Yunan Pantheon'unun Hınzır Çocuğu Dionysos
Netflix'te "izlemeye değer" bir dizi Kaos; yunan tanrıları günümüzde yaşasa ne olurdu? Kafadan çatlak, oldukça geniş ırksal bir yelpazeye yayılmış bir olympos panteonu...
Küllerinden dirildi derken ezbere konuşmuyoruz. Dionysos’un en ayırt edici özelliklerinden biri yeniden dirilmesi ne de olsa… Mitolojiye biraz meraklı olanlar bu detayı hatırlayacaktır, fazla ilgilenmeyenler ise şu soruyu soracaktır; neden Dionysos? Kardeşim, Yunan Pantheon’unda bir sürü tanrı/yarı tanrı var. Hepsinin karakterini, hayat hikayesini bilmesek de çoğunun ismi bir şekilde kulağımıza çalınmıştır; Zeus, Hades, Poseidon, Apollon, Athena, Hermes, Ares, Demeter hatta halk arasında Afrodit olarak bilinen Banu Alkan. Dionysos’un ayrıcalığı ne, kimden torpilli de son zamanlarda her yerde karşımıza çıkıyor?
eleman açılışta aniden ekranda arz-ı endam edince, TRT spikerimiz bile ne diyeceğini şaşırdı, "şarap ve tiyatronun tanrısı dionysos" diye takdim etti... şimdi nerelerdedir acaba?Efendim, aslında Dionysos kardeşimiz Yunan mitolojisinin etkisini yitirmesinden, o coğrafyada Hristiyanlığın egemenliğinden sonra ortalıktan kaybolmuştu. Tek tanrılı inançlar devriyle birlikte, her türlü skandala, cümbüşe, hatta enseste imza atan Olympos tanrılarının hepsi göz önünden çekildi diyebilirsiniz ama Dionysos’un durumu biraz daha farklıydı, oraya geleceğiz. 2000 yıl civarı “karanlıkta” kalan Dionysos’u yıllar sonra uykusundan uyandıran, topluma hatırlatan Nietzsche oldu; evet, şu posbıyık Niçe. Hani tanrıyı öldüren filozof. Niçe, Tragedya’nın Doğuşu adlı ilk önemli eserinde Dionysos’u insanlığa yeniden hatırlattı ve bunu üvey kardeşi Apollon ile olan (bir birini tamamlayıcı) zıtlıkları üzerinden yaptı.
dionysos içinde barındırdığı onlarca "sıfat"a bağlı olarak çok çeşitli şekillerde betimleniyor; üzüm salkımı saçlar, androjen bir güzellik, tanrısal bir karizma...Niçe bildiğiniz gibi daha sonra tanrıyı da “öldürdü”. Bu kışkırtıcı ifadenin altında yatan derinliği bilmeyen ve anlamak istemeyenler hemen Niçe’ye saldırdı; vay Allahsız ateyiz, adi şerefsiz filozof, sen kim, tanrıyı öldürmek kim… Tabii Niçe suçluyu da hemen ifşa etti; parmağını insanlığa uzatıp “onu siz öldürdünüz” dedi. İnsanlık tanrıyı, ama özellikle Apollonik tanrıyı öldürmüştü. O da kim diyeceksiniz; Dionysos’un üvey kardeşi, birçok bakımdan zıttı olan düzenin, intizamın, aklın, mantığın, ölçülülüğün, hukuğun, kuralın, ışığın, güzel sanatların tanrısı. Yani, tek tanrılı dinlerle başlayan disiplinin, otoritenin tanrısı. Olumsuz sıfatlardan arınmış saf ve pürüzsüz bir kusursuzluğun tanrısı. Pagan inanıştaki Apollon terfi edip de semavi dinlerin tek tanrısı oldu demiyoruz; ama onun özellikleri galip gelir ve tek tanrı ile büyük oranda özdeşleştirilirken, Apollon’un “zıttı” Dionysos sahadan hükmen yenik ayrılarak sıfatlarını da alıp tarihin sahnesinden çekilir.
