Gılgamış ve Medeniyyet

Çoğunluğunuz eğitim hayatınızın bir döneminde Gılgamış Destanı'nı duymuşsunuzdur. Ortaokul tarih kitabında olsun, üniversite sınavı sorularında olsun bu büyük efsane mutlaka karşınıza çıkmıştır. Hiç değilse çook çok eski tarihlerde, Mezopotamya civarlarında yaşayan bir adamın başından geçtiğini bilirsiniz. Bu destanı okul müfredatının tekdüzeliğinden sıyrılıp daha yakından inceleyenler ne yüce bir eser olduğunun farkına varır. Dünyanın en eski yazılı edebiyat ürünü olmasının yanında, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, politika, mitoloji, teolojinin harmanlandığı müthiş bir eserdir kendileri. 

Üçte iki tanrı Gılgamış, çılgın procesi için halkını ölümüne çalıştırıyor. Emeklilikte sura takılanlar...Destana ait tek bir metin olmadığı gibi tamamına erişebildiğimiz de ileri sürülemez. Eski Akad, Babil, Sümer dilinde olanları, farklı hanedanlar dönemlerinde yazılanları derken ortada (eski ahit benzeri) geniş zamana yayılan bir külliyat vardır ve kanonize etmek kolay değildir. Gılgamış Destanı, çok farklı konulara değinmekle kalmamış, ileriki tarihlerde ortaya çıkan bir çok kutsal metnin, dini mesellerin de ilham kaynağı olmuştur. Destanın yazılı olduğu tabletler 19. yüzyıl ortalarında bulunup deşifre edilene kadar Nuh tufanı benzeri anlatıların özgünlüğü kabul edilirken hikayenin çok daha eski kaynaklara dayandığı anlaşılmıştır. 

Şimdi oturup Gılgamış Destanı'nı anlatacak değilim (korktunuz ama, değil mi?) Zaten isteyen rahatlıkla bulup okuyabilir (ki, okuyun derim). İçinde yok yok, 32 kısım tekmili birden yayınlanmış, günümüzde Marvel, DC Comics bir araya gelse böyle bir süper kahraman hikayesini zor çıkarırlar. Bana ilginç gelen, günümüze de ışık tutacak bir iki detayı paylaşayım istedim...

İlk olarak, medeniyyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar Mehmet Akif'in düşündüğü gibi son bir iki yüzyılın hikayesi değilmiş. Bundan tee 4500 yıl önce de medeniyet insanoğlunun canını okumak üzere elinden geleni yapıyormuş. Örneğin, tarihin en önemli kentleşme girişimlerinden olan Sümer hanedanının şehir devletleri, büyük surlar ardında modern yerleşimler kurarak kendilerini doğadan ve hatta şeytandan, bilinmezden, kötülükten izole etmeye ve yaşayanları hapsetmeye çalışıyormuş. Hatta bu sur/duvar projeleri o kadar abarmış ki, Gılgamış destanı da güçlü bir (hadi diktatör demeyelim de) tiranın tüm şehir halkını öldüresiye modern bir sur inşasında çalıştırmasıyla başlıyor. Üçte iki oranında tanrı, üçte bir oranında insan olan Gılgamış kafayı büyük sur projesiyle bozmuş ve itibardan tasarruf olmayacak bu proje için halkının canına okumuş.

Daha o zamanlardan anlıyoruz ki, bazı büyük projeler rasyonaliteden, halkın ihtiyaçlarından, maliyet ve önceliklerden muaftır. Onlar, bir şehrin/ülkenin/liderin şanı yürüsün diye yapılır, halkının telef olması mühim değildir (piramitleri falan kastediyorum, günümüzle benzerlik kurup başımı derde sokmayın). Büyük Sümer Duvar projesi için herhangi bir hizmet alımı veya hazine garantisi verilip verilmediği meçhul ama asgari ücret karşılığı telef olan halk bu çılgın projeden illallah demiş ve tanrılara yalvararak Gılgamış'ın aklını başka bir konuyla çelmesini, dikkatini dağıtmasını istemişler.

Tanrılar insafa gelmiş ve Gılgamış'a bir kanka göndermişler. Enkidu adlı bu arkadaş şehrin dışından, vahşi doğanın bağrından gelmiş. Kıllarla kaplı vücudu, hayvanlarla birlikte yaşaması, uygarlıktan bihaber olmasına rağmen Gılgamış bu delikanlı elemanı çok sevmiş ve iyi arkadaş olmuşlar. Ama önce elemanın sıkı bir eğitimden geçmesi ve uygarlık normlarına adapte edilmesi gerekmiş. Şehrin en deneyimli (afedersiniz) fahişeleri Enkidu'yu almışlar, bir hafta boyunca (afedersiniz) seviştikleri gibi oturup kalkmasını, yiyip içmesini öğretmişler; hayvan adam Enkidu'yu daha bir insana benzetmişler. Burada da ikinci önemli detayı görüyoruz; insanoğlu doğadan, vahşi hayattan uzaklaştıkça uygarlaşmış. Şehirleşme bir kez başlayınca medeniyet kentlerde yaratılan hayatla özdeşleşmiş ve doğa medeni olmayanın karşılığı haline gelmiş, küçümsenir ve korkulur olmuş. Avcı-toplayıcı hayattan yerleşik düzene geçmenin kaçınılmaz ama üzücü sonuçlarından biri... 

