Son İnsan - 24

(Şimdi, İzmir)
            Konak İskelesi’ne vardıklarında teknelere binmenin o kadar da kolay olmayacağını fark etmişlerdi. General Serhat öfkeyle: “Kahretsin, medya haberi nereden de aldı?” diye söyleniyordu.            Limuzinden indiklerinde bir basın ordusuyla karşılaşmaları da bir olmuştu. Muhabirler dört bir yandan sarmışlardı ve mikrofonlarını yüzlerine doğru tutuyordu. Kameralar her taraftaydı sanki. Her anları canlı bir şekilde televizyon ekranlarında gösterilmekteydi.            Durumun ciddiyetinin iyice farkında olan Rüyacı, General’in komutunu beklemeden harekete geçmişti. Çünkü asıl buradaki meselelerden biri de Ozan’dı, onun nerede olduğu bilinmiyordu kimseler tarafından ve kayıp olarak biliniyordu. Ailesine bile haber verilmemişti, çünkü Ozan düşman güçler tarafından yetenekleri ve yeri bilinmemesi gereken insanlardan biriydi.            “Sorularınıza takımın en yaşlısı olarak benim yanıt vermem yönünde karar verdik. O yüzden öncelikle sorularınızı bana yönlendirirseniz çok sevinirim.” diye öne çıktı Rüyacı.            “Özel güçlerinizin ne olduğunu söyleyebilir misiniz?”            “Böyle insanüstü yeteneklere sahip olmak nasıl bir duygu?”            “Kendinizi tehlikeli olarak görüyor musunuz?”            “Bu projenin iyi bir şekilde sonuçlanacağına inancınız var mı?”            “Devlet sizleri nasıl buldu?”            “Hiç kaçmayı denediniz mi?”            Sorular sürekli geliyordu. Yanıtlar beklenmiyordu bile. General haykırıyordu muhabirlere, kameraları çekmemeleri için uyarıyordu. Ama onu dinleyen yoktu. Görevliler boş yere uğraşıyorlardı. O kadar fazlaydılar ki basın, kaçacak yer yoktu.             Ozan limuzinin içinde bekliyordu, ortaya çıkarsa ailesini tehlikeye sokabilirdi. O kayıp bir çocuk olarak kalmalıydı sadece. Ama ağlamasına engel olamıyordu. Ailesini çok özlüyordu. Ortaya çıkmak, ben buradayım demek istiyordu.            Ne yeteneğin var ki senin deseler bir yanıtın olmayan Evren dilini yutmuştu neredeyse, ışık gözlerini kamaştırmıştı. Korkuydu duyduğu şey. Bir yandan da aklına kız kardeşi geliyordu. Acaba o da izliyor mudur haberleri, beni görüyor mudur diye düşünmeden duramıyordu.             Kedi Çocuk ilk kez bu kadar ön planda olmuştu, hayatı boyunca hep saklandığı için birilerinden şimdi bu durumdan dolayı çok rahatsız olmuştu. Kameralara bakıyor, içindeki öfkeyi dindirmeye çalışıyordu. Bir yandan da gözü Starfell’deydi, çünkü asıl o öfkelendi mi tehlike çok büyük olurdu. İzmir’e de bir krater açılmasına neden olurlarsa proje sonsuza kadar iptal olurdu ve hayvanlar gibi avlanırlardı.            Starfell gerçeğin farkındaydı. Öfkelenirse işleri biterdi. Ağrı Dağı şu anda yoksa nedeni kendisiydi, bunun bilincinde hareket etmesi gerekiyordu. O yüzden gözlerini kapadı ve başka şeyler düşünmeye çalıştı pek mümkün olmasa da.            En çok ışıklardan etkilenen Marker’dı. Hiçbir şey göremez olmuştu artık. Gözleri aşırı gelişmiş olabilirdi, ama fazla ışık altında artık gözleri işe yaramaz hale geliyordu. Acı çekiyordu, başı çok şiddetli ağrımaya başlamıştı. Bitsin artık bu işkence diye diliyordu.            Klik istese kameraların tamamını kapatabilirdi. Ama limuzinden inerken General ona hayır diye talimat vermişti. Bu genel bir paniğe neden olurdu ve dahası insanların özel yetenekleri olanlara güveni azalırdı, projeyi de tehlikeye sokardı.            Efla sessiz kalmıştı. Hiçbir engin bilgi ya da erdemli söz onları buradan çıkartmaya yetmezdi. Bu yüzden elinden de bir şey gelmiyordu. Rüyacı’nın sözcü olarak öne çıkmasına içten içe seviniyordu sadece.            Kara Altın buradan kurtulmak için tüm elementlerin gücüne başvursa bile yetmeyeceğini düşünüyordu. Her şeyle ilgili dalga geçecek illa bir şey bulurdu, ama şu anda o bile gülmüyordu. Duyduğu şey öfke miydi, korku muydu yoksa başka bir şey mi emin olamıyordu ama.             Manuel masasına geçmek, çizimlerine geri dönmek istiyordu. Eskiden galerisine insanlar gelsinler, sanatını görsünler diye her şeyi yapmaya hazırdı, şimdi ise bu insanlardan kaçmak istiyordu tüm benliğiyle. İstemsizce içindeki sıkıntıdan kurturmak için ona yardım edecek bir el aramaya başladı ve sonunda buldu. Illyra’nın elini sıkmıştı, ona cesaret vermişti bu durum.            Illyra şaşkınlıkla Manuel’e dönmüştü, ama sonra o da Manuel gibi cesaretini artıracak bir ele ihtiyacı olduğunu fark etmişti ve el ele durmak ona kuvvet vermişti. Bir süre sonra gerginliği azalmaya bile başlamıştı.            Tüm sorular kafasında tartılıyordu sanki. Rüyacı yanıt vermekten kaçınsa da bazı sorulara o da yanıt veremiyordu aslında. Hiç inancı var mıydı bu projeye diye sormadan edemedi kendisine. İlk günü kaçmak için çaba harcamamış mıydı, Evren gibi o da? Ne olmuştu da değişmişti her şey üç günde? Ozan mıydı yoksa her şeyi değiştiren? Onu oğlu gibi görüyordu, hep istediği ama bir türlü olmayan bir oğul. Onu yeniden hayata bağlayacak bir oğul. Onu rüyalara değil gerçeğe götürecek bir oğul.
            “İlginiz için teşekkür ederiz, ama şu anda bir görevin tam ortasındayız. Şu anda yaptığınız bize zarar veriyor. İzin verirseniz devam etmek istiyoruz.” dedi sonunda Rüyacı.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 26, 2014 05:45
No comments have been added yet.