Delilik Quotes
Quotes tagged as "delilik"
Showing 1-15 of 15
“İnsanların çoğu aslında delidir, hayır şöyle demeliyiz, çeşitli şekillerde delirmeyen kimse yoktur, bu yüzden zorunluluk benzerini benzeriyle buluşturur.”
― Praise of Folly
― Praise of Folly
“Ya da yaşamın boyunca hem kendine hem de başkalarına karşı duyduğun sorumluluğu terbiyeli şekilde yerine getirebilir misin (çünkü terbiyeli davranış sadece bir yetenek değildir, her eylemin başıdır), elinde her an sana yardıma hazır, şu benim ikizim ve vekilim 'Kendini Beğenmişlik' olmasa? Her fırsatta tam anlamıyla benim rolümü üstlenir kendisi. Çünkü insanın kendini beğenmesi kadar delice bir şey olabilir mi? Kendine hayran olması kadar? Ama insan kendini beğenmese, makul, hoşa giden ve terbiyeli bir davranış sergileyebilir mi?”
― Praise of Folly
― Praise of Folly
“Güzellik, aklımızı kaybettirebilecek ölçüde güçlü ve baştan çıkarıcı bir terör olayının başlangıcıdır ama öylesine güçlüdür ki bizi yok etmeye tenezzül dahi etmez.”
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
“...aklı bir şey icat etmeli ölmemek için.Çıldırmayı.Ölüme denk bir şey olmalı bu.Zihnini öldürmeli.Zihin dağılmalı ki -dağılmalı çünkü kaldıramıyor ve eziliyor ve dayanamayacak- hayat sürsün.Kalp mesela niçin kriz geçirir?Çünkü dayanabileceği eşiği aşmıştır.İnsan aklı çıldırmayı icat eder aslında.Kalp gibi.Krizi.Daha fazlasına dayanmasın diye iptal edilir.Öyle de düşünmüş müydün İsa,doğru söyle.Çünkü daha fazla dayanması ölmesinden veya durmasından daha zor...”
― İsa Hanginiz?
― İsa Hanginiz?
“Kendini insanların deliliklerinden tamamen izole etmek istediğin zaman, ıssızlığın ortasında yüksek dağların yanı başında ahşap bir kulübe bul! Orada, taze rüzgârların, gizemli seslerin ve hoş kokuların yanı sıra en kıymetli şeyi bulacaksın: Özgürlük!”
―
―
“Kardeşlere gereksinme duyduğunu asla kabul etmemişti. Ama duyuyordu işte. Ardında bıraktığı yaşamla, ona taze umutlar yeşerten henüz başlamadığı yaşam arasında duyumsadığı bu (psikiyatrik/psikotik) çelişki içinde, ikinciden yana koyuyordu tavrını. İlk izlenimleri (hep en iyisidir), iyi şeyler umut etmesi, hastalarla arasında benzerlikler kurması gibi şeyler güçlendiriyordu kanısını. Geriye yalnızca dayanaklar bulmak, bunları yalanlamaya çalışan bütün öteki unsurları ortadan kaldırmak kalıyordu. Zor ama keyifli bir işti.
Koğuşlarda geçen her saat, hastalara duyduğu saygıyı ve sağlıklı bir aklın göstergesini dış gerçeklikle kurulan ilişkiye bağlayan sahte bilimsel yaklaşıma duyduğu tiksintiyi artırıyordu zorunlu olarak. Her geçen saat artırıyordu.
Dış gerçekliğin doğası anlaşılmaz kalıyordu. Bilimin erkekleri, kadınları ve çocukları veriler önünde boyunlarını bükmek zorunda kalıyordu, ister istemez. Dış gerçekliğin ya da kısacası gerçekliğin tanımı, tanımlayanın duyarlılığına göre değişiyordu. Ama hepsi, bu gerçeklikle temasa geçmenin, temas ne kadar üstünkörü olursa olsun, ender görülen bir ayrıcalık olduğunda birleşir duumdaydı.
Bu anlayışın ışığında hastalar gerçeklikten, ortalama birinin gerçekliğinden, ağır vakalarda gözlemlendiği gibi bütünüyle olmasa da en azından bazı temel noktalarda “kopmuş” olarak tanımlanıyorlardı. Tedavinin işlevi hastayı kendi küçük, özel çöplüğünden çıkarıp muhteşem dünyanın merak, sevgi, nefret, tutku, sevinme, ağlama gibi farklı unsurlarıyla, paha biçilmez ayrıcalığına yeniden kavuşacağı ve kendisinden hiç de farklı olmayan ötekilerle akılcı ve dengeli biçimde avunacağı duruma getirmek ve aradaki uçurumu kapamaktı.
