Ayhan Geçgin
Born
Istanbul, Turkey
![]() |
Son Adım
—
published
2011
|
|
![]() |
Bir Dersim Hikayesi
by
—
published
2012
|
|
![]() |
Uzun Yürüyüş
5 editions
—
published
2015
—
|
|
![]() |
Kurbağalara İnanıyorum
by
—
published
2016
|
|
![]() |
Bir Dava
—
published
2019
|
|
![]() |
Gençlik Düşü
—
published
2006
|
|
![]() |
Kenarda
—
published
2003
|
|
![]() |
Dünyalar Arasında
|
|
![]() |
Vur Ulan Vur: Linç Öyküleri
by
—
published
2016
|
|
![]() |
Tefrika İki Bin On Beş
by |
|
“Senin konuştuğun Prag Almanca’sının yoksul bir dil olduğu söylenir. Aynı zamanda senin dilinin de yoksul, sınırlı, kuru bir dil olduğu söylenir. Bizim gibi ülkelerde yaşayan yazarlar için -uzun süre boyunca ‘Türkçe yoksuldur, Türkçe hayır yoksul değildir’e sıkışmış bir tartışma- yine iyi bir ders olabilirdi bu: Dilin yoksulluğunu üzerine almak, onu zenginleştirmeye, edebileştirmeye çalışmak yerine iyice yoksullaştırmak. Wagenbach senin zamanındaki yaygın edebiyat dilinden, Prag Okulu’nun mecaz dolu, simgelerle yüklü dilinden örnekler verir. Senin edebiyatının gücü, sanırım tam tersini yapmadan gelir gerçekten. Sen mecazi bir dildense gerçek sözcüğü yakalamak ister gibisindir. Ama bu gerçek sözcük tüm mecazlardan daha güçlüce ışır. Çünkü bu dil bana kalırsa yalnız ve yalnız gerçeği yakalamayı istemektedir. (yoksulluğun hakikatle hep yakın bir ilişki içinde düşünülmüş olması ne ilginçtir.) Ama gerçek artık görünürde, şeylerde, bu görünen yaşamda değilse, gerçek imgesele dönüşmeye başladıysa, hayal gücü, hayal kurmaya benzer bir edimde bu hayaller, imgeler aracılığıyla imgeye dönüşmeye başlamış dünyanın gerçeğini yakalayabilir. Bu artık gerçeğin, hakikatin önceden orada hazır, verili olmadığı, onu hayal etmek, yaratmak gerektiği anlamına gelir.
Düş, gündüz dünyasının içimizde işlemeye devam etmesidir. Ama burada kişiler, varlıklar, nesneler, bilincimizin az çok geriye çekildiği bu ilginç vakitte tuhaf dönüşümlere uğrayarak ortaya çıkar. Düşte sanki benim içimde başka biri, başka bir dünya varmış gibi duyarım. Düşte her şey yoğrulabilir kıvamdadır, değişip durur, birbirinin kılığında belirir. Belki de imge iki şeyin sınırlarının birbiri içine girdiği o belirsiz bölgeden çıkmaktadır. Daha doğrusu, bizim, yani gündüz bilincinin, onun dilinin ‘şey’ dediği -‘bir insandır, bir kelebektir, bir şudur’- bu bulanık, belirsiz sınırdan çekip çıkardığımız bir soyutlamadır. Böyle koyarsak önce imgenin (benzer biçimde aklın değil deliliğin, normalin değil sapkınlığın) geldiğini, bu her şeyin kendiliğinden çözülüp birbirine karıştığı ilginç “şeyin” var olduğunu söylemek gerekecektir. Öyleyse dilin -ve yasanın- bu belirsiz bölgeden şeyleri, nesneleri, insanları, hayvanları, bitkileri bir soyutlama ile çekip çıkardığı, onu adlandırıp sabitlediği söylenebilir. Senin yaptığınsa uyanık bilinçle düş görmek gibi bir şey olacaktır. Gündüz bilinciyle gece bilincinin sınırında durabilme gücü olacaktır. Edebiyat ters bir işlemle, soyutlamanın başka türlü bir kullanımıyla, her şeyi bu belirsizliğe geri vermeye girişecektir.
