalmler



nsanoğlu için sabitleri ve değişkenleri yeniden belirlerken bir aynaya da ihtiyaç vardı. Dünyanın düzeni son bulmuş, her türlü kanı, değer sorgulanır olmuş ve insanları bir arada tutan çok az değer kalmıştı. Pekâlâ kafası alabildiğine karışık olan insan, kaybettiği değerleri yerine ne koyacaktı, nasıl ilerleyecek ve yaşayacaktı? Bu noktada önümüze iki farklı medeniyet çıkıyor; leshrinler ve drahalmler. Döngü Üçlemesi’nde bizden yüz binlerce yıl ileri medeniyetlerin değer yargılarıyla, inanç ve düşünce sistemleriyle de karşılaşıyoruz. Leshrinlerin evrensel bir norm olarak sunduğu Leiharm kavramı, evrenin bilinci ve farkındalığı olarak önümüze çıkan Döngü ve onun kadim yasaları, diğer varlıkların bedenlerine girerek o medeniyet için önemli işler yapan evrensel gezginler olan Sahlalar ve sınırsız bir ömrü gerekçelendirebilmek için geliştirilmiş sahlalık kurumu gibi makro unsurlar romanın düşünsel katmanlarını oluşturuyor. Öte yandan Pirm Sendomu, Rulqur Sistemi, Eptderm Vakası gibi çeşitli kültürel kavramlar da bize, bizim dışımızda ve ötemizde oluşmuş farklı düşünsel gerçeklikleri temsil ediyor.





– Prof. Dr. Kemal Sinan Özmen (Gazi Üniversitesi, İngiliz Dili ve Eğitimi ABD)

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 09, 2021 01:48

June 8, 2020

Göklerden Gelen Umut (Roman Fragmanları)

Döngü Üçlemesi’nin ilk romanı Göklerden Gelen Umut için hazırlanan fragmanlar:







Göklerden Gelen Umut – Birinci Fragman





Göklerden Gelen Umut – İkinci Fragman





Göklerden Gelen Umut – Üçüncü Fragman





Göklerden Gelen Umut – Dördüncü Fragman





Göklerden Gelen Umut – Beşinci Fragman
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 08, 2020 11:48

May 24, 2020

Ehiva ve Adin (Mektup)

Döngü Günceleri
Eim Leirhim, lurh enié sanh. “Aşk, gerçeği dönüştürür.”
Derler ki Ehiva, Leum yıldız sisteminde ışıldayan ikiz güneş gibi Adin’in yüreğini ısıtır ve onu yaşama bağlar.
Aşağıdaki, Adin’in Ehiva’ya yazdığı on binlerce mektuptan biridir.



Benim Ehiva’ma:





Neydi o tılsım, o candan bakış gözlerinde? Neydi sesinde, gülüşünde bulduğum çare? Neydi her ömürden, her yaşam ve ölümden sonra beni sana çeken o dayanılmaz güç; saçlarındaki ışıltılar, tenindeki tanıdık çehre, sesinle yüreğime inen o katıksız bahar? Ne zaman başladık ve ne zaman, nerede biteceğiz; bilmiyorum. Yine de varlığımın evrenle kesiştiği, her şeyin tek bir saniyede sonsuzluğa aktığı o aydınlıkta düşününce, ikimizin bir başlangıcı ve sonu olmadığını görebiliyorum. Hep vardın ve var olacaksın; hep varız ve bu tutkunun çekimiyle birbirinin etrafında pervane olmuş ışık demetleri gibi her zaman var olacağız. Gün gelecek sevgilim, buluşacağız. 