Ama bütün bunlar, psikiyatrların sürgün diye tanımladığı bedensel ve ussal deneyimi barınak; iyiliksever bir dizgedan kovulmuş olarak değerlendiren, hastalığı da müthiş bir fiyaskodan kaçmış kişiler olarak gören Murphy'yi çileden çıkarıyordu. Eğer aklı günlük olayları yorulmak bilmeyen bir araç gibi alt alta yazıp toplayan şaşmaz bir yazarkasa olsa, o zaman kuşkusuz aklın yitimine üzüntü duyabilirdi. Ama böyle olmadığına göre, aklı diye adlandırdığı şey bir araçtan çok, içinden kendinin soyutlanmış olduğu günlük olayların bir izdüşümü biçiminde ortaya çıktığına göre aklın yok oluşunu, zincirlerinden kurtulmayla özdeşleştirip alkışlamasından daha doğal ne olabilirdi?
Murphy'nin saplantısının basitleştirdiği ve çarpıttığı çelişki o halde büyük dünyayla küçük dünyayı temelde karşı karşıya getiriyordu. Hastaların etkisiyle ikincisini, psikiyatrların zorlaması ile ilkini yeğleme arasında kararsızca dolanıyordu. Kararsızlık yalnızca olgular düzlemindeydı. Yalnızca olgular. Seçimini yapmıştı o. "Ben büyük dünyadan değilim, küçük dünyadanım" nakaratı Murphy için epey eskilere dayanıyordu ve olumsuz bir inanca, daha doğrusu olumsuz iki inanca dönüşmüştü. Bir kere mağarasının mutlu manzaralarını gördükten sonra bırakın bunları geliştirip işlemeyi, fiyaskolara nasıl dayanabilirdi? Arnold Geulincx’in güzelim Latincesiyle söylediği gibi: Ubi nihil vales, ibi nihil velis.
Ama hiçbir değer taşımadığı bir yerde, hiçbir şey istememesi yeterli olmuyordu, bir adım daha atıp yalnızca kendisini sevebilecek bir ussal aşkın dışında kalan her şeyi yadsıması da yeterli olmuyordu çünkü sevilecek başka yanı yoktu. Bu hiçbir zaman yeterli olmamıştı ve yeterli olabileceğine ilişkin hiçbir belirti göstermiyordu. Bu özellikler ve öteki ikinci derecede önemli şeyler, maddesel düzlemde destek bulsalar (örneğin sallanan iskemle) ve kendileri için her yönde baskı yapsalar da istenen kararın kesinleşmesini başaramazlardı. Parçalanmışlığı sürüyordu; Celia'ya, baharatlı ekmeğe ve benzeri şeylere duyduğu zayıflık bunun göstergesiydi. Tek parçada bütünleşme olanaklarından yoksundu.”
― Murphy
Koğuşlarda geçen her saat, hastalara duyduğu saygıyı ve sağlıklı bir aklın göstergesini dış gerçeklikle kurulan ilişkiye bağlayan sahte bilimsel yaklaşıma duyduğu tiksintiyi artırıyordu zorunlu olarak. Her geçen saat artırıyordu.
Dış gerçekliğin doğası anlaşılmaz kalıyordu. Bilimin erkekleri, kadınları ve çocukları veriler önünde boyunlarını bükmek zorunda kalıyordu, ister istemez. Dış gerçekliğin ya da kısacası gerçekliğin tanımı, tanımlayanın duyarlılığına göre değişiyordu. Ama hepsi, bu gerçeklikle temasa geçmenin, temas ne kadar üstünkörü olursa olsun, ender görülen bir ayrıcalık olduğunda birleşir duumdaydı.
Bu anlayışın ışığında hastalar gerçeklikten, ortalama birinin gerçekliğinden, ağır vakalarda gözlemlendiği gibi bütünüyle olmasa da en azından bazı temel noktalarda “kopmuş” olarak tanımlanıyorlardı. Tedavinin işlevi hastayı kendi küçük, özel çöplüğünden çıkarıp muhteşem dünyanın merak, sevgi, nefret, tutku, sevinme, ağlama gibi farklı unsurlarıyla, paha biçilmez ayrıcalığına yeniden kavuşacağı ve kendisinden hiç de farklı olmayan ötekilerle akılcı ve dengeli biçimde avunacağı duruma getirmek ve aradaki uçurumu kapamaktı.
Ama bütün bunlar, psikiyatrların sürgün diye tanımladığı bedensel ve ussal deneyimi barınak; iyiliksever bir dizgedan kovulmuş olarak değerlendiren, hastalığı da müthiş bir fiyaskodan kaçmış kişiler olarak gören Murphy'yi çileden çıkarıyordu. Eğer aklı günlük olayları yorulmak bilmeyen bir araç gibi alt alta yazıp toplayan şaşmaz bir yazarkasa olsa, o zaman kuşkusuz aklın yitimine üzüntü duyabilirdi. Ama böyle olmadığına göre, aklı diye adlandırdığı şey bir araçtan çok, içinden kendinin soyutlanmış olduğu günlük olayların bir izdüşümü biçiminde ortaya çıktığına göre aklın yok oluşunu, zincirlerinden kurtulmayla özdeşleştirip alkışlamasından daha doğal ne olabilirdi?