dionysos'un "zıttı" apollon... bazı şehirler tanrılardan birini kayırarak o şehir ile özdeşleştirmiş; örneğin Apollon Didim'de alemlerin kralı iken, Teos, Dionysos'tan sorulur olmuş.Dionysos için Apollon'un “zıttı” demek tabii ki çok indirgemeci ve basite kaçan bir tanımlama; ama tamamen yanlış da değil. Dionysos genelde coşkunun, esrimenin, duygunun, şarabın, eğlencenin, tutkunun, tiyatronun, yıkım ve yeniden yaratımın tanrısı olarak bilinir. Apollon insanlara “bak akıllı ol, üstüne başına çeki düzen ver, efendi ol, ölçüyü kaçırma, otur çalış, öğren, bir şey yapacaksan kuralına kitabına göre yap” der; Dionysos ise “tamam anladık ama, biraz da eğlenmene bak, sev, seviş, ye, iç, kendinden geç, içinden geldiği gibi yap, kuralını kitabını boşver” der. Apollon tapınağının girişinde herkesin çok iyi bildiği “Nosce Te Ipsum”, yani “kendini bil” yazarken Dionysos “koyver gitsin, kendini unut, bi rahat bırak, gel iki kadeh parlatıverelim” der. “Kendini bilmek” aklını kullanarak ayrışmak, bireyselleşmek iken, “kendini unutmak” ise benliğinden sıyrılıp evrenle bir olmaya, doğa ve yaratıcı güçle bütünleşmeye karşılık geliyor. Yani Apollon semavi dinlere göz kırparken, Dionysos panteist/panenteist inançlara işaret ediyor.
Şimdi, bu iki tanrıyı karşılaştırınca, yüzlerce yıldır topluma kazınmış değer yargıları ile birini “iyi”, birini de “kötü” ilan etmek çok kolay. Apollon, tam da dinlerin, devletin, egemenlerin, işverenlerin, komutanların, yönetimin istediği tanrıdır; Dionysos ise toplumu istenmeyen bir şekilde ayartmaya çalışmaktadır. Ama o kadar da değildir işte; bu iki tanrı, ya da kavram diyelim, birbirinin zıttı/düşmanı değil, tamamlayıcısıdır. İnsanoğluna “ikisinden birini tercih et” denmemektedir; ikisinin diyalektiğinden ideal bir toplum/hayat tarzı ortaya çıkacaktır. Örneğin sanatı ele alalım; iki tanrı da “sanat” ile ilişkilidir; ama Apollon ölçülü, kurallı bir sanatı öğretirken Dionysos sezgiye dayalı, içinden geldiği gibi, kuralları yıkan bir sanat anlayışını öne çıkarır. Herakles’in “her şey çatışmayla başlar” ilkesindeki gibi Yunan tragedyası da iki tanrının sentezinden doğmuştur. Veya Freudyen dille konuşursak, Dionysos ilkel benlik (id), Apollon ise süperego olarak düşünülebilir.
Özellikle Hristiyan ahlakının Roma hukuku ve güçlü devlet mekanizması ile bütünleştiği bir dönemde, Apollon gücünü, etkisini korurken Dionysos yavaş yavaş tü kaka olmuş ve modern döneme kadar gölgede kalmıştır. Apollon semavi dinlerce kabul edilmemiş ve bir pagan tanrı olarak lanetlenmiştir, ama o gün bugündür “biz hapisteyiz ama fikirlerimiz iktidarda” diyerek kendini meşrulaştırmıştır. Hristiyanlık, tek tanrı fikrini güçlendirirken tabii ki aklı, otoriteyi, düzeni, intizamı öne çıkarmış, coşkuyu, heyecanı, aşkı bastırmaya çalışmıştır. Ardından Hristiyan inancında, aslında İsa öğretisinde bu kadar güçlü olmayan bir şeytan figürü belirmiştir. Şeytan, tanrı imgesinden tamamen ayrıştırılmış, onun en büyük düşmanı olarak ortaya konmuş ve aralarında kozmik bir mücadele başlamıştır.
