,

Mektup Quotes

Quotes tagged as "mektup" Showing 1-17 of 17
Leylâ Erbil
“Nedir asıl sorun diye düşünüyorum. Asıl sorun? Asıl sorun tek başına ayakta durabilmekte, yalnızlığı öğrenebilmekte mi? Asıl sorun sevgisiz yaşayabilmekte mi? Sevgisiz kalıp direnmeyi, sevgisiz kalıp gene de boyun eğmemeyi, dilenmemeyi öğrenmekte mi? Asıl öğrenmemiz gereken şey sevgisiz bir yaşam düzeni mi?
Gitmekle ne iyi ettin. Haklı olan senmişsin! Ben romantik, yanlış kitaplarla, kötü yaşam örnekleriyle aldatılmış, yaşamanın anlamını kavramaktan yoksun, kibirlinin biriymişim. İnsan tek başına yaşamı karşılamak zorunda, bense ille de bir sevgiliyle el ele verip değiştirecektim dünyayı! Ne ham hayal, ne zırvalık.”
Leylâ Erbil, Mektup Aşkları

Leylâ Erbil
“Aslında bir aşka, olup bittikten sonra, en sonundan baktığımda, geride aşk adıyla anılacak bir şey bulamıyorum; belki hoş bir duygucuk, kısa bir süre yaşanmış ama mutlaka sona ermiştir; geriye kalan buruk bir tebessüm, acılı bir anı, yitmiş bir aşk vehmi, görünmez olmuş! Oysa başlarken ne kadar inandırıcıdır her şey. İki insanın, bir örgü gibi, tülden, hafif bir dantel gibi sarınmışlıkları vardır aşkı. Etin ete, ısının ısıya geçişi; yitirdiği yarısını arayan insanoğlunun bulduğunu sandığı parçasına rastladığında geçirdiği bir baygınlıktır aşk. Sonu olmasa, sonu gelmese vardır, evet vardır. Bir düşünce olarak, nakşedilmiş bir bilgi olarak genlerimize, vardır; yoktur demeye dilimizin varmadığı; kıyamadığımız için yok olmasına, elbirliğiyle yalandan var ettiğimiz bir sözcük, olmasını hep istediğimiz ve isteyeceğimiz bir umuttur aşk, bu umudu çalmaya kimin gücü yeter yarının insanından?”
Leylâ Erbil, Mektup Aşkları

Oğuz Atay
“Sevgili Bilge, sen yanımda olmadığın zaman seni düşünmek gerçekdışı bir olgu. (Nasıl oluyor iyi mi?) Ben gecekondudaki varlıklarla (soyut bir kavram olsun diye ‘varlıklar’ dedim) birlikte yaşamak istiyorum. Ben, birlikte yaşadığım varlıkları, ayrıca birer ‘kavram’ olarak düşünmek istemiyorum. Gönlümün rüzgarına kapılıp gidiyorum. Bunun dışında, bulanık hayaller var kafamda. Bu hayalleri bazen Hüsamettin Albay ya da Nurhayat Hanımla karıştırdığım oluyor; fakat, istediğim gibi düşünüyorum bu insanları. Sen olduğun gibi yaşamak istiyorsun kafamda: Bir varlıkkavram olarak çıkıyorsun karşıma. Yaşanırken düşünülmesi ve düşünürken yaşanması gereken bir mesele olmak istiyorsun. Bilge’yi, senin gibi hissetmemi istiyorsun. Nasıl olur? Yani albayı da, kendimi onun yerine koyarak mı düşüneceğim? İşte bu nedenle, kurmak istediğim dünya, senin yüzünden yıkılıyor; bütün oyunlar anlamını kaybediyor.

...

Belki sana bu satırları yazmamalıydım. Belki de dönel bir yüzeyin, ekseni etrafındaki hareketi sırasında çeşitli ışık kaynaklarından beslenmesi olayında görüldüğü gibi, benim bir an süren ışıltımın yansımalarını artık ilginç bulmuyorsun; görüntümün gerçekliğine inanmıyorsun. Fakat seni seviyorum. (Bu sözü bir yere sıkıştırmaya mecburdum.) Düşünmek ve yansımak anlamlarını birlikte ifade eden ‘reflection’ kelimesini kullanmak isterdim burada. Fakat aslında, seni görmediğim zamanlarda yansımalarımın gerçekliğine ben de inanmıyorum. Belki benden artık nefret ediyorsun; belki de unuttun beni. Düşünce ve eylemlerin her an sonsuz değişik görünümlere bürünebileceğini bilen bir insan olarak, senden kararlı bir düşünceye benzeyen yansımaları nasıl bekleyebilirim?”
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar

Cemal Süreya
“Bir çeşmeye koşar gibi koşuyorum sana.
Anlasana!”
Cemal Süreya, On Üç Günün Mektupları ve 1967-1978 Mektupları

J.R.R. Tolkien
“Sihri' tutarlı bir biçimde kullanmadım; Elf kraliçesi Galadriel hikayede, bu sözcüğü, Düşman'ın da Elflerin de hem araçları hem de harekatı hakkında kullanan kafası karışık Hobbit'lere serzenişte bulunmakta haklı. bu benim için geçerli değil, çünkü ikincisinin karşılığı olan bir sözcük yok. Fakat Elfler burada farkı ortaya koyuyorlar. Onların 'sihri' insanın sınırlılıklarından kurtulduğu Sanat: çok daha az çabayla, daha hızlı, daha karmaşık. Ve bu edimlerinin nesnesi Güç değil Sanat, Yaratının tahakküm altına alınması değil, alt-yaratıdır.”
J.R.R. Tolkien, The Letters of J.R.R. Tolkien

Metin Altıok
“Sevgili Meleğim;
24.8.1979 İZMİR
Seni ne kadar özledim bilemezsin. Hasretin canıma yetti. Bilmem gelecek günlere sensiz nasıl katlanacağım. Nazım Hikmet' in deyişiyle; hayatım elini içinden çektiğin bir eldiven gibi boşaldı. Yaşama sevincim kayboldu. Aramıza derya-deniz koydular ve beni senin yüzüne hasret bıraktılar. Veballeri büyüktür.

Sayfa :29”
Metin Altıok, Metin Altıok'tan Zeynep'e Mektuplar

Franz Kafka
“İki saatlik yaşam iki sayfalık bir yazıdan daha iyidir diye emin olmayın. Yazı yoksuldur ama daha temizdir.”
Franz Kafka, Letters to Milena

Metin Altıok
“Babacığım 52 yaşında bir hiç uğruna ölmedin, 34 dostunla birlikte sizin yok edilişinizden insanlık bir ders aldı. Birçok acıyı yendi, tamir etti. Adalet yerini buldu. 'Güzel günler göreceğiz"' diyemeyeceksem ne yazacağım? Hangi yüzle yazacağım babama ben?

Sayfa : 9”
Metin Altıok, Metin Altıok'tan Zeynep'e Mektuplar

Franz Kafka
“Şimdi ise , yüreğine ve aklına aynı şekilde etki eden bir sesle Milena seni çağırıyor. Tabii ki Milena seni tanımıyor, duyduğu bir kaç hikaye ve yazılan bazı mektuplar gözünü kör etmiş. Milena bir deniz gibi, içinde çok fazla su barındıran bir deniz kadar güçlü, tüm gücüyle patlayan fakat bazen yanlış yola girip ölümü ya da uzaktaki ayı takip eden. O seni tanımıyor, gelmeni istemesi gerçeği anlamak istemesinden başka bir şey değil. Senin mevcut halini gördükten sonra gözlerinin açılacağından emin olabilirsin. Bundan çekindiğin için mi gitmek istemiyorsun hassas ruh, korktuğun tam olarak bu değil mi?”
Franz Kafka, Letters to Milena