Sonra birtakım olaylar daha gelişiyor, Enkidu’yu bulan Gılgamış kanal Mezopotamya benzeri çılgın projelerini savsaklayıp halkın yakasından düşüyor, bla bla, bla ve en ilginç bölümlerden birine geliyoruz; artık kanki olan Gılgamış ve Enkidu'nun, ormanların koruyucusu dev canavar Hüvava ile savaşa gidişi. Hüvava, hikayemizde (ormanların bekçisi olmasına rağmen) bir anti-kahraman; Enkidu'ya da vahşi hayattan uzaklaştığı için kırgın. Gılgamış, Hüvava ile mücadeleye giderken karışık duygular içinde, kabuslar görüyor, bir anlamda doğa ile yıkıcı bir mücadeleye girmenin çelişkilerini yaşıyor ve sonunda yüzleşiyorlar. Unutmayalım, destanda vahşi doğa "kötü" bir karakter. İlginç bir detay daha; tanrılar, bu mücadelede Gılgamış'ın tarafını tutup ona yardımcı oluyor. Yani tanrılar da kendi yaratıları olan doğaya karşı, kendilerine kulluk eden insanoğlunu destekliyor. Tabii ki ilahi rüzgarı arkasına alan Gılgamış Hüvava'yı öldürerek doğaya karşı insanın ilk büyük zaferlerinden birini kazanıyor. 

gılgamış ile enkidu, hüvavayı öldürüyor. ormanların bekçisinin, vahşi doğanın ruhunun insanlık karşısında bir şeytan gibi betimlenmesi manidar değil mi?)Gılgamış ve Enkidu girdikleri ormanı kentsel dönüşüm projelerinde kullanmak üzere kesiyorlar. Ormanın simgesi sayılan yüce sedir ağacını da kesip tanrılar için yapacakları dev tapınak inşaatında kullanmak üzere götürüyorlar. Tanrılar madem ki doğayı alt ederek uygarlaşma yolunda insan evladına yardım etti, o da tanrısını en büyük, görkemli tapınakla onurlandırıp karşılığını vermek zorunda. Kısacası, Akbelen’de, Kaz Dağlarında insanlığın refahı gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen orman ve doğa katliamları son 50-100 yılın hikayesi değil; binlerce yıl önce de benzer süreçler yaşanmış ve kutsalın gözetiminde insanoğlu (artık rakibi olan) doğayı alt ederek medenileşmiş.     

Gılgamış ve Enkidu, tanrılar tarafından hadlerini bildirmek üzere gönderilen bir göksel boğayı da öldürünce, doğaya karşı bu denli hadsizlikleri cezalandırılır ve Enkidu’nun canı alınır. Gılgamış’a vahşi doğa tarafından armağan edilen arkadaşı, doğaya karşı fazla küstahlaştıklarında geri alınır. Gılgamış dehşete kapılır, ölümsüzlüğün peşine düşer ve ibretlik bir erginlenme yolculuğuna başlar. Yine müthiş detaylarla, metaforlarla dolu gelişmeler yaşanır ki, Yüzüklerin Efendisi destanın yanında çocuk romanı gibi kalır. Gılgo, Nuh tufanından sağ kurtulan ve ölümsüzlüğü kazanan Utnapiştim’i bulur ancak tanrıların bilgi ve uygarlığı insanlara vermiş olsa da ölümsüzlüğü kendilerine sakladıklarını üzülerek öğrenir. Ona sadece gençlik ve sağlık için bir bitki verilir ama Gılgamış bu bitkiyi de sinsi bir yılana kaptırarak elleri bomboş kalır (bakınız lokman hekim).

Gılgamış tanrıların insanlara ölümü layık gördüğüne ikna olarak süklüm püklüm kentine geri döner, başına gelenleri yazmaya ve bu tecrübeyi geleceğe aktarmaya başlar. Artık ölümü kabullendiğinden “hoca, artık an’ı yaşayalım, günümüzü gün edelim ama sükunetle de ölümü bekleyelim” benzeri bir anlayışı benimser. Üçte iki tanrı da olsa, içindeki insan yüzünden eninde sonunda ölecektir. Medeniyet ölümü kabullense de halkı ezmeye, doğayla savaşmaya devam eder. 5000 yıl önce bile ormanlar kesilir, yakılır, ölesiye tarım ve sulama sonucunda “bereketli hilal” diye bilinen uygarlığın beşiği çölleşmenin eşiğine gelir. Şehirlerde sur/duvar projesi devam eder, ama sanılanın aksine bu çılgın projeler şehirleri barbar saldırılarına karşı korumak için değil, sömürülecek, ucuza çalıştırılacak, vergilendirilecek gariban halkın kaçmasını önlemek içindir. Hiçbir şeyin değişmediğini göstermek için yazımızı 5000 yıllık bir Sümer Atasözü ile bitirelim: “Bir efendin olabilir, bir kralın olabilir, ama asıl korkman gereken kişi vergi memurudur”

Onur'un Seyir Defteri
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 19, 2024 06:02
No comments have been added yet.


Onur Ataoğlu's Blog

Onur Ataoğlu
Onur Ataoğlu isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Onur Ataoğlu's blog with rss.