Apollon “tek tanrı”ya fikren destek olurken, her türlü dünyevi, zevk-ü sefa, vur patlasın çal oynasın faaliyet Dionysos’la birlikte şeytanlaştırılmış. Dionysos’un mitolojide zaman zaman boynuzlu, toynaklı, keçimsi tasvir edilişi de kilisenin işine yaramış ve “ahan da şeytan” denilerek Hristiyanlığın bildiğimiz iblis imgesinin gelişmesinde rol oynamış. Toplumları kıstırmak, bastırmak, ellerinden neşeyi, yaşam zevkini almak isteyen din ve devlet adamları tarafından lanetlenen Dionysos, bir bakıma Niçe tarafından yeniden keşfedilene ve bir miktar iade-i itibarı sağlanana kadar cehennemin dibinde çilesini doldurmuş. Yardımına gelen kimse olmamış, çünkü ciddi devletlerin, güçlü ve merkezi krallıkların, bağnaz yönetim, inanç ve ideolojilerin döneminde hiç kimsenin eğlenceyi, coşkuyu, sevgiyi kutsayacak cesareti olmamış.
olimpiyat açılış töreninin sürprizleri... genelde sıkı bir nizam/intizam içinde, çakı gibi, askeri disiplinde koreografilere alışmışken, karşımıza kendini müziğe koyveren, özgür takılan gençler çıktı.Şimdi gündeme tekrar monizm/düalizm çekişmesi geliyor; daha önce de birkaç yazımda değindiğim bu konu, “ikilik”e karşı “teklik”in meşruiyetini sağlayacak şekilde yorumlanmış uzun yıllar. Monizm bana kalırsa monoteizm (tek tanrıcılık) ile karıştırılmış. Monizm tam anlamı ile teklik; iyinin ve kötünün aynı kaynaktan geldiği, tek bir ilahi öze bağlı olduğu ilkesi (hayır da şer de Allah’tan gelir). Mantık olarak, monoteist inançların monist olmasını, politeist (çoktanrıcı) dinlerin de düalist (ikilik – kötülüğün ve iyiliğin tamamen farklı özlerden kaynaklanması) olmasını beklersiniz, ama tarih boyunca neredeyse tam tersi yaşandı.
Mısır, Hint, Mezopotamya, Anadolu ve Yunan dinlerinde çoktanrıcılık hakimdi; ama tanrılar iyi ve kötüler diye ikiye ayrılmadı. Mitolojiye baktığınızda, çoğu tanrı karşıt kavramları birlikte taşıyordu. Ölüm ve bereket tanrısı, fırtına ve tarım tanrısı, savaş ve bilgelik tanrısı vesaire. Tanrılar alemi insanlar ile aynı kozmik düzlemde idi, Olympos’taki yazlık sitelerinde otursalar da “insani” bir hayat yaşarlar, eşlerini aldatınca evden atılırlardı. Zaten Yunan mitolojisinden aşk, nefret, ihanet, aldatma, savaş, seviş, yeme, içme, keyif ve her türlü insani durumu çıkarsan geriye ne kalır?
Yani Apollon ve Dionysos’tan biri iyi, biri kötü değildi. Apollon, bilginin, kuralların tanrısı olduğu kadar yıkım ve salgın hastalıkların da tanrısıydı. Dionysos da ölümle ilişkilendirildiği kadar, şarap ve coşkunluktan sorumluydu. Ama insanlar tek tanrılı inançlara geçtikçe iyiliği ve kötülüğü aynı öze yakıştıramaz oldular; kötülüğü yavaş yavaş tek tanrılarından sıyırarak ayrı bir varlıkta paketlemeyi tercih ettiler. İslamın en temel iman esaslarından olan “hayır ve şerrin Allah’tan gelmesi” ilkesi bile yumuşatıldı, “şer sandığınız şeyin içinde sizin için bir hayır vardır mutlaka” denilerek göklerden sadece doğrudan veya dolaylı “hayır” gelmesi sağlandı ve bütün “şer” şeytanın üzerine kaldı. Apollon’un yıkım ve salgınları bile “hayır” iken, Dionysos’un eğlencesi, bereketi şerre girdi.
