Levent Cantek's Blog
November 30, 2025
Tuzluktan çıkan şarj yüzdesi
Hikâyeyi bilirsiniz: Büyük şirketlerönemli birini işe alacakları zaman onu yemeğe götürür, adayın sadece nesöylediğine değil, nasıl davrandığına da bakarmış. Mesela yemeğin tadınabakmadan tuz atarsa, anında elenirmiş. Bunu ilk duyduğumda çocuktum; tuzkullanma alışkanlığım olmadığı için içimden “yırttım” deyip kıkırdadığımıhatırlıyorum. Bu tür “seçme hikâyeleri” çoktur.Yakınlarda döneme uygun bir versiyonunuduydum. İddiaya göre bankalar, telefonunun şarjını sürekli unutan, yüzde beşinaltında dolaşan insanlara kredi önermiyormuş. Ankara ağzıyla söylersek, “kendinehayrı yok” diye düşünüp borç vermiyorlarmış. “Haydaa” diyebilirsiniz; bununasıl bildiklerini az çok tahmin etseniz bile, “olur mu ya, abartıyorlar” diye detereddüt edebilirsiniz. Yemeğe tuz atma örneğini bu yüzden başa koydum.Kapitalizm, kendi çıkarı için erişebildiği her veriyi kullanmak istiyor ve bukonuda sürekli kendini geliştiriyor. “Veri sömürgeciliği” dediğimiz şey tamburada devreye giriyor.
Klasik sömürgecilikte şirketler veimparatorluklar uzak coğrafyalara gidip toprak, maden, emek “çıkarır” ve sömürürdü.Bugün aynı mantık, zamanımız, dikkatimizi ve ilişkilerimiz üzerinde işliyor.“Bedava” kullandığımız uygulamalar; attığımız her adımı, yaptığımızher beğeniyi, her harcamamızı, sağlıkverilerimizi, konumumuzu, sosyal çevremizi toplayıp işliyor; sonra da bu veriyidavranışlarımızı tahmin etmek, yönlendirmek ve satılabilir ürünlere dönüştürmekiçin kullanıyor.
“Veriyi kim topluyor, nerede depoluyor,hangi hukuki rejime tabi, kim denetliyor, kim bundan ekonomik ve siyasal güç devşiriyor?”diye sorduğumuzda karşımıza “platformlaşma” ya da “platform kapitalizmi”çıkıyor. Ekonominin ve gündelik hayatın giderek aracılık yapan dijitalplatformlar üzerinden örgütlendiğini hatırlayın. Sadece telefonunuzdakiuygulama listesine şöyle bir bakmanız yeterli.
Artık arabayı, oteli, yemeği, diziyi,sevgiliyi, haberi, iş ilanını doğrudan değil; araya giren bir uygulamanın kendikuralları, algoritmaları ve komisyon oranları üzerinden buluyoruz. Platform,bir yandan piyasayı “düzenleyen” taraf gibi davranıyor (puan vermemizi ve yorumyapmamızı istiyor, bize algoritmik sıralamalar sunuyor); diğer yandan opiyasadan kira toplayan görünmez bir arazi sahibi gibi sürekli pay alıyor.
Platform kapitalizmi, başka bir deyişle verisömürgeciliğinin kurumsal motoru olmuş durumda. Elde edilen veriyi ekonomininmerkezine yerleştiriyor, bunun etrafında yeni tekel biçimleri inşa ediyor vetümünü de “doğal” bir dijital ilerleme gibi paketliyor.
Toprak, maden, emek derken kapitalizm,geçmişte handiyse hiç ilgilenmediği kişisel deneyim, dikkat ve ilişkilere buyüzden bu kadar hevesle yöneliyor. Artık yemeğe tuz atıp atmadığımızı görmekiçin kimsenin bizi yemeğe çıkarmasına gerek yok; telefondaki şarj yüzdesi,uygulamada geçirdiğimiz süre, kaydırdığımız ekranlar fazlasıyla iş görüyor.
