Hasan Âli Yücel
Born
in Turkey
December 16, 1897
Died
February 26, 1961
Genre
|
İyi Vatandaş İyi İnsan
—
published
1971
—
3 editions
|
|
|
Geçtiğim Günlerden
—
published
1990
—
2 editions
|
|
|
Goethe: Bir Dehanın Romanı
|
|
|
Kültür Üzerine Düşünceler
—
published
1974
|
|
|
Dâvam
|
|
|
Allah Bir
|
|
|
Edebiyat Tarihimizden
|
|
|
Davalar ve Neticeleri
|
|
|
Sizin İçin
|
|
|
İngiltere Mektupları
|
|
“Geri sözünü hakaret anlamında almıyoruz. Bildiğimiz hayvanlardan birinin adını söylemek nasıl aşağılatıcı bir mana ifade etmezse geriye, geri demek de öyledir. Geri, hangi çevrede olursa olsun, insanı insan edecek, olduğundan daha ileri ve medeni hale getirecek tesirler, meleke* ve maharetler, bilgi ve tecrübelerden ya “bid'at”** deyip işe karıştırarak, ya “ecdadımız bunu böyle yapmamışlar” deyip göreneği ileri sürüp kutsal hisleri tahrik ederek istifadeye engel olan insandır.
*meleke: yeti, yatkınlık.
**bid'at: sonradan türeme; dine peygamber zamanından sonra eklenen şey.”
― İyi Vatandaş İyi İnsan
*meleke: yeti, yatkınlık.
**bid'at: sonradan türeme; dine peygamber zamanından sonra eklenen şey.”
― İyi Vatandaş İyi İnsan
“Şu halde her isim, bağlandığı kategorinin esasına uygun düşmelidir. Hükümdarlığın esası ne ise hükümdar olan kişi, ona tastamam sahip olacaktır. İsimle realite birbirine uyacaktır. Adına hükümdar da dense o mevkide bulunan insan, hükümdarlığın icap ettirdiği meziyetlerden yoksul ise, o, gerçekten hükümdar değildir.
Konfuçyüs'un 25 asır önce el koyduğu bu fikri buraya yazarken Atatürk'ün pek sevdiği ve vesile buldukça tekrar edip ettirdiği bir hikâye hatırıma geldi. Bahsimizi aydınlatacağı için anlatıvereyim:
Şark memleketlerinden birinde bir padişah ölmüş, yerine genç, toy oğlu hükümdar olmuş. Vezirlerinden öğrenmek istediği ilk şey, şu: kitap-mitap, kalem-malem gibi sözlerdeki asıl kelimeye ilave edilen sözlerin ne manaya geldiği... Bunların başlı başına anlamı olmadığını, dilde söylenmesine alışılmış kelimeler olduğunu anlatmaya çalışmışlar, fakat genç padişah bir türlü bu cevaplara inanmamış. Münadiler (tellal) çıkarıp memlekette bunu bilen varsa saraya gelmesini ilan ettirmiş. Büyük bir ihsan ümidi ile pek çok insan gelmiş, fakat padişahı kandıracak bir açıklamada bulunamamışlar. Bir gün, üstü başı perişan, saçı sakala karışmış bir derviş gelmiş, padişahın huzuruna çıkıp bu müşkülü çözeceğini bildirmiş. Huzura kabul edilince padişah sormuş:
— Söyle bakalım derviş; ev-mev ne demektir?
— Efendimiz! Ev, sizin ikâmet buyurduğunuz bu saray. Mev, kulunuzun geceleri sığındığı izbeler.
— Ya kavuk-mavuk?
— Kavuk, Efendimizin başında bulunan muhteşem serpuş; mavuk (perişan sarığını göstererek) şu benim başımdaki...
— Elbise-melbise?
— Elbise, Devletlimizin sırtındaki hil'at; melbise, bendelerinin* arkasındaki palaspareler...**
— Peki, hükümdar-mükümdar?
— Hükümdar, pederiniz cennetmekân; mükümdar da Efendimiz!
* bende: kul, köle, hizmetkâr.
** palaspare: yırtık, eprimiş giysi.”
― İyi Vatandaş İyi İnsan
Konfuçyüs'un 25 asır önce el koyduğu bu fikri buraya yazarken Atatürk'ün pek sevdiği ve vesile buldukça tekrar edip ettirdiği bir hikâye hatırıma geldi. Bahsimizi aydınlatacağı için anlatıvereyim:
Şark memleketlerinden birinde bir padişah ölmüş, yerine genç, toy oğlu hükümdar olmuş. Vezirlerinden öğrenmek istediği ilk şey, şu: kitap-mitap, kalem-malem gibi sözlerdeki asıl kelimeye ilave edilen sözlerin ne manaya geldiği... Bunların başlı başına anlamı olmadığını, dilde söylenmesine alışılmış kelimeler olduğunu anlatmaya çalışmışlar, fakat genç padişah bir türlü bu cevaplara inanmamış. Münadiler (tellal) çıkarıp memlekette bunu bilen varsa saraya gelmesini ilan ettirmiş. Büyük bir ihsan ümidi ile pek çok insan gelmiş, fakat padişahı kandıracak bir açıklamada bulunamamışlar. Bir gün, üstü başı perişan, saçı sakala karışmış bir derviş gelmiş, padişahın huzuruna çıkıp bu müşkülü çözeceğini bildirmiş. Huzura kabul edilince padişah sormuş:
— Söyle bakalım derviş; ev-mev ne demektir?
— Efendimiz! Ev, sizin ikâmet buyurduğunuz bu saray. Mev, kulunuzun geceleri sığındığı izbeler.
— Ya kavuk-mavuk?
— Kavuk, Efendimizin başında bulunan muhteşem serpuş; mavuk (perişan sarığını göstererek) şu benim başımdaki...
— Elbise-melbise?
— Elbise, Devletlimizin sırtındaki hil'at; melbise, bendelerinin* arkasındaki palaspareler...**
— Peki, hükümdar-mükümdar?
— Hükümdar, pederiniz cennetmekân; mükümdar da Efendimiz!
* bende: kul, köle, hizmetkâr.
** palaspare: yırtık, eprimiş giysi.”
― İyi Vatandaş İyi İnsan