Bu yüzden insanlık karanlık yüzünü, gölgesini kabullenmek ve benimsemekten giderek uzaklaştı. İyi bir şey yaptığında aman ne güzel, kendi iyiliğiniz ve iradeniz; ama “kötü” olarak yaftalanan her fiilin müsebbibi şeytan; şeytana uydum, şeytan ele geçirdi, iblis zorladı, lucifer arkadan ittirdi vesaire… Böylece, bütün “iyi”, “saygın” ve “kutsal” insanların karıştığı istismar, tecavüz, cinayet, yolsuzluk haberlerini “tüh, şeytana uymuş” diye karşılar olduk ve iblise, Mephistoteles’e, Dionysos’a (hele ki içkili araba kullandıysa) sövmeye devam ettik. Eski Yunan’ın, tanrıları da, karakter ve özelliklerini de birbirinin zıttı değil bütünleyicisi olarak kabul ettiği bilgelikten tamamen koptuk.
Yunan tanrıları Olymposu'un tepesinde tepişiyor. "Kız Athena, az ileri gitsene, maazallah düşecem şimdi bulutun kenarından"Dionysos, Yunan mitolojisinde çok farklı bir tanrı; tüm Pantheon’da Hermes ile birlikte tek geçerim. Antik Yunan edebiyatı mitolojisi ve tragedyasında Dionysos’a dair kimi zaman bir biriyle çelişen çeşitli rivayetler var. En bilindiklerine göre, kendisi başta bir yarı tanrı: Olympos çapkını Zeus’un Semele isimli bir prensesle ilişkisinden doğuyor. Kıskanç Hera zaten Zeus ve gayrımeşru bebelerine gıcık vaziyette; bir şekilde Dionysos’u ele geçiren tanrılar parçalayıp öldürüyor, Zeus da Dionysos’un cesedini (veya kalbini) baldırına dikiyor ve Dio tam bir tanrı olarak yeniden doğuyor! Dinler tarihini düşünecek olursanız, bir tanrı baba ile insan anneden doğan, öldürüldükten sonra yeniden dirilen ve tanrının ruhunu, özelliklerini taşıyan kim aklınıza gelir? Haleluyaaa!
Ve Dionysos çeşitli efsanelerde, tragedyalarda rol almaya başlar. Tanrı olduğu için onun da mucizeleri vardır. Bunların en önemlilerinden biri, bir kayadan doğan su, süt ve balla dolan derelerdir; hatta bazı Dionysos şenliklerinde buna bir de şarap akan dere eklenir. Su, süt, bal ve hatta şarap akan ırmaklar, aklınıza iyi bildiğiniz bir kutsal kitabı getirebilir. Yani diyeceğim o ki, Dionysos’u sadece coşkunluk, sapkınlık, kuralsızlık ve şeytani özellikler ile paketlememeli; onun semavi dinleri de etkilemiş olumlu özellik ve mucizelerini de göz önüne almalı; böylece, iyi ile kötünün, olumlu ve olumsuzun yin/yang benzeri uyumunu ve zorunlu birlikteliğini tekrar kavrayabiliriz.
Dionysos, Bacchus takma adıyla Roma'ya transfer olunca hemen Caravaggio'nun fırçasına konuk olmuş.Dio (veya annesi) bir rivayete göre doğu kökenlidir; doğu demişken Trakya/Frig ülkesi kökenli olduğu tahmin edilmiş, tam batılı (yani Grek) olan Apollon’a karşı biraz daha doğu kültürü taşıdığını varsayılmıştır. Yolu Trakya’dan geçtiyse, bizim emşeri sayılır biraz da… Zaten Apollon akıl ve bilimi temsil ederken Dionysos’da mistik ögelerin öne çıkması da bu durumu açıklar. Dionysos, Grek coğrafyasında popülerliğini artırdıkça, bir takım gizemci/esrimeci ritüel ve şenlikleri de ele geçirir; maskelerin takıldığı, hayvan postlarına bürünüldüğü, çılgın geçit törenlerinin yapıldığı “eyes wide shut” şenlikler. Zamanla, daha çok kadınların yer aldığı, canlı hayvanların kurban edilip çiğ olarak yendiği, katılanların esriyerek kendinden geçtiği gizem kültü ritüelleri de yapılır; ancak bu gibi kültler orta çağda şeytan tapımı ile özdeşleştirilerek katılanlar cayır cayır yakılır.