November 29, 2025
Ev
Evimi seviyorum. Bu aralar normalin üzerinde dışarıçıktığımdan, oradan kaçar gibi döndüğümden olabilir, iyice abarttım. Elletutulsa, çocuk olsa mıncıracağım… Galiba dışarıda yaralanıyorum, galiba evdekendimi güvende hissediyorum. Bir ölçüt varsa eğer, olduğu gibi gidebildiğim vesorgulanmadığım güvenli bir yer olduğu için seviyorum.Üniversitede öğrenciyken arkadaşlar aralıklarlamemleketlerine dönerlerdi, bir kısmı “eve gidiyorum” derdi. Başka bir şehir değil sığınılan,kavuşulan, hasret giderilen bir yer. Geri döndüğünde seni içeri almak zorundaoldukları bir yer de olabilir.
Evlendikten sonra, anne evindeki eski odam hiç benim odam gibigelmemişti, şaşırmıştım. O zaman o odanın artık benim “kosmos”um olmadığınıanlamıştım. Kitapseverler bilir, kitaplarınızı toparlarsınız, dizer, sıralar,temizler, sonra da uzun uzun bakarsınız. Tıpkı onun gibi, ilk evime gülerekbaktığımı, günlerce evin varlığıyla güzel uyuduğumu hatırlıyorum.
Rilke, gerçek yolculuk insanın kendine yaptığıyolculuktur dermiş. Evimde, kendi evrenimde olmak bana yolculuk etmek gibi geliyorolabilir. Dışarıdan bakan biri için bir odadan diğerine giden, bir koltuktakıvrılan, yatakta serilen biri gibi görünebilirim.
Mıstık abi, yemin ediyorum, öyle değil!
Tanpınar, “İnsanın sevdiği bir ev olunca, kendine mahsusbir hayatı da olur,” diyor Huzur romanında; bu bana bir hayat ritmi gibi geliyor. İnsan evedöndüğünde, “kendi zamanına dönüyor.”
Elbette tehlikeli de… Çok şükür, “Hiç çıkmayayım,”demiyorum; en azından henüz. Çöp evin Levent amcası olmama daha var.
Malumunuz, evden günün belli saatlerinde çıkıyor veyürüyorum.
Çok az insan gördüğüm için olabilir; hemen her insan banailginç geliyor. Alışana kadar, hafif bir voyeur gibi etrafı izliyorum. Çoksessiz bir yerde yaşadığım için kalabalık bir ortam beni rahatsız edebiliyor.İnsan dışarıda ruhen karışıyor, demek istiyorum; konum duygusunukaybedebiliyor.
Eve döndüğümde gürültü dışarıda, karmaşa bende susuyor.Mis.
November 28, 2025
Slacktivism
Naber’degördüm, tatlı bir espriymiş. Malum, hepimiz Instagram / WhatsApp /Facebook / Snapchat gibi platformlarda,24 saat sonra kaybolan story’ler üzerinden yürüyen “politik” paylaşım pratiğinin içindeyiz.Bireylem afişini paylaşmak, hashtag’li dayanışma görseli koymak, “Şu kampanyayıimzalayın” linki eklemek ya da profiline siyah kare, gökkuşağı bayrağı, ülkebayrağı vb. koyup “yanındayız” demek…
Hiçbirimizesorun gibi gelmiyor; sorun olarak konuştuğumuzda da birbirimize hak verip yoladevam ediyoruz. Hepimiz biraz story aktivistiyiz.
Yapılaneylem geçici, kaybolan ve çoğu zaman düşük maliyetli bir jestten ibaret.Parmağınla repost yapıyorsun; risk yok, bedel yok. Dışarıdan bakınca yoğun bir“muhalefet” havası var; ama gerçekte performans düzeyinde kalıyor.
Matrakolan şu: İnsanlar yaptıkları bu ufak jestlere öyle kapılıyor ki, bir şeyleristory’den düzelttiklerini sanabiliyorlar. Bunu da refleks olarak Z kuşağına atfediyoruzama tavrın onlara mahsus olduğunu gösteren bir veri yok. Herkes buhavaya girebiliyor.
Akademidebuna “slacktivism” (slacker + activism) deniyor: Koltuktan kalkmadan, düşük eforlaicra edilen, yüksek sembolik aktivizm. Kısaca “tembel aktivizm” ya da “koltukaktivizmi” diyeçevrilebilir.