Bu sebeple, sırf bu yüzden sevgilim; aramızdaki akıl almaz mesafenin bir anlamı yok. Zamanın, mekânın, aydınlığın ve karanlığın hiçbir anlamı yok. Aramızdaki yılların, aynı yıldız burcuna demir atmış sığ ömürlerimizin bir önemi yok, çünkü ben biliyorum ki tüm bu deliliğin ardından tekrar bir olacağımız o zaman gelecek. Tüm bu karmaşanın tek bir notada büyüyerek dalgalanacağı kavuşma anı kollarını açmış bizi bekliyor. Onca yaşamın ardından ikimizin de seçtiği liman ömrümüzde, gün gelecek sevgilim, buluşacağız.





Şimdi seni karanlık beni ise aydınlık kör ediyor. Ben senin ışığınla önümü göremezken sen zihnine perde çeken şu yeni ömrünün karanlığında mutsuz ve yalnız bir biçimde geziniyorsun. Sebebini bilmiyorsun, bu dayanılmaz çekimin sırrına eremiyorsun ama içten içe sana ait olan fakat senin üzerinde ve ötende bir başka ömre sahip olduğunu biliyorsun. Bu seni korkutsa da ağır ağır kendi gerçekliğine doğru sürükleniyorsun. Gün gelecek sevgilim; bizi birbirimizden ayıran döngünün kıyısız okyanusunda aynı dalgalara tutunacağız ve bir daha ayrılmamak üzere tekrar buluşacağız.





Seni bekliyorum; kadim buzulların arasında sıkışmış inatçı bir çiçek tohumu gibi, keşfedilmeyi bekleyen, toprağa gömülmüş mistik bir heykel gibi, bir kıvılcımınla alevlenecek, görkemli bir yıldız misali seni bekliyorum. Zamanın, mekânın, aydınlığın ve karanlığın, kim ve ne olduğumuzun hiçbir anlamı yok. Seni seviyorum ve bu sevgi; bu karşı konulmaz çekim, seni bana getirecek, biliyorum. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 24, 2020 12:54

May 22, 2020

Göklerden Gelen Umut 5. Fragman

Earth, Terre, Erde, Jord, Lapansi ve daha binlercesi; hepsi farklı dillerde Dünya demek. Dünya… Evimiz, yuvamız, tek evrensel vatanımız olan bu mavi kaya, henüz bu duyguyu hissedemiyor olsak da…





Leshrinler ise Dünya’ya René derlerdi. Sonra René’nin adı sanı değişti ve bir sebeple Rihm René oldu. Elbette bu binlerce yıllık bir hikaye, dahası henüz yaşanmadı. Yine de Döngü Üçlemesi, bu geleceğin bir alternatifini size sunacak; geleceğe bakıp günümüzü anlamak ve anlanlandırabilmek adına.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 22, 2020 14:06

May 18, 2020

Denge (Roman)

Döngü Evreni toplam 5 romandan oluşuyor. Döngü Üçlemesi (Göklerden Gelen Umut, Kutlu Kanatlar Altında, Yuvada Yeşeren Yaşam) tüm destanın ana sütunu gibi ortada durmakta. Üçlemenin iki yıl öncesine giden ve bize Tuna ile Esra’yı tanıtan “Evrenin Eşiğinde” isimli roman serinin 4. romanıdır. Döngü Üçlemesi’nin sonundan devam ederek hikayeyi bitiren 5. romanın adı ise Denge’dir. Denge’nin yazımı devam ediyor.





Aşağıdaki kısa metin, Denge romanından bir bölümdür; bir dostun diğerinin ardından yazdığı bu sözler, zamanı ve mekanı aşan bir sevginin buruk ifadesidir.





*** Denge, Bölüm 4, Sayfa 56 ***





Seninle okyanusun engin maviliğinde sürüklenen küçük adalardık. Birbirinin doğasını ve iklimini bilen, ayazına ve güneşine an be an şahit olan, her kıyısının sesini tanıyan iki ıssız ada misali bir ömür yan yana akıp gittik.