Bu gibi ritüellerin, gizem kültü tapınımının cılkını çıkaran Roma olmuş aslında… Yunan tanrısı Dionysos, Roma Pantheonuna Bacchus olarak geçmiş. Dionysos zaten şaraptan (da) sorumlu devlet bakanıydı, Bacchus’da bu rol daha da ağırlık kazanmış. Roma, Yunan’a göre çok daha katı ve sert bir devlet yapısına sahip olduğundan, Bacchus tapımı olan Bakkhanalia ayinleri giderek dikkat çekmeye başlamış. İlk başta sadece kadınların katıldığı ayinlere her yaş ve sınıftan erkekler de katılmaya başlayınca ayinler giderek orjiye evrilmiş. Ciddi tarihçiler, bu iddiaların büyük ölçüde abartı olduğu, kulağa “seksi” geldiği için biraz da Hollywood ve netflix tarafından köpürtüldüğünü iddia ediyor; bilemiyoruz. Sonuçta Roma yönetimi bu ayinleri sert bir şekilde bastırmış, yönetime karşı başkaldırı ve suikast komplolarını da öne sürerek epey bir katılımcıyı idam etmiş.
Dionysos şenlikleri veya Bakkhanalia ayinleri denilince hemen akla dans edip kendinden geçen (özellikle) kadınlar (biraz da) erkekler gelir olmuş...Genelde Dionysos/Bacchus kültleri şarapla, esrimeyle, orji ve ölçüsüzlükle bilinir olmuş. “In vino veritas”, yani “şarapta gerçek vardır, şarap gerçeği söyletir” terimi de o zamanlardan kalma; ama bu deyim çok da yüzeysel anlaşılmamalı. Yani, adam şarabı içti, dili çözüldü, bilinçaltında ne varsa bülbül gibi şakıdı kadar basit değil. Şarap, esrimeye, kendinden geçmeye yardımcı oluyor, ama bu basit bir sarhoşluktan ziyade, tanrısal olanla bütünleşmenin aracı. Bir insan benliğinden sıyrılmadan tanrısal olanla birleşemez; madem ki tanrı bir başka düzlemde, benim de oraya “yükselmem” gerek. Veya, bir diğer yoruma göre, tanrı/evren ile olan sınırlarımı kaldırarak O’nun benim içime girmesini sağlamam gerek.
Yunanlılardan çok daha önce, eski Hint toplumlarında da bu anlayış hakim olmuş. Binlerce yıl önce Veda panteonunun en önemli tanrılarından olan Soma, kendi adıyla bilinen alkollü içki vasıtasıyla insanlara ulaşmış. Soma, bütün kötülüklerin anası olmak bir tarafa, bilgeliğin, cömertliğin de simgesi olmuş. Ama en önemlisi, esrimeyi sağlaması sayesinde dini ritüellerin, tanrıya ulaşmanın en önemli aracı imiş. Zaten insanın ayık ve bilinçli haliyle tanrı(lar)a ulaşması mümkün görülmüyormuş; vedaların meşhur bir ilahisinde demişler ki “Soma içtik, ölümsüz olduk; ışığa varınca tanrıları bulduk”. Esriklik, insanın beden ve akıl/bilinç zincirlerinden boşalarak tanrılarla aynı sofrayı paylaşmayı, havayı solumalarını sağlamış.