Ama bugün dünya tam da hayallerin, imgelerin, duyguların üretimiyle kendini üretiyor görünmektedir. Bugünkü dünya bu bakımdan düşün, hayalin, imgenin, arzunun gücünü çoktan keşfedip temel üretim aracına dönüştürdü. Bir açıdan imgeselleşme ya da bugünkü deyimle sanallaşma sürecini en ucuna kadar taşıdı. Bugün belki de hiçbir biçim sabit, uzun süreli bir kalıcılığa sahip değil. Bu bir bakıma senin kaydettiğin sürekli krizin yeni bir hali demek. Ama bugün gözlerimizin önünde oluşan bu yeni hali belki de anlayamadığımızı itiraf etmek gerek. Öyleyse senle ben ya da bugün yazdığına inanan biri arasında benzerlikten çok derin, temel bir fark var. Dünyanın temel olarak imgelerle iş görmesi gerçeğine rağmen biz iki kere kör olmuş gibiyiz, hem gözlerimizi hem de görü gücümüzü yitirmişiz. Edebiyat yılda yazılan yüzlerce kitaba karşın söyleme gücünü kaybetmiş, tuhaf bir dilsizlik içindeymiş gibi görünüyor. Sen bir keresinde edebiyatı “ileri giden bir saat“ gibi tanımlamıştın. Dünyanın hızına karşı daha büyük bir hızla hareket eden bir aygıt. Ama edebiyat artık daha çok hep geri kalan bir saate benziyor. Çoğu yapıt şimdiden eskimiş, çok eskimiş görünüyor. Bununla sadece geçmişte yazılanları kastetmiyorum. Şimdi sana yazdığım şu mektubun da, genelde yazdıklarımın da bu yazgıdan ne yazık ki kurtulamadığını görüyorum.”
―
Düş, gündüz dünyasının içimizde işlemeye devam etmesidir. Ama burada kişiler, varlıklar, nesneler, bilincimizin az çok geriye çekildiği bu ilginç vakitte tuhaf dönüşümlere uğrayarak ortaya çıkar. Düşte sanki benim içimde başka biri, başka bir dünya varmış gibi duyarım. Düşte her şey yoğrulabilir kıvamdadır, değişip durur, birbirinin kılığında belirir. Belki de imge iki şeyin sınırlarının birbiri içine girdiği o belirsiz bölgeden çıkmaktadır. Daha doğrusu, bizim, yani gündüz bilincinin, onun dilinin ‘şey’ dediği -‘bir insandır, bir kelebektir, bir şudur’- bu bulanık, belirsiz sınırdan çekip çıkardığımız bir soyutlamadır. Böyle koyarsak önce imgenin (benzer biçimde aklın değil deliliğin, normalin değil sapkınlığın) geldiğini, bu her şeyin kendiliğinden çözülüp birbirine karıştığı ilginç “şeyin” var olduğunu söylemek gerekecektir. Öyleyse dilin -ve yasanın- bu belirsiz bölgeden şeyleri, nesneleri, insanları, hayvanları, bitkileri bir soyutlama ile çekip çıkardığı, onu adlandırıp sabitlediği söylenebilir. Senin yaptığınsa uyanık bilinçle düş görmek gibi bir şey olacaktır. Gündüz bilinciyle gece bilincinin sınırında durabilme gücü olacaktır. Edebiyat ters bir işlemle, soyutlamanın başka türlü bir kullanımıyla, her şeyi bu belirsizliğe geri vermeye girişecektir.
Ama bugün dünya tam da hayallerin, imgelerin, duyguların üretimiyle kendini üretiyor görünmektedir. Bugünkü dünya bu bakımdan düşün, hayalin, imgenin, arzunun gücünü çoktan keşfedip temel üretim aracına dönüştürdü. Bir açıdan imgeselleşme ya da bugünkü deyimle sanallaşma sürecini en ucuna kadar taşıdı. Bugün belki de hiçbir biçim sabit, uzun süreli bir kalıcılığa sahip değil. Bu bir bakıma senin kaydettiğin sürekli krizin yeni bir hali demek. Ama bugün gözlerimizin önünde oluşan bu yeni hali belki de anlayamadığımızı itiraf etmek gerek. Öyleyse senle ben ya da bugün yazdığına inanan biri arasında benzerlikten çok derin, temel bir fark var. Dünyanın temel olarak imgelerle iş görmesi gerçeğine rağmen biz iki kere kör olmuş gibiyiz, hem gözlerimizi hem de görü gücümüzü yitirmişiz. Edebiyat yılda yazılan yüzlerce kitaba karşın söyleme gücünü kaybetmiş, tuhaf bir dilsizlik içindeymiş gibi görünüyor. Sen bir keresinde edebiyatı “ileri giden bir saat“ gibi tanımlamıştın. Dünyanın hızına karşı daha büyük bir hızla hareket eden bir aygıt. Ama edebiyat artık daha çok hep geri kalan bir saate benziyor. Çoğu yapıt şimdiden eskimiş, çok eskimiş görünüyor. Bununla sadece geçmişte yazılanları kastetmiyorum. Şimdi sana yazdığım şu mektubun da, genelde yazdıklarımın da bu yazgıdan ne yazık ki kurtulamadığını görüyorum.”
―
Topics Mentioning This Author
topics | posts | views | last activity | |
---|---|---|---|---|
Oldtimer - Klasik...: A'dan Z'ye Ülkeler - 2019 | 18 | 105 | Dec 31, 2019 02:11AM | |
bizim büyük chal...:
![]() |
33 | 153 | Dec 29, 2021 06:39AM |
Is this you? Let us know. If not, help out and invite Ayhan to Goodreads.