HaftalıkMuhalefet'teki Betül, aslında tam da bu story aktivizmi / koltuk aktivizmi hâlinianlatıyor: Pazartesi’den cumartesiye kadar “Türkiye gibiyim”, “hiçbir şeyeşaşırmıyorum”, “Türkiye simülasyonunda sıradan bir gün”, “yazıp yazıpsiliyorum”, “haber seyretmiyorum”, “olmaz dediğimiz her şey oldu” gibicümlelerle iç sıkıntısını ve memleket hallerini ekran başında, klavye başında,tamamen içe kapalı bir döngüye hapsediyor; fiili bir eylem, risk ya da bedelyok, sadece hisler ve laf.
Pazargününe geldiğimizde ise televizyon spikeri, bu pasif, dağınık, çoğu kezotosansüre takılan iç monoloğu “amansız muhalefet” diye paketleyip bir başarıhikâyesine dönüştürüyor; sokaklarda konvoylar, “Betül! Betül!” sloganlarıylainliyor, kitlesel coşku ortaya çıkıyor…
Slacktivism’inözündeki çelişkiyi yakalayan yer burası: hiçbir gerçek politik örgütlenmeolmadan, sadece ekranda ve kafamızın içinde yaşattığımız muhalefet duygusunun,sanki kendiliğinden rejim değiştirebileceği yönünde tatlı ama yanıltıcı birfantezinin içindeyiz.
Umut’unkarikatürü, story’lerde paylaşılan afişler, like’lanan kampanyalar ve “yazıpyazıp silinen” cümlelerden oluşan bugünün muhalif jest ekonomisini, Betül’ünhaftalık ruh hâli üzerinden gayet akıllıca evirip çeviriyor.
November 27, 2025
İnterregnum
Başka bir yazıda değinmiştim: Gramsci “interregnum” nitelemesinikullanırken Roma İmparatorluğu’nun kralsız kaldığı dönemleri hatırlatıyor, birtür fetret devrinin ruh halini tarif ediyordu. “Eskinin ölmekte olduğu amayeninin henüz doğamadığı zaman aralığı”ndan söz ediyor, muğlaklığı anlatırkenkaotik ve hastalıklı semptomların çoğaldığını vurguluyordu. Bu, yalnızcasiyasal iktidarın el değiştirmesiyle ilgili bir kriz değildi; enikonu bir dünyagörüşünün, bir anlam düzeninin, bir hegemonya biçiminin çözülmesiydi.Pek çok Marksist yazar “interregnum” kavramınıyaşadığımız “şimdiki zaman” için verimli biçimde kullanıyor. Eski değerlerhükmünü yitirir ama bir alışkanlık olarak sürmeye devam eder; yeniler isedoğmadan ömürsüzleşir, güdük kalır, daha ilk adımda yorulur. Kurumlarişlevsizleşir, otoriteler güvenirliğini yitirir, dil dahi eski anlamlarınıtaşımakta zorlanır. Gramsci’nin işaret ettiği o tutukluk tam olarak budur: tarihinkısa süreliğine kitlendiği an.
Bu kitlenmeyi yalnızca siyasetten okumak eksik olur;popüler kültür ve gündelik hayat da aynı boşlukta salınır. Evvelsi gün,yönetmen olmak için okuyan ve benimle meslektaşı gibi konuşan oğlum sinemayadair “yeni bir şey olmalı” diyerek delikanlıca hallenince bikbik konuşmaya, bu interregnum halininkültürel karşılığını sesli düşünmeye başladım. Bugünün tahkiyeleri, isterüreticisi ister tüketicisi olalım, bu aralıkta yeni bir iddia ortaya koyamıyor.Hiçbiri tam olarak geçmişe ait değil; geleceğe de değil. Eski biçimleri taklitederken onları ironik, hatta bazen yorgun jestlerle dönüştürüyorlar.
Dijital kültür, eski otorite ve anlatıları yerinden ettiama yenilerini de kuramadı. Herkes “söz sahibi”, ama güven başka yerdearanıyor. Gerçeğin yerini alan sayısız “yorum” dolaşıyor; fakat anlamın kendisieriyor. Gramsci’nin uyarısını hatırlayalım: “Kriz, eskilerin can çekişip ölürkenyenilerin doğamamasından ibarettir.” Yine de bu ara dönem yalnızcahastalıkların değil, yeni tahayyüllerin de doğum yeridir.