Bu durum sarhoşluğa övgü gibi algılanmasın, içelim güzelleşelim tarikatının reklamı gibi olmasın. Amaç bir kendinden geçme, vecd ve cezbe haline ulaşmak. Vecd ve cezbe bildiğiniz gibi içki alemlerinin değil, zikir ve sema ayinlerinin terimleri. Hatta bu amaca sadece içerek de ulaşılmıyor; gerek dionysos kültünde, gerek diğer inanç ve ritüel sistemlerinde insanın benliğinden sıyrılarak “sarhoş” olabildiği başka teknikler de var. Örneğin, Dionysos’a adanan ve dithyrambos diye bilinen şiir/ilahiler, bu kültü izleyen müritlerce, bir araya gelerek, toplu halde ritmik olarak tekrarlanan, topluca transa geçilen ayinlerde okunuyor.
bir zikir ayininde vecd'e ulaşmak için nefes ve ritm ile benliklerinden sıyrılan müritler... kimilerine göre "gerçek islam bu değil", kimilerine göre de bir yaratıcıya en çok "yaklaşma" ihtimali olanlar bu arkadaşlar...Hepinizin önüne ara sıra düşen, değişik tarikat ve cemaatlerin zikir ayini videolarına denk gelmişsinizdir. Bazen arka fona hızlı ve ritmik bir metal/thrash parçası koyan, hatta bir heavy metal konseri ile zikir ayinini peş peşe gösteren paylaşımlar sizi gülümsetmiş olabilir. Aslında orada yaşanan oldukça dionizyak bir ayin ve belki de, gerçekten yaratıcıya yaklaştığını, onunla bütünleştiğini hisseden, kelimenin tam anlamıyla bir ritüel gerçekleştirenler işte onlar. Bazen bu videolar “aklı başında” ve “ölçülü” Müslümanları da çok kızdırıyor olsa da, tanrı ile kimin daha yakın, daha samimi bir bağ kurduğu tartışmaya açık.
Vecd ve cezbe halinin verdiği “sarhoşluk” ile ilgili teknik açıklamalar var. Belli bir ritmi, frekansı tutturarak hareket etmek, tekrarlayan bir mantra, mısra, ayet vb., başı sallayarak kendinden geçme, hızla dönme, hepsinin birleşimi ile transa geçerek benliğinden sıyrılma ve hatta ruhun bedenden geçici ayrılması. Durumu kolaylaştırmak veya yoğunlaştırmak için kullanılabilecek psikedelik maddeler, ot, mantar, çay, vesaire. Şaman ayinlerindeki yoğun davul, ritm dans ile şamanın gökyüzüne yükselmesi veya yeraltına inmesi... Sonuçta hepsi bir araya geldiğinde, yöneldikleri nesne farklı da olsa, bir rock konseri izleyicisi, sema ayini müridi, yogi, keşiş aynı yerde buluşup vecd haline ulaşıyorlar, bir anlığın/saniyeliğine/dakikalığına tanrı ile, doğa, evren, kozmoz ile bütünleşip varlığın gücünü duyumsuyorlar.
Eski Hint topluluklarından şamanlara kadar herkes esriyerek kendinden geçmenin ve tanrı(lar)la bütünleşmenin peşindeBunu yüzlerce yıl önce bize tavsiye eden Dionysos ve takipçisi kültler zaman içinde şeytanlaştı, Apollon karşısında yenik düştü, yıllarca gölgelerde, mağaralarda inançlarını sürdürdü, yakalanınca cadılıktan, şeytan tapımından dolayı yakıldı, ahlaka mugayirlikle suçlanıp dışlandı, dini ortodoksilerin içinde batıni/tasavvufi marjinallikler olarak kenarda kaldı. Ama insan (ve tanrı) doğasını bastırmak ne mümkün, Apollon ne yapıp edip zıddını/kardeşini/bütünleyicisini arayacak, bulacak ve Dionysos ile kucaklaşacak. Dünyanın en “apollonik” organizasyonlarından, azmin, çalışmanın, dakikliğin, mükemmelliğin sembolü olimpiyatların açılışında bir köşeden fırlayıverecek ve açılış töreninin davetsiz misafirleri olan ucubelerin kendinden geçtiği esrik danslar eşliğinde, doğamızda bulunan ikiliğimizi hatırlatacak.
Onur'un Seyir DefteriOnur Ataoğlu's Blog
- Onur Ataoğlu's profile
- 15 followers