Murphy'nin saplantısının basitleştirdiği ve çarpıttığı çelişki o halde büyük dünyayla küçük dünyayı temelde karşı karşıya getiriyordu. Hastaların etkisiyle ikincisini, psikiyatrların zorlaması ile ilkini yeğleme arasında kararsızca dolanıyordu. Kararsızlık yalnızca olgular düzlemindeydı. Yalnızca olgular. Seçimini yapmıştı o. "Ben büyük dünyadan değilim, küçük dünyadanım" nakaratı Murphy için epey eskilere dayanıyordu ve olumsuz bir inanca, daha doğrusu olumsuz iki inanca dönüşmüştü. Bir kere mağarasının mutlu manzaralarını gördükten sonra bırakın bunları geliştirip işlemeyi, fiyaskolara nasıl dayanabilirdi? Arnold Geulincx’in güzelim Latincesiyle söylediği gibi: Ubi nihil vales, ibi nihil velis.
Ama hiçbir değer taşımadığı bir yerde, hiçbir şey istememesi yeterli olmuyordu, bir adım daha atıp yalnızca kendisini sevebilecek bir ussal aşkın dışında kalan her şeyi yadsıması da yeterli olmuyordu çünkü sevilecek başka yanı yoktu. Bu hiçbir zaman yeterli olmamıştı ve yeterli olabileceğine ilişkin hiçbir belirti göstermiyordu. Bu özellikler ve öteki ikinci derecede önemli şeyler, maddesel düzlemde destek bulsalar (örneğin sallanan iskemle) ve kendileri için her yönde baskı yapsalar da istenen kararın kesinleşmesini başaramazlardı. Parçalanmışlığı sürüyordu; Celia'ya, baharatlı ekmeğe ve benzeri şeylere duyduğu zayıflık bunun göstergesiydi. Tek parçada bütünleşme olanaklarından yoksundu.”
― Murphy
“Buralarda kimseler okumuyormuş gibi yazmanın riskleri var, bir nevi delilik bu ama birine aniden ulaşıyor sözün:
Odasının ta içine.
Tam da ortasına kalbinin.
Ne büyülü...”
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
Odasının ta içine.
Tam da ortasına kalbinin.
Ne büyülü...”
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
“Diyojen'e göre insanlarla delilik arasında bir parmak mesafe vardır: Eğer işaret parmağın havada yürürsen sorun olmaz ama orta parmağını kaldırıp da yürürsen sana deli derler.”
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
“Biz çağırmayız, davet de edilmeyiz ama bir şeyler olur ve insanlarla, hesap etmediğimiz ve edemeyeceğimiz meyanlarda, tahmin edemeyeceğimiz mecralarda aniden buluşuruz. Bu bir şölendir ve davetiyesiz girişlerle gelen kimi güzellikler, bizi kendilerine tepeden tırnağa âşık etmeyi iyi bilir. Bir delilerin kapı zili olmaz, bir de böyle anların.”
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
― Babam Beni Şahdamarımdan Öptü
“Bazen bütün bu dünya gözüne çok tuhaf görünür, yaptığın şeyler sana tuhaf görünür, insanların davranışları, orada burada duyduğun konuşmalar, elbiseler, yollar, bitkiler, hayvanlar, yani kelimenin tam anlamıyla her şey çok tuhaf gelir sana! Ve sana daha tuhaf bir şey söyleyeyim, bu dünyaya dair hissetmen gereken duygu tam da budur, her şey gerçekten de çok tuhaftır! Her şey sana tuhaf göründüğünde kendini sakın deliymiş gibi hissetme, çünkü aslında her şey sana normal görünüyorsa gerçek delilik odur!”
―
―
“Gecenin karanlığında yıldızların senin yolunu aydınlatmak için parıldadıklarını düşünüyorsan bu romantik ve şiirsel bir düşünüştür; ama eğer yıldızların gerçekten de senin yolunu aydınlatmak için parıldadıklarına inanıyorsan işte bu megolomanlık ya da deliliktir!”
―
―
All Quotes
|
My Quotes
|
Add A Quote
Browse By Tag
- Love Quotes 102k
- Life Quotes 80k
- Inspirational Quotes 76k
- Humor Quotes 44.5k
- Philosophy Quotes 31k
- Inspirational Quotes Quotes 29k
- God Quotes 27k
- Truth Quotes 25k
- Wisdom Quotes 25k
- Romance Quotes 24.5k
- Poetry Quotes 23.5k
- Life Lessons Quotes 22.5k
- Quotes Quotes 21k
- Death Quotes 20.5k
- Happiness Quotes 19k
- Hope Quotes 18.5k
- Faith Quotes 18.5k
- Travel Quotes 18.5k
- Inspiration Quotes 17.5k
- Spirituality Quotes 16k
- Relationships Quotes 15.5k
- Life Quotes Quotes 15.5k
- Motivational Quotes 15.5k
- Religion Quotes 15.5k
- Love Quotes Quotes 15.5k
- Writing Quotes 15k
- Success Quotes 14k
- Motivation Quotes 13.5k
- Time Quotes 13k
- Motivational Quotes Quotes 12.5k