“Şimdiye ait her şey bizi sözcükleri götürmüyorsa, sözcükler de tekrar onlara dönmüyorsa, işe yaramaz ve değersiz oluveriyor. Sadece sözcükler somut ve soyut olanın varlığının kanıtıdır, anlık olana anlam verenler onlardır, elle tutulmayanı tutulur yapan, beni de ben yapanlardır.
Anlıyorsun ya Şaşenka, hayattan kopuk halde yaşadım ben hep. Benimle dünya arasındaki çiti sözcükler ördü. Başımdan geçenleri sadece sözcüklerle değerlendirdim; seni de bir sayfaya koyup götürebilir miyim, götüremez miyim diye düşündüğüm zamanlardaki gibi. Kemikleri bile çürümüş şu bilgilere ne söyleyeceğimi biliyorum artık: anlık olan, onu uçarken yakaladığın an bir şeyler ifade etmeye başlar. Neredesiniz ey bilgeler? Şu sizin gördüğünüz dünya nerede? Anlık dediğiniz şeyler? Bilmiyor musunuz? Ben biliyorum.
Sanki hakikat açıldı önümde birden kendimi güçlü hissetmeye başladım, her şeyden daha güçlü. Öyle Şaşka, biliyorum, gülüyorsun şimdi bana; her şeyin efendisi gibi hissediyordum kendimi. Bilmeyenlerin gözlerini kapayan şey bana görünmüştü. En azından bana öyle geliyordu o zamanlar. Hemen ardımdan zincirin önemli bir halkası kapandı, daha ki de en önemlisi, gerçek bir insandan gelen, hani şu ter içinde, ağzı leş kokan, solak, solak olmayan, mide yanması ile kıvranan, gerisi mühim değil ama tam da böyle bir insandan gelen, tıpkı sen veya ben gibi gerçek bir insandan, hani şu bir zamanlar başlangıçta sadece söz vardı diye yazan gibi. Sözleri yerinde kaldı, söyleyen de onları giyindi, sözler bedeni oldu. Bu tek ve gerçek ölümsüzlüktü. Başka türlüsü yok. Geriye kalan her şey mezarlığın bok çukurunda...
...
Belki de saçma olan sözcükleri bu kadar sevmek. Çılgınlık derecesinde seviyordum onları. Onlarsa arkamdan kaş göz işareti yapıyorlardı.
Benimle dalga geçiyorlardı!
Sırtımı sözcüklere dayadığım oranda, sözcüklerle bir şeyleri anlatmada ne kadar güçsüz kaldığımı daha açık görüyorum. Daha doğrusu, sözcükler kendime ait bir şeyler yaratmamı sağlayabilirler ama kendini de sözcüklerle öremezsin ki. Sözcükler yalancı. Yüzmek için izin istiyorlar senden, sonra da gizlice yelkenleri şişirip çekip gidiyorlar, kıyıda tek başına kala kalıyorsun.
En önemlisi de, gerçeğin hiç bir sözcüğün içinde rahat edememesi. Gerçek, insana dilini yutturur. Şu hayatta yaşanan dişe dokunur şeylerin hiçbiri bir sözcüğün içine sığmaz. Bugüne kadar başından geçenlerin sözcüklerle anlatılabileceği fikrine kapılırsan, bil ki başından hiçbir şey geçmemiş demektir.
Şasenka, sanırım her şeyi birbirine karıştırdım ama ne yapayım öyle ya da böyle konuşasım var. Hem ne kadar karıştırırsam karıştırayım beni anlayacağını biliyorum.
Kelimelerin kifayetsizliğinden bahsediyordum. Eğer kelimelerin kifayetsizliğinin farkına varamıyorsan kelimelerin ne ifade ettiklerini bilmiyorsun demektir. ”
Mihail Şişkin
tags: mektup

Mehmet Murat ildan
“Bir aşk mektubu çok kısa olabilir ya da uzun olabilir; edebi olabilir olmayabilir; parlak ya da karanlık, neşeli ya da trajik olabilir! Fakat hepsinden ötesi bir aşk mektubunun bir aşk mektubu olabilmesi için samimi olmalıdır!”
Mehmet Murat ildan

Metin Altıok
“Adımdan ötürü bana Bingöl'ü bile çok görenler, şimdi de oturduğum lojmandan kapı dışarı ediyorlar. Öyle ya; Sosyalist Kültür Ansiklopedisi'nde, Edebiyatımızda İsimler ve Şairler ve Yazarlar sözlüklerinde biyografisi olan birinin lojmanda oturmaya hakkı yoktur Türkiye' de.

Sayfa: 111”
Metin Altıok

Metin Altıok
“Çünkü spor toto, lotto, altılı ganyan; iğdiş bir umutla sahici kılınan bir yalan oldu hayatımız. Ve yeni ark.itle daha güvenli kadınlarımız. Erkeklerimiz daha güçlü güne arkoyla başlayan. Çocuklarımız bunca cikletle daha mutlu.
....
Gözümün bebeği; işte ben burada ödün vermemenin, boyun eğmemenin, yani onurlu bir yaşamanın faturasını ödüyorum. K.D.V.'si içinde olaraktan.

Sayfa: 111”
Metin Altıok, Metin Altıok'tan Zeynep'e Mektuplar
tags: mektup

“KENDİNİ ARAYAN İNSANA
Sevgili Tanımadığım İnsan,
Bilirsin Sadık Hidayet Kör Baykuş romanında şu sözler ile bizleri anlatır.
''Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

Böyle durumlarda herkes, güçlü bir alışkanlığa, bir tutkuya sığınır: ayyaş içer, edebiyatçı yazar, yontucu taşı yontar, acısını dindirmek için her biri, en kuvvetli içgüdüsünden medet umar.''
Sevgili tanımadığım insan, hepimizin benzer yaraları vardır hayatta. Keşkeleri, iyi kileri, pişmanlıkları, mutlulukları, umutları, sevdaları. Herkes güçlü bir tutkuya sığınır da insan kendini anlatamadı, doğru anlaşılamadı mı fena... Yaşar Kemal İnce Memed eserinde ''Konuşan insan öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü sonu felakettir.'' diye seslenerek konuşma mecburiyetini bizlere anlatır. İnsan bu yüzden anlatmalı. Davasını anlatmalı, hakikatleri anlatmalı. İyiliği, güzeli, doğruyu, sevmeyi, sevilmeyi anlatmalı…
Bu satırları okuduğuna göre mektubum çoktan sana ulaşabilmiştir. En son ne zaman birisinden mektup aldın bilmiyorum ama ben hayatımda daha önce hiç tanımadığım birisinden mektup almadım. Madem mektup almadım o zaman ben bir mektup yazmaya karar verdim.
Daha sana nasıl hitap etmeliyim onu bile bilmiyorum. İnsan; denizin olmadığı yerde, umut adına, martı olmalı diye söylerler. Eğer bana hitap etmek istersen sen de Martı diye seslenebilirsin. Bende sana Deniz diye sesleneyim. Martı ve Deniz dostluğumuz olur. Mavi kadar sonsuz umut dolu… Beyaz kadar temiz…
Sevgili Deniz, insanın duygularını kelimelere dökmesi çok zor biliyorsun ama bir şeyler yazmaya çalışmak, denemeye değer diye düşünüyorum. Zaten fiziksel olarak tanışma fırsatımız olmadığı için beni duruşumla, kıyafetlerimle kısacası dış görünüşüm ile yargılayamayacağın için bu satırları daha kolay ve içtenlikle yazıyorum. Zaten hakkımda bu satırlar dışında ne biliyorsun ki? Şimdi adımdan daha önemli bir şey öğrendin. Mesela denizi seyretmeyi seviyorum. Düşüncelerimi eşsiz dalgalarının ritmiyle ahenkle dans ettirip günün sonunda berrak pürüzsüz bir şekilde eve uğurluyor beni. Aslında bakarsan zaman zaman kendimi denize de benzetiyorum. Bazen coşkulu bazen de pamuklara sarıp sarmalanacak kadar narin... Günün sonunda hep kıyıya vuruyor düşüncelerim. Ve sevgili Deniz, bu hayatta tecrübe ettiğim en önemli şeyi seninle paylaşmak isterim. Her şeyin belki de telafisi vardır da insanın kalbi bozuldu mu, çaresi yoktur. Bu yüzden insan kalbine iyi bakmalı Deniz. Kalbini okuyarak, doğayı, hayvanları, insanları, bir kalbi severek beslemelidir. Her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli her gün yeni bir şeyler öğrenmeli, güzel insanlar biriktirmelidir.
Sevgili Deniz, tüm bunları sana niye yazıyorum diye soracak olursan? Belki de kendime yazıyorum ama farkında değilim. Kendimi yazmak mecburiyetinde hissediyorum. Martı gibi konacak bir kıyı arıyorum. Hakikatlerle yüzleşiyorum… Geçmişimle, ölümle, kaderimle en zoru da kendimle… Böylelikle kendimi bulma ümidiyle çırpınıyorum. Bir parça da kalbine dokuna bildiğim güzel insanlar olduğunu bilmek mutlu ediyor. Eğer mektubumu buraya kadar okudu isen belki sen de tanımadığın, hayatta kelimelerinle var olduğunu bilen birisine mektup yazmak isteyebilirsin. Kalbinin kıyılarından mavi sonsuz denizlere...
Sevgilerimle Martı.”
epalta
tags: mektup

Bilge Karasu
“Ölümü kabul etmek zor; hayatının bir parçası haline getirmek, bunu yaşamak ve hazmetmek çok zaman alıyor. Sevmiş olduklarımızla her zaman beraber yaşıyoruz ama ancak çok sonraları 'dokunabildiğimiz' garip bir yokluk içinde.”
Bilge Karasu, Jean ve Gino'ya Mektuplar

Bilge Karasu
“Seni gördüğüme ne kadar sevindiğimi de söyleyeceğim bir kez daha. İşte bu kadar, duracağım artık. Olmuyor! Bazı şeyler gözlerden, yürekten kelimelere geçince çok aptalca görünüyor.”
Bilge Karasu, Jean ve Gino'ya Mektuplar

Bilge Karasu
“Dervişler... Paris çok sevmiş onları. Harika. Tam bir gösteri işte. Saygıdeğer keşişlerin ayini de bu kadar etkileyici midir? Sanmıyorum. Ama haklısın. Ancak o zaman medeni oluruz. Peki, yeri değiştirilen gösteri müminler için taşıdığı değeri korur mu? Şüpheliyim. Her zamanki gibi 'biçimin korunduğu ama içeri-k'in (ya da ateşin veya kaynağın) sonsuza dek yittiği söylenir! Medeniyet çoğu zaman 'etkisizleşme' anlamına gelir.”
Bilge Karasu, Jean ve Gino'ya Mektuplar