Interregnum, iyimser bir yorumla tarif edersek, çöküşdeğil, bir doğum sancısıdır. Bugünün karmaşası, yeni bir hegemonya biçiminin,yeni bir dilin ve yeni bir hissiyatın henüz şekillenememiş halidir, onu yaşıyoruz.Tarihe bakılırsa yaşanan radikal dönüşümlerin çoğu, tam da böyle aralıklarda;her şeyin belirsiz olduğu, ama hiçbir şeyin tamamen bitmediği geçiş anlarındaortaya çıkar.
Elbette karamsar olmak için daha çok neden var. Yine dedünyanın dönüşümüne dair ihtimali (umut ya da avuntu) henüz elimizden tümüylebırakamıyoruz.
November 26, 2025
Vicdansız
Senaryosunu yazdığım Vicdansız, Tod platformunda yayımlanacak. İlk teaser geçen hafta paylaşıldı. Hikayeyi muamması ve fantastiği olan, modern bir masal olarak tanımlayabilirim. 18 Aralık'ta ilk yayını olacak...
November 25, 2025
Sabah Duası (1)
Sevdiğini öldüren sevdasız. Kalpyiyen. Stajyer ismi.Veledizina şartları, şunla şu olmasın şeyleri. Tek çizginin sahipsiz bileti. Engelliafurtafur. Ruhunda izdiham. Bomba uzmanı. Dünyanın en hafif kırk dokuz kilosu. Kaybolanbavulu s*kerler. Seveni her gün s*kerler. Sataşkan. Cinli divane. Çeyrek ekmekhafakan. Bardak taşıran. Yüreksöken. Harp zengini. Liman mühendisi. Veylsevene! Kurusun Yebent suyu!
November 24, 2025
Politik Düşünce Vasatı
İşte, medya, “ideolojilerin sonu” ideolojisinin yeniden üretildiği bir mecradır, bu ideolojinin biçimidir. Özellikle televizyonun gün be gün tekrarlanan, en “vahim” olayları bile olağan akışı içindeki vahamet efektleriyle sıradanlaştıran döngüsü, konformizmin en güçlü jeneratörüdür. O vahamet efektleriyle, çarpıcı sunumlarla, dramatizasyonlarla gün be gün tazelediği bir gündemle, heyecan ve merakı da canlı tutan bir rutini çevirir. Gündemin değişim hızındaki olağanüstü artış, rutin format içinde sürekli yeni içerik talebini kışkırtır; bu da belirli bir meseleye, bir soruya, giderek bir fikre konsantre ve angaje olmayı güçleştirir. Televizyonun esas itibarıyla bir eğlence mecrası olması, ister istemez “sulandırıcı” bir iğvanın kaynağıdır. Televizyonun zamansal yoğunluğunun ve hızının, sözün/düşüncenin kısa ve pratik formülasyonunu zorladığını eklemeliyiz buna. Bu vulgerizasyon veya popülarizasyon zorlaması, aynı zamanda konuların ve düşüncenin pratik hûlâsasını çekip çıkartmaya dönük bir zorlamadır, bu bakımdan politikleştirici bir etkisi olacağını düşünebiliriz. Yine, biçimin politik sözü yönlendirici, kısıtlayıcı etkisini görmezden gelmemek kaydıyla… Medya, bir yanda enformasyon ile reklâmı (infomercials), enformasyon ile eğlenceyi (infotaintment) birbirine karışır hale getirdiği gibi diğer yanda toplumu kaotik ve istikrarsız bir yapıda resmeder, korku ve güvensizlik duygularını sürekli zinde tutarak otoriter zihniyetin yeniden üretimine katkı sağlar. Eğlence ve magazinin rasyonel nitelikli kamusal tartışmanın önüne geçmesi, herhangi bir kamusal meselenin iki görüş arasındaki münazaraya indirgenmesi, kişisel geçimsizlikle tanımlanır hale gelmesi, bu katkıyı pekiştiren bir karakteristiktir. Köşe yazarlarının bu dönemde gösterdikleri tepki ve refleksler çoğunlukla televizyon diliyle uyumlu hale gelir, hatta onunla yarışmaya kalkışır. Duygusal çıkışlar ve sansasyon, akılcı-mantıklı bir müzakereye galebe çalar. Televizyonda elini masaya vurarak konuşan, “dönekler, hainler” türünden ağır ithamlarda bulunan, handiyse ağlayacak kadar duygusallaşan, öfkelenen yorumcu-yazarlar, bu tarzın ustalarıdır. Sözgelimi Yalçın Küçük, bir keresinde, konuşurken elini masaya vurması için televizyoncuların telkinde bulunduğunu beyan ederken, medyanın dilini nasıl oluşturduğuna tanıklı etmektedir.
[MTSD, 9.Cilt, Dönemler ve Zihniyetler için Tanıl (Bora) ile birlikte yazdığımız yazıdan bölüm, Köşe yazarlığındaki değişim ve politik düşünce vasatı: Şu Köşeden Bu Köşeye]
November 18, 2025
Gazete okuyan beyfendi
Fotoğraf, 1955-64 arasında çekilmiş, beyfendinin okuduğugazeteden çıkartıyorum bunu… Rahatlığın, dinginliğin ve “ev” hissinin içindekiideolojik dokuyu fark ettiren bir kare.Fotoğrafa bakınca, yorgun argın eve gelmiş koltuğayayılmış birini görmüyoruz. Sadece onu görmüyoruz. Modernleşmenin ev halini, ortasınıfta özel alanın yeni ritüellerini ve erkek kamusallığının konforlu birmekânda yeniden üretilişini izliyoruz.
Beyfendinin rahatlığı hemen dikkat çekiyor. Adam,ayaklarını sehpanın üzerine uzatmış, gazetesine gömülmüş, yüzünün görünmemesi,bireysel mahremiyetin altını çiziyor; o yılların fotoğraflarında sıkçarastlanan “poza hazırlanmışlıktan” eser yok. Bu daha spontan, sanki daha içselbir an.
Mobilyaların dili, dönemin ruhunu ele veriyor. Koltuk,soyut-geometrik bir desenle kaplı: Cumhuriyet sonrasının modern ev dekoruanlayışının en popüler göstergelerinden biri. Bir yanda Batı’dan ithal edilenmodernist çizgiler; diğer yanda yere serili geleneksel desenli halı… Bu çelişkideğil, tam tersine dönemin tipik sentezi: modern olmak isteyen amaalışkanlıklarından da kopamayan bir toplumun ev içi düzeni.
Perdeler dantel motifli; salon “misafir gelir” ihtimaliüzerinden kurulmuş en büyük oda. Sehpa ise neredeyse el işçiliğini andıranoyma yüzeyiyle yerli-modern bir "heykel" gibi. Ev, hem eskiyle barışık hem yeniyeözenen bir ruh taşımakta.
Beyfendinin kıyafeti, ütülü pantolonu, desenli çoraplarıve ev terliklerine bakıldığında, orta sınıf erkeğinin idealize hâlini anlatıyor:düzenli, bilgili, vakur. Gazete yalnızca bilgi kaynağı değil; statü işareti,dünyayla bağ kuran bir araç. Eve kapanmış olsan bile gazete okuyarak yine“dışarıda”, yine kamusal alandasın!
Ev içi modernleşmenin antropolojisini yapalım,gülümseyerek sıralıyorum: birey, özel hayatın konforunda dahi kamusal kimliğinisürdürüyor. Erkek, ev içi mekânda bile kendine ait bir “köşe” yaratıyor. Okuryazarlık elzem, çağ değişmiş, kamusal bilgi edinme, artık evde de mümkün olmuşMıstık abi. Bir on yıl sonra salonlarda cilt cilt ansiklopediler sıralanacak.
Bir arkadaşım, fotoğrafı gördüğünde “nostaljipeşindesiniz my dear” demişti, “hayır, modernliğin sıradanlığını arıyorum”demedim, laf uzardı, gülümsedim, geçtim.
November 17, 2025
İmgelerle Konuşan Kaos
The Economist dergisinin The World Ahead 2026 kapağı epeyceilgi uyandırdı. JustinMetz’in çizdiği kapak, gelecek yıllara yönelik küresel belirsizlikleri “kaotikdünya/gezegen” metaforu üzerinden anlatıyor. İyi düşünülmüş, editöryal olarak dadoğru kotarılmış bir yorum.Metz, üç yıldır World Ahead kapaklarını hazırlıyor.Minimal bir renk paleti kullanıyor; sembollerle ördüğü yoğun sahne istifleriniseviyor. İllüstrasyon ile enformatik grafik arasında salınan bir melez stilesahip. Bizde Cem’in (Dinlenmiş) yaptığına benzer bir üslupla çalıştığınısöyleyebiliriz.
Kapağın özünde bir “risk haritası” mantığı var: savaş,kriz, kaos imgeleriyle önümüzde hayli olumsuz bir yıl olduğu ima edilmiş.Metz’den, gelecek yıl dünyayı etkileyecek olguları betimlemesi istenmiş; o da karmaşıkgörünen ama dikkatli bakınca bilinçli olarak katmanlandırılmış bir sahne tasarlamış.Çalışması, yaşadığımız hayatın dağınık, parçalı ve kesintili ritminin bir replikası gibiduruyor.
Üç halka kurulmuş: bana kalırsa ana gövde kapitalizminsıkışması, ikinci katman jeopolitik çatışmalar, dış halka ise sosyo-ekonomik akış.Sağlık teknolojileri, zayıflama ilaçları, yapay zekâ, dikkat ekonomisi… Yanidünyayı yalnızca savaş değil, “davranışlar ve tüketim” de belirliyor deniyor.
Gözüme takılanları kısaca sıralayayım.
Mavi yumruk, küresel protestoları ve isyanın geridönüşünü imliyor. Füzeler ve roketler, Ukrayna–Rusya savaşının bitmeyeceğini,hatta yeni fazlara yöneleceğini söylüyor. 250 yazılı pasta, derginin yıl dönümükadar kapitalizmin yorgunluğuna da gönderme olabilir. Viking gemisi, NATO’nunkuzeye doğru genişlemesi; kırmızı tank ise Rusya’nın askeri baskısı ve enerji-politikşantajcılığı. Siyah takım elbiseli adamlar, siyaset sınıfının küresel ölçektekitıkanmasını temsil ediyor. Gençliğimden beri sorulan “geleneksel siyaset bittiama yerine ne gelecek?” sorusunun hâlâ cevabı yok.
Dolar işaretleri ve kırık zincirler, devlet borçlarınınsürdürülemez seviyelere çıkmasını işaret ediyor. Enjeksiyonlar ve ilaçşişeleri, zayıflama ilaçları furyasını ve yeni salgın ihtimallerini çağrıştırıyor.Sağlık ekonomisinin 2026’da çok konuşulacağı söyleniyor; ne-nasılgelişecek merakla bekliyorum. Yapay zekâ simgeleri, işgücünün dönüşümünü veözellikle beyaz yakalıların işlev kaybı endişesini öne çıkarıyor. Oyunkumandası, “dijital dikkat ekonomisi”ne alaycı bir gönderme.
Kırmızı futbolcu, Körfez sermayesinin sporu küresel birgüç gösterisine dönüştürmesini hatırlatıyor. Tank ve deniz dalgaları, yükselen denizseviyelerini ve iklim-güvenlik denklemindeki kırılganlığı imliyor. Maskelifigürler ise bana dijital yalnızlığı, kutuplaşma yorgunluğunu ve insanların giderekartan güvensizlik hissini düşündürüyor.
Meraklısı kapağı daha da ayrıntılı inceleyebilir; her simgekendi başına bir hasbihal ekseni zaten.
Kapak, abartılı mı, yoksa bizi boktan bir yıl mı bekliyoremin değilim. Dünyanın artık hiç durmadan kriz ürettiği bir eşiğe geldiğimizianlatmak istemişler. Diğer yandan bana yeni bir şey olmayacak gibi geliyor, dünyabir süredir krizleri yönetemiyor, sadece erteliyor, yine erteleyecek gibihissediyorum.
Levent Cantek's Blog
- Levent Cantek's profile
- 44 followers