Aynı kara parçasından kopmuş olsak da yuvamız, yönümüz ve menzilimiz aynı olsa da büyük bir ustalıkla mesafemizi hep koruduk. Yine de fırtına beni vursa da biliyordum ki sen de üşüyordun. Dalgalar yüzünü dövdüğü an biliyordun ki incinen bir tek sen değildin. Birbirinin dehşetine, lanetine ve şeytanlarına alışkın düşmanlar misali varlığımızda huzur buluyor, hatta sonsuz yalnızlığımızı yüzümüzü okşayan aynı dalgalarda, tenimizi avutan aynı yağmurlarda gideriyorduk. 





Nefretimiz de sevgimiz de birdi. Şefkatimiz de hırçınlığımızda birbirini tamamlıyordu. Ne uzak ne yakındık ne tanıdık ne düşman; parçalanıp derinlere batmadan yaşayıp gidebilmek için inatla ve ısrarla kucaklaşmıyorduk. Sen de ben de biliyordum, giderek aşındığımızı ve bir gün eriyip hiçliğe savrulacağımızı. Geride bıraktığımız parçalar okyanusun yüzünden gözyaşı gibi hiçliğe akarken, sormaya, kavuşmaya ve sarılıp birbirine tutunmaya korkuyorduk. 





İşte böyle: Ne dostumsun benim ne de düşmanım. Ne bir meleksin ne de bir şeytan, hatta belki aynadaki aksimsin, bakmaya ve görmeye pek tahammül edemediğim.





Hepsinden çok ve öte, sen benim şahidimsin!





Varamazsam menzilime,





can kıyılara ve ufuksuz diyarlara;





beni hatırla ve benden bahset!





De ki “O tek başına okyanusu aşmak için cesurca yol aldı. Okyanusu aşamadı fakat şimdi her bir parçasıyla okyanusa karıştı.” 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 18, 2020 12:23

May 17, 2020

Döngü’de Şiir

Döngü Üçlemesi’nin onlarca dize içermesi gerekiyordu; destansı bir hikayede ozanlar, türlü senfoniler, farklı medeniyetlerin kutlamaları ve ağıtları olur da dize olmaz mı? Roman yazmak nihayetinde insan işidir, fakat şiir simyadır ve şiir yazabilmek için büyücü olmak gerekir. Büyücü olmadığım ve simya bilmediğim için, romanlardaki şiirlere en az romanlar kadar çalıştım desem, yanlış olmaz.





Bu dizeler bazen aşağıdaki gibi klasik türde, bazıları libretto (romandaki oratoryolar/ağıtlar için sözler), bazen daha modern yapılarda şiirlere dönüşüyor. Yazarken epey zorlandığım türlerden biri de, Hrug Savaşı’nı bir tepeden izleyen yardımcısı çocuğun yardımıyla takip eden kör bir ozanın şarkı sözleriydi. Velhasıl dize, şiir varsa yaşam var ve yaşamın olduğu yerde umut var.





Aşağıdaki iki dörtlük Mansur Hoca’nın ölen oğlu Aşkar’ın ardından yazdığı şiirdir. İran asıllı bir Türk olan ve klasik edebiyata meraklı olan Mansur’un ufkuyla dize yazmak kolay değildi, fakat sonuç onun da benim de içime sindi. Üçlemenin ilk romanı Göklerden Gelen Umut’ta bu dizelerle karşılaşacaksınız.





I.





Belli ki ah dostum, yokluğunla hüveyda hükmümü de vermişsin





Kendine o ırak menzili, elin hanesini heyhat mesken bellemişsin





Belli ki can kalbinde yankımız yok, yâd ellerde ahu zar etmişsin





Hasretini sek içtiğimiz masada bizi boynu bükük saki eylemişsin





II.





Gel gör ah dost, aşikâr tek sana atan yüreğim şikâr olup can verdi





Talan oldu gel gör, bahara dem bahçemde lâl güller bir bir elendi





Bir tek mazi kaldı son çare tutunmaya, anılardan uzanan elin gibi





Ya ak kefeni gönder ya da gel artık ak bir atın üzerinde gelin gibi

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 17, 2020 